Erec adamdan tiksinmişti, ama o bilgiyi öğrenmek ve daha fazla vakit kaybetmemek istiyordu; o yüzden, kesesinden kocaman altın bir para alıp adamın avcuna koydu.
Adam parayı incelerken gözleri fal taşı gibi açıldı.
“Kral altını,” dedi etkilenmiş gibi parayı incelerken.
Erec’i saygı ve hayranlıkla tepeden tırnağa süzdü.
“O halde, buraya ta Kraliyet Sarayı'ndan mı geldiniz?” diye sordu.
“Yeter,” dedi Erec. “Soru sorun benim. Sana para ödedim. Şimdi, söyle: tüccar nerede?”
Adam birkaç kere dudaklarını yaladı, ona ona biraz yaklaştı.
“Aradığınız adam Erbot’ta. Haftada bir gelir, bir grup yeni fahişe getirir. Onları açık arttırmayla en Yüksek parayı veren kişiye satar. Muhtemelen, iş yerindedir. Bu sokağın sonuna kadar gidin, orayı göreceksiniz. Ama aradığınız kız değerliyse, onu çoktan satmıştır. Fahişeleri uzun sure satılık kalmaz”.
Erec gitmek üzere dönmüştü ki, bileğinde ılık ve terli bir el hissetti. Hancının bileğini tuttuğunu görünce şaşırdı.
“Fahişe arıyorsanız, neden benimkilerden birini denemiyorsunuz? En az onunkiler kadar güzeller, hem de yarı ücretine”.
Erec adama bakıp tiksintiyle suratını buruşturdu. Biraz daha vakti olsaydı, onu sırf dünya öyle bir adamdan kurtulsun diye muhtemelen öldürürdü. Ama ona şöyle bir bakınca, buna değmeyeceğine karar verdi.
Elini hışımla geri çekti, biraz eğildi.
“Bana bir daha elini sürersen, bunu yapmamış olmayı dilersin,” diye onu uyardı. “Şimdi şu elimdeki ince kılıca güzel bir yer bulmadan önce iki adım gerile bakalım”.
Hancı bakışlarını aşağı indirdi, gözleri korkuyla irileşti ve birkaç adım geriye gitti.
Erec arkasını döndüğü gibi hızla uzaklaştı, müşterileri dirsekleyip iterek yol açtı ve hışımla dışarı çıkmak üzere çift kapılardan geçti. İnsanlıktan hiç o denli utanmamıştı.
Atı yoldan geçerken onu süzen birkaç sarhoşa kişneyip yeri eşeleyen atına bindi. Adamların atını çalmak için süzdüklerine emindi. Geri dönmemiş olsaydı, acaba bunu yapmaya yeltenirler miydi diye düşündü ve bir sonra gideceği yerde atını daha iyi bağlamayı unutmamayı düşündü. Şehrin kötülüklerine bir kez daha hayret etti. Yine de, atı Warkfin sert bir savaş atıydı ve birisi onu çalmaya çalışırsa onu ayaklarının atlında ezip öldürürdü.
Erec Warkfin’i tekmeledi ve ikisi birlikte süratle dar sokakta ilerlemeye çalıştılar. Erec bir yandan da kalabalıktan uzak durmaya çalışıyordu. Gecenin geç bir vaktiydi, ama sokaklar tüm ırklardan birbirine karışan insanlarla adeta giderek daha da kalabalıklaşıyordu. Birkaç sarhoş müşteri yanlarından biraz hızlı geçtiğinde arkasından bağırdılar, ama umurunda değildi. Alistair’in yakınlarda olduğunu hissediyordu; onu geri almadan hiçbir şey onu durduramazdı.
Sokak bir taş duvarla sona erdi; sağ taraftaki son bina beyaz kil duvarlı ve sazdan bir damı olan, eski güzelliğini yitirmiş bir meyhaneydi. İçeri girip çıkan insanlara bakılacak olursa, Erec Doğru yere geldiğini hissediyordu.
Atından indi, sıkıca bir direğe bağladı ve kapılardan içeri daldı. Ama bunu yapar yapmaz, şaşkınlıkla kalakaldı.
İçerisi loştu; duvarlarda sadece ışıkları titreyen birkaç meşale vardı ve en uç köşede ateşi sönmek üzere olan bir şömine duruyordu. Her yere serilmiş olan kilimlerin üstünde öbek öbek, yarı çıplak, birbirlerine ve duvarlara bağlanmış kadınlar yatıyordu. Hepsi de uyuşturulmuş gibiydi. Erec havadaki haşhaş kokusunu alabiliyordu. Ayrıca, bir poponun da elden ele dolaştırıldığını gördü. Birkaç iyi giyimli adam odada dolanıyor, arada sırada kadınların ayaklarını tekmeleyip dürtüyor, sanki alacakları malları deneyip karar vermeye çalışıyorlardı.
Odanın ne uç köşesinde, ufak, kırmızı kadife kaplı bir sandalyede, sütünde ipekli bir sabahlık olan ve iki yanına kadınların zincirlenmiş olduğu bir adam oturuyordu. Ardındaysa suratları yara izleriyle kaplı, Erec’ten çok daha uzun ve iri yapılı, birisini öldürmekten zevk alabilirmiş gibi gözüken iri ve kaslı adamlar duruyordu.
Erec bu manzarayı görünce, neler olduğunu anladı: Orası bir seks yuvasıydı, o kadınlar kiralıktı ve köşede oturan adam da Alistair’i ve muhtemelen oradaki kadınları kaçırmış olan kilit kişiydi. Alistair o sırada bile o odada olabilir, diye düşündü Erec.
Derhal harekete geçti, sıra sıra kadının arasında ilerleyerek suratlarına baktı ve onu aramaya koyuldu. Odada bazıları baygın halde olan birkaç düzine kadın vardı ve içerisi öylesine loştu ki, Alistair’i hemen bulması zordu. Kadınların suratına teker teker bakarak sıraların arasında dolanıyordu ki, iri bir el onu göğsünden ittirdi.
“Ödeme yaptın mı?” dedi adam boğuk bir sesle.
Erec başını kaldırınca, kaşlarını çatmış iri yarı bir adamın orada durduğunu gördü.
“Kadınlara bakmak istiyorsan, ödeme yapman gerek,” dedi adam kükrer gibi. “Kurallar böyle”.
Erec pis pis adama baktı, içinin nefretle dolduğunu hissetti ve adam daha gözünü bile kırpamadan avucunun dibi adamın soluk borusuna indirdi.
Adam nefessiz kaldı, gözleri irileşti, soran dizlerinin üstüne çöküp boğazını tutu. Erec uzanıp adamın şakağına dirseğini indirince, adam yüz üstü yere düştü.
Hızla sıraların arasından ilerlemeye, Alistair’i bulabilmek için çaresizlik içinde kadınları incelemeye koyuldu, ama onu hiçbir yerde göremedi. Alistair orada eğildi.
Her şeyi odanın ne uç köşesinde oturduğu yerden izleyen yaşlıca adamın yanına giderken, kalbi yerinden çıkacakmış gibi atıyordu.
“Beğendiğin bir şey buldun mu?” diye sordu adam. “Bir teklif vermek isteyebileceğin bir şey var mı?”
“Bir kadını arıyorum,” dedi Erec buz gibi bir sesle, sakin olmaya çalışarak. “Bunu sadece bir kere söyleyeceğim. Uzun, boylu, uzun sarı saçlı ve yeşil gözlü. İsmi Alistair. Bir, iki gün önce Savaria’dan alındı. Buraya getirildiğini öğrendim. Doğru mu?”
Adam sırıtarak ağır ağrı başını salladı.
“Aradığın o mal ne yazık ki satıldı,” dedi adam. “İyi maldı ama. Zevkliymişsin. Başkasını seç, sana indirim yapayım”.
Erec çılgına döndü. İçini daha önceden hiç hissetmediği kadar büyük bir öfke kapladı.
“Onu kim aldı?” diye kükredi.
Adam gülümsedi.
“O köleye kafayı takmış gibisin”.
“O, bir köle değil,” dedi Erec hışımla. “Karım”.
Adam şok geçirmiş gibi ona baktı. Sonra aniden başını geriye attı ve kahkahalarla gülmeye başladı.
“Karın mı? Bu da iyiymiş. Artık değil, dostum. Artık bir başka erkeğin oyuncağı”. Sonra, hancının surat ifadesi meşumlaştı, kötülükle çarpıldı ve sağ kollarına bir işaret verip “Atın şu çöplüğü dışarı,” dedi.
Kaslarla kaplı iki adam öne çıktı ve Erec’i şaşırtan bir hızla ikisi birden üstüne atlayıp göğsünden