Bu yolculuk sırasında Godfrey’in kafasında milyonlarca düşünce vardı. Kendrick ve Erec’in nasıl başa çıktıkları, düşmanın onlardan sayıca ne kadar üstün olduğu ve bir sonraki savaşta, yani gerçek bir savaşta nasıl hayatta kalacağını düşünüyordu. Artık bundan kaçış yoktu; arkasına sığınacağı başka kurnazlık veya altın kalmamıştı.
Yutkundu, gergindi. Diğerlerinin sahip olduğu cesaret seviyesine kendisi sahip değildi, hepsi bu cesaretle doğmuş gibilerdi. Savaş alanında herkes son derece korkusuzdu, aslında hayatta da öylelerdi. Godfrey ise korktuğunu itiraf ediyordu. İş savaşa gelince, alana inmek zorunda olduğunda, yan çizmeyecekti ama son derece sakardı ve orada eğreti duruyordu. Diğerlerinin sahip olduğu yetenekler onda yoktu ve daha kaç defa tanrıların şansı ile hayatta kalabileceğini bilmiyordu.
Diğerleri, ölseler de umurlarında değilmiş gibi görünüyorlardı, hepsi de zafer için hayatlarını vermeye isteklilerdi. Godfrey zaferi seviyordu ama yaşamak daha kıymetliydi. Birasını, yiyecekleri seviyordu, şimdiden karnına ağrılar giriyordu, bir yerlerdeki tavernada güven içinde oturmak için geri dönmeye zorlayan bir histi bu. Savaş hayatı ona göre değildi.
Fakat Godfrey, Thor’u düşündü, bilmediği bir yerde tutsaktı. Bu dava için savaşan tüm akrabalarını düşündü, her ne kadar lekelenmiş olsa da onurunun burada yeşerdiğini, burada olmak zorunda olduğunu biliyordu.
Yollarına durmaksızın devam ettiler ve nihayet zirveye ulaştıklarında önlerinde uzanan vadinin engine görüntüsüyle karşılaştılar. Durduklarında Godfrey kör edici güneşe karşı gözlerini kısarak kendini alıştırmaya, önündeki manzaradan bir anlam çıkarmaya çalıştı. Bir eliyle gözlerini koruyarak ileri baktı, aklı karışmıştı.
Sonra dehşetle anladı. Godfrey’in kalbi durdu; aşağıda, Kendrick, Erec ve Srog’un binlerce adamı tutsak edilmiş sürükleniyordu. Bu buluşmayı planladığı savaş güçleriydi. Sayıca on kat üstün olan İmparatorluk askerleri karşısında hepsi teslim olmuştu. Ayakları üzerinde, bileklerinden bağlanmış esir olarak alınmış götürülüyorlardı. Godfrey, ortada geçerli bir sebep olmaksızın Kendrick ve Erec’in teslim olmayacağını iyi biliyordu. Görünüşe göre onlara tuzak kurulmuştu.
Godfrey panikle dondu kaldı. Bunun nasıl olmuş olabileceğini merak etti.Hepsini adil bir savaşın ortasında bulmayı, onlara katılarak saldırmayı planlıyordu. Ama şimdi bunun yerine ufukta kaybolduklarını, neredeyse yarım gün daha sürecek bir yolculuk uzağında olduklarını görüyordu.
İmparatorluk generali alaycı bir ifadeyle Godfrey’in yanında bitti.
“Görünüşe bakılırsa adamların kaybetmiş,” dedi İmparatorluk generali. “Böyle anlaşmamıştık.”
Godfrey ona döndü ve generalin ne kadar endişeli olduğunu gördü.
“Sana yüklü bir ödeme yaptım,” dedi Godfrey, gergin olmasına rağmen kendinden son derece emin bir tonda konuşuyordu, anlaşmanın bozulacağını hissetmişti. “Sen de bu davada bana katılacağına söz verdin.”
Ama İmparatorluk generali kafasını salladı.
“Sana savaşa katılacağıma söz verdim – bir intihar girişimine değil. Bir kaç binlik adamım Andronicus’un tüm birliğine karşı savaşmayacak. Anlaşmamız değişti. Onlarla kendi kendine savaşabilirsin- altınların da bende kalacak.”
İmparatorluk generali dönüp haykırdı ve atını topuklayarak diğer yöne doğru hareket etti, adamları onu takip etti. Kısa süre sonra vadinin diğer tarafında gözden kayboldular.
“Altınlarımız onda!” dedi Akorth. “Onu takip edelim mi?”
Godfrey, adamları giderken izledi ve kafasını salladı.
“Bu ne işimize yarayacak ki? Altın altındır. Onun için hayatlarımızı riske sokmayacağım. Bırak gitsin. Her zaman daha fazlası gelir.”
Godfrey döndü ve ufukta Kendrick ve Erec’in adamlarının kayboluşlarını izledi, onlar hakkında daha fazla endişeleniyordu. Artık desteği yoktu ve öncekine göre daha yalnızdı. Tüm planlarının kafasına çöktüğünü hissediyordu.
“Şimdi ne yapacağız?” diye sordu Fulton.
Godfrey omuzlarını silkti.
“Hiç bir fikrim yok,” dedi.
“Bunu söylememen gerekir,” dedi Fulton. “Artık komutan sensin.”
Fakat Godfrey yeniden omuzlarını silkti. “Doğruyu söylüyorum.”
“Bu savaş işi çok zor,” dedi Akorth, miğferini çıkarmış göbeğini kaşırken. “İşler pek umduğun gibi gitmedi, değil mi?”
Godfrey atında otururken kafasını salladı, ne yapması gerektiğini düşünüyordu. Hiç beklemediği bir el gelmişti ve acil durum planı yoktu.
“Geri mi dönsek?” diye sordu Fulton.
Godfrey “Hayır,” dedi ama kendinden çıkan sese kendi de şaşırdı.
Diğerleri dönüp şaşırmış halde ona baktılar. Emirlerini duymak için yaklaştılar.
“Harika bir savaşçı olmayabilirim,” dedi Godfrey, “ama oradakiler benim kardeşlerim. Götürülüyorlar. Geri dönemeyiz. Bunun anlamı ölüm olsa bile.”
“Aklını mı kaçırdın?” diye sordu Silesialı general. “Oradakilerin hepsi Gümüş’ün, MacGillerin ve Silesialıların en kaliteli askerleri, hepsi öyle; ve İmparatorluk adamlarına karşı savaşmadılar. Bizim bir kaç bin adamımızın senin emrin altında bunu nasıl başaracığını düşünüyorsun?”
Godfrey ona döndü, sinirlenmişti. Kendinden şüphe duyulmasından bıkmıştı.
“Hiç kazanacağız demedim,” diye karşılık verdi. “Tek söylediğim bunun yapılacak en doğru şey olduğu. Onları terk etmeyeceğim. Eğer dönüp evinize gitmek istiyorsanız, buyrun. Onlara kendi başıma saldıracağım.”
“Tecrübesiz bir kumandansın,” dedi küçümseyerek. “Neden bahsettiğini bile bilmiyorsun. Tüm bu adamları kesin ölüme götüreceksin.”
“Öyle,” dedi Godfrey. “Gerçek bu. Fakat bir daha benden şüphelenmeyeceğine söz vermiştin. Ben geri dönmüyorum.”
Godfrey biraz yukarı çıkıp tüm adamları tarafından görünebilmek için atını biraz ileriye sürdü.
“ADAMLARIM!” diye bağırdı, sesi patlıyordu. “Beni, Kendrick, Erec ya da Srog gibi güvenilir bir komutan olarak görmediğinizi biliyorum. Bu doğru. Onlardaki yetenek bende yok ama yürekliyim en azından gerektiğinde. Sizler de öyle. Tek bildiğim orada yakalanmış olanların kardeşlerimiz olduğu. Ben şahsen gözlerimin önünde onlar tutsak edilirken, köpekler gibi evimize şehirlerimize dönüp İmparatorluk’un bizi gelip öldürmesini beklemek üzere yaşamayı tercih edemem. Şundan emin olun ki bizi bir gün öldürecekler. Şu an hepimiz dimdik aşağı inip, savaşabilir ve özgür adamlar olarak düşmanı kovalayabiliriz. Ya da utanç ve iki paralık şerefimizle dönebiliriz. Seçim sizin. Benimle gelin; hayatta kalabilirsiniz ya da ölürsünüz her halükarda zafere gideriz!”
Adamları haykırdılar, öyle hevesli bir haykırıştı ki Godfrey bile şaşırdı. Hepsi kılıçlarını havaya kaldırdılar, Godfrey de cesaretlendi.
Ayrıca biraz önce söylediklerinin gerçekliğine