Thor gözlerini açınca, gökte muazzam bir uğultu duydu ve şaşkınlıkla yukarıda devasa bir arı sürüsünün oluşmasını izledi. Arılar dört bir yandan akın akın geliyordu; Thor ellerini kaldırırken, onlara yön veriyormuş gibi hissetti. Bunu nasıl yapabildiğini bilmiyordu, ama onları yönlendirebildiğini anlamıştı.
Ellerini dev adama doğrulttu ve bunu yapar yapmaz arı sürüsü kapladıkları ve karattıkları gökten aşağı uçarak, adam dizlerinin, sonra da suratının üstüne düşüp ölene dek onu binlerce kez soktular. Zemin adamın yere düşen bedeniyle zangırdadı.
Thor daha sonra ellerini atlarının sırtında oturmuş, şok içinde onu ve olanları izleyen McCloud ordusuna çevirdi. Düşman askerleri kaçabilmek için döndüler, ama tepki bile verebilecekleri kadar vakitleri yoktu. Thor avucunu onların bulunduğu yere çevirince, arı sürüsü dev adamı bıraktı ve askerlere saldırmaya girişti.
McCloud ordusu korkuyla haykırdı ve tek bedenmiş gibi arkalarını dönüp kaçmaya başladıkları anda defalarca sürü tarafından sokuldular. Çok geçmeden, savaş alanı adamlar var güçleriyle kaçarken boşaldı. Bazıları zamanında at sırtında kaçamadılar ve askerler birbiri ardına düşüp savaş alanını cesetlerle kapladılar.
Hayatta kalanlar arı sürüsü onları savaş alanında kovalar halde ufka doğru dörtnala ilerlerken, arıların müthiş vızıltısı atların toynaklarının gök gürültüsünü andıran sesine ve askerlerin korku dolu haykırışlarına karıştı.
Thor afallamıştı; savaş alanı bir kaç dakika içinde boşalıp sessizleşmişti. Geriye bir tek istiflenmiş yaralı McCloud askerlerinin inlemesi kalkmıştı. Thor etrafına bakınınca yorgunluk bitkin düşmüş, nefes nefese kalmış arkadaşlarını gördü; hepsinin bedeni fena halde çürükler içinde kalmıştı ve ufak tefek yaralar almışlardı, ama iyilerdi. Tabii, cansız halde yerde yatan tanımadığı üç lejyon askeri haricinde.
Derken, ufuktan muazzam bir gümbürtü koptu; Thor o yöne bakınca, kralın ordusunun hızla tepe çıktığını ve Kendrick önderliğinde onlara doğru gelmekte olduğunu gördü. Askerler dörtnala onlara yardım etmek için geliyordu; birkaç saniye içinde o kanlı savaş alanında hayatta tek kişiler olan Thor’un ve arkadaşlarının önünde durdular.
Thor olduğu yere şok içinde kalmış onlara bakarken, Kendrick, Kolk, Brom ve diğerleri atlarından inip ağır ağrı ona yaklaştılar. Yanlarında Kraliyet Ordusu’nun tüm müthiş savaşçıları olan düzinelerce Gümüş de vardı. Thor’un ve diğerlerinin orada, o kanlı savaş alanında, etraflarında yüzlerce McCloud askerinin cesedi arasında zafer kazanmış bir halde, tek başlarına durduklarını gördüler. Thor adamların ifadelerindeki hayreti, saygıyı ve hayranlığı görebiliyordu. Bunları gözlerinden okuyordu. Tüm hayatı boyunca bunu istemişti.
Artık bir kahramandı.
DOKUNUZU BÖLÜM
Erec atında dörtnala ilerliyor, Güney Yolu’nda ilerliyor, her zamankinden daha da süratle giderken gecenin zifiri karanlığında yoldaki çukurlardan kaşınmak için elinden geleni yapıyordu. Alistair’in kaçırıldığı, köle olarak satıldığı ve Baluster’a götürüldüğü haberini aldığından beri at sırtından inmemişti. Kendisini azarlamadan edemiyordu. O hancıya güvenmekle, sözünü tutacağını varsaymakla, anlaşmanın kendine ait yanını yerine getireceğini ve turnuvayı kazandıktan sonra Alistair’i serbest bırakacağına inanmakla aptallık ve saflık etmişti. Erec sözünün eriydi ve başkalarının verdiği sözlerin de kutsal olduğuna inanırdı. Aptalca bir hataydı. Bunun bedelini de Alistair ödemişti.
Erec onu düşününce kalbi paramparça oldu ve atını daha da sert tekmeledi. Öylesine güzel ve kibar bir leydi önce o hancıya çalışmak gibi alçaltıcı bir durumda kalmıştı, şimdi de köle olarak satılmış ve seks ticaretinde kullanılmaya başlanmıştı. Bunu düşünmek bile Erec’i öfkeden çileden çıkardı ve bu durumdan bir şekilde sorumlu olduğunu hissetmeden edemedi: Onun hayatına hiç girmemiş olsaydı, onu oradan kaçırmak için söz vermemiş olsaydı, belki de hancının aklına bunu yapmak asla gelmeyecekti.
Erec gecede hızla ilerlerken, atının toynaklarının sesi asla kesilmiyor, kulaklarını atının nefes alıp veriş sesleriyle birlikte dolduruyordu. At yorgunluk bitap vaziyetteydi; Erec onu yere yıkana dek süreceğinden korkuyordu. Turnuvadan sonra doğrudan hancıya gitmiş, mola vermek için durmamıştı ve öylesine yorgundu ki öne devrildiği gibi atından düşebilirmiş gibi hissediyordu. Ama dolunayın son ışıklarının altında güneydeki Baluster’a Doğru yön değiştirmeden ilerlerken, kendini gözlerini açık tutmaya, uyumamaya zorluyordu.
Erec tüm hayatı boyunca Baluster’la ilgili öyküler dinlemişti, ama oraya hiç gitmemişti; söylentilere göre, kumar, afyon, seks ve krallıktaki akla hayale gelebilecek her kötü şeyle bilinen bir yerdi. Halka’nın dört bir yanındaki hayal kırıklığına uğramış insanoğlunun bildiği her türlü karanlık eğlenceyi tatmak üzere oraya akın ederdi. Orası Erec’in kişiliğinin zıddıydı. Asla kumar oynamaz ve içki içmez, boş vakitlerini eğitimle, becerilerini pekiştirerek geçirmeyi tercih ederdi. Baluster’ın müdavimleri gibi tembellikten ve âlem yapmaktan hoşlanan kişileri anlayamıyordu. Oraya gitmekse onun için hayra alamet değildi. Oradan asla iyi bir şey beklenemezdi. Alistair’in o tür bir yerde olduğunu düşündükçe umutsuzluğa kapılıyordu. Onu herhangi bir zarar görmeden önce derhal kurtarıp uzaklara kaçırması gerektiğini biliyordu.
Ay gökyüzünde alçalırken, yol giderek genişledi ve daha işlek bir yere dönüştü. Erec şehrin ilk manzarası gördü: Duvarlarında yanan sayısız meşale şehri gecenin karanlığında bir şenlik ateşi gibi gösteriyordu. Erec buna şaşırmamıştı: Şehir halkının gece boyunca uyanık olduğu söylenirdi.
Erec daha da hızlandı ve şehir yaklaşırken, en sonunda her iki yanında meşaleler olan, dibinde uyuklayıp kafası öne düşen bir muhafızın beklediği ufak ahşap bir köprüye vardı. Erec hızla yanından geçerken muhafız irkildi. Adam ardından “HEY!” diye seslendi.
Ama Erec yavaşlamadı bile. Adam onu kovalayacak cesareti gösterirse ki Erec buna hiç ihtimal vermiyordu, o zaman bunun adamın yaptığı şey olmasını sağlayacaktı.
Erec etrafı alçak, eski taş duvarlarla çevrili bir meydana inşa edilmiş olan şehrin geniş ve açık kapılarından hızla geçti. Şehre girdi ve parlaklığıyla göz kamaştıran, her yanında meşaleler olan dar sokaklardan hızla geçti. Binalar birbirine çok yakın inşa edildiğinden, şehre dar ve boğucu bir görünüm veriyordu. Sokaklar tıka basa insanlarla doluydu ve hemen hemen hepsi sarhoş gibiydi; sendeleyerek yürüyor, yüksek sesle bağırıyor ve birbirlerini itekliyorlardı. Çok büyük bir parti gibiydi. Yanından geçtiği her binaysa ya bir meyhane, ya da bir kumarhaneydi.
Erec doğru yere geldiğini biliyordu. Alistair’in orada bir yerde olduğunu hissedebiliyordu. Güçlükle yutkunarak çok geç kalmadığını umdu.
Şehrin göbeğinde diğerlerinden daha büyük bir hanı andıran, insanların akın akın içeri girdiği yere doğru gitti ve burasının aramaya başlamak için iyi bir yer olduğunu düşündü.
Erec atından inip sarhoşlukla bağırıp çağıran insanları dirsekleyerek telaşla içeri girdi ve salonun ortasında gerilerde duran, paralarını aldığı kişilerin isimleri not eden ve odalarını gösteren hancıya gitti. Düzenbaz görünümlü, suratında sahte bir gülümseme olan, terleyen ve paralarını