Yağmalanmış şehre yaklaştılar ve etrafı kaplamış olan iri ve kapkara bulutlar üstlerine gelirken Kendrick’in burun delikleri keskin bir dumanla doldu. Bir MacGil şehrini o şekilde görmek ona acı verdi. Babası hala hayatta olsaydı, o olaylar asla meydana gelmezdi; Gareth onun yerine geçmemiş olsaydı da meydana gelmezdi. Olanlar utanç vericiydi; MacGillerin ve Gümüş’ün onuruna sürülen bir lekeydi. Kendrick o insanları kurtarmak için geç kalmadığını, McCloudların uzun süredir orada olmadığını ve çok sayıda kişinin yaralanmadığını ve ya öldürülmediğini umdu.
Atını daha da sert tekmeledi, hızla yol almakta olan ve bir arı sürüsünü andıran diğerlerinin önüne geçip şehrin açık kapılarına ilerledi. Hep birlikte ileri atıldılar; Kendrick kılıcını çekmiş, şehre girerlerken çok sayıda düşman McCloudlarla karşılaşmaya hazırlanmıştı. Etrafındaki diğer adamlar gibi o da canhıraş bir çığlık attı ve darbe almaya hazırlandı.
Ancak şehri kapılarından tozlu meydana girdiğinde, gördüğü manzara onu afallattı: Hiçbir şey yoktu. Etrafta sadece bir istiladan geriye kalmış olan işaretler vardı: yıkım, yangınlar, yağmalanmış evler, istiflenmiş cesetler, yerlerde sürünen kadınlar. Hayvanlar öldürülmüş, duvarlar kan revan olmuştu. Bir katliam yaşanmıştı. McCloudlar bu masum insanları katletmişlerdi. Bunu düşünmek bile Kendrick’in midesini bulandırdı. Bunu yapanlar ödleklerdi.
Ama atının üstünde ilerlemekte olan Kendrick’i asıl afallatan şey, etrafta bir tane bile McCloud olmamasıydı. Buna bir anlam veremiyordu. Adeta tüm ordu onların geleceğini biliyormuş gibi oradan gitmişti. Etrafta hala ateşler tanıyordu ve bunların kasıtlı olarak yakıldıkları belliydi.
Kendrick o anda tüm bunların bir tuzak olduğunu anlamaya başladı. McCloudların MacGil ordusunu oraya çekmek istediğini anladı.
Ama niye?
Kendrick aniden arkasına döndü, etrafına bakındı ve çaresizlik içinde adamlarının eksik olup olmadığını, birliklerden bazılarının bir başka alana çekilip çekilmediğini anlamaya çalıştı. Zihni yeni bir farkındalıkla doluyordu; adamlarından oluşan bir gurubu kuşatmak, onları tuzağa düşürmek için tüm bunların ayarlandığını hissediyordu. Dört bir yana bakıp kimlerin orada olmadığını anlamaya çalıştı.
Sonra, durumun farkında vardı. Tek bir kişi eksikti. Sağ kolu.
Thor.
ALTINCI BÖLÜM
Thor tepede atının üstünde bir grup Lejyon askeri ve Krohn’la birlikte dururken, karşısındaki şok edici manzaraya baktı: Görebildiği mesafeye kadar, atlarının sırtında, kocaman ve etrafa yayılmış McCloud birlikleri onları bekliyordu. Tuzağa düşmüşlerdi. Forg onları kasten oraya getirmiş ve ihanet etmiş olmalıydı. Ama niye?
Thor yutkundu ve hiç kuşkusuz sonlarını getirecek manzaraya baktı.
McCloud ordusu aniden saldırıya geçerken müthiş bir savaş çığlığı koptu. Sadece birkaç yüz metre ileridelerdi ve hızla yaklaşıyorlardı. Thor arkasına baktı, ama görebildiği kadar destek birlikleri yoktu. Tamamıyla yalnız kalmışlardı.
Thor o ufak tepede, terk edilmiş kalenin yanında dayanmaktan başka çareleri olmadığını biliyordu. Şansları hiç yoktu ve kazanmaları imkânsızdı. Ama ölecekse, bunu cesurca yapacak, düşmanla bir erkek gibi yüzleşecekti. Lejyon ona bu kadarını öğretmişti. Kaçmak bir seçenek değildi; Thor kendini ölüme hazırladı.
Dönüp arkadaşlarının suratına bakınca, onların da korkudan kireç gibi kesilmiş olduğunu fark etti; gözlerinde ölümü gördü. Ama askerler tıpkı kendilerinden beklenildiği gibi cesaretlerini yitirmediler. Atları yeri eşelediği, ya da kaçmak için döndüğü halde, hiçbiri kılını daha kıpırdatmadı. Lejyon artık tek bir birlikti. Arkadaştan öteydiler: Yüzler onları kardeşlerden oluşan bir ekibe dönüştürmüştü. Hiçbiri bir diğerini terk etmezdi. Hepsi yemin etmişti ve onurları tehlikedeydi. Lejyon için onur kandan daha kutsaldı.
“Beyler, sanırım bizi bir savaş bekliyor,” dedi Reece ağır ağır elini uzatıp kılıcını çekerken.
Thor uzanıp sapanını çekti; düşman askerli onlara ulaşmadan önce, mümkün olduğunca fazla adamı öldürmek istiyordu. O’Connor ufak mızrağını, Elden’sa uzun mızrağını çekti; Conval fırlatmak üzere bir çekiç çekti, Conven da bir kazmayı havaya kaldırdı. Thor’un tanımadığı, Lejyon’un diğer genç askerleri kılıçlarını çekip kalkanlarını kaldırdılar. Havadaki korkuyu hissedebiliyordu; at toynaklarının sesleri yaklaşırken, McCloudların çığlıkları üstlerine düşecek bir şimşekmiş gibi ta göklere yükselirken de bunu hissedebiliyordu. Thor bir stratejiye ihtiyaç duyduklarını biliyordu, ama Bunun ne olduğuna dair bir fikri yoktu.
Thor’un yanındaki Krohn hırladı. Thor onun korkusuzluğundan ilham aldı: Krohn asla korkudan cıyaklamaz, asla geriye bakmazdı. O sırada, ensesindeki tüyler diken diken olmuştu ve adeta orduyla tek başına savaşacakmış gibi ağır ağır öne yürüyordu. Thor Krohn’da gerçek bir savaş arkadaşı bulduğunu biliyordu.
“Sence diğerleri bizi desteklemek için gelirler mi?” dedi O’Connor.
“Zamanında buraya varamazlar,” dedi Elden. “Forg tarafından tuzağa düşürüldük.”
“Ama neden?” diye sordu Reece.
“Bilmiyorum,” dedi Thor atının üstünde öne çıkarken, “ama içimde Bunun benimle ilgili olduğuna dair kötü bir his var. Sanırım, birisi ölmemi istiyor”.
Thor diğerlerinin dönüp ona baktığını hissetti.
“Neden?” dedi Reece.
Thor omuzlarını silkti. Bilmiyordu, ama bunun kraliyet Sarayı’nda olup bitenlerle, MacGil’in suikastıyla ilgili olduğunu hissediyordu. Muhtemelen, ölmesini isteyen kişi Gareth’tı. Belki de Thor’u bir tehdit olarak algılıyordu.
Thor savaş arkadaşlarının hayatını tehlikeye attığı için çok kötü hissediyordu, ama o sırada yapabileceği bir şey yoktu. Yapabileceği tek şey onları savunmaktı.
Thor’un canına tak etti. Çığlık atıp atını tekmeledi ve diğerlerinden önce nörtdala saldırıya geçti. Ordusunu ve ölümü öylece bekleyemezdi. İlk darbeleri kendisi alacak, belki asker arkadaşlarını bu sayede koruyabilecek ve kaçmaya karar verdikleri takdirde bunu yapmalarına fırsat verecekti. Ölümle karşılaşacaksa, bunu korkusuzca, şerefiyle yapacaktı.
İçinden korkudan titreyen ama bunu belli etmeyen Thor nörtdala diğerlerinden daha da uzaklaştı ve üstlerine gelen düşman ordusuna doğru tepeden aşağı inmeye koyuldu. Yanındaki Krohn da koşuyor, bir saniye geride kalmıyordu.
Lejyon’daki dostları ona yetişmeye çalışırken, Thor arkasında bir çığlık koptuğunu duydu. Ordu yirmi metre geriden dörtnala gelirken, bir savaş çığlığı atmıştı. Thor önde kaldı, ama diğerlerinin arkadan geliyor olması onu yine de rahatlatmıştı.
Thor’un karşısındaki McCloud ordusundan sıyrılan ve belki elli kişiden oluşan bir savaşçı birliği Thor’a saldırıya geçmek üzere öne akın etti. Yüz metre kadar ilerideydiler ve hızla ona yaklaşıyorlardı; Thor sapanını çekti, bir taş yerleştirdi ve fırlattı. En baştaki, gümüş bir göğüs zırhı olan savaşçıyı hedef aldı ve kusursuz bir biçimde isabet ettirdi. Adamı zırhının plakalarının arasından boğazının dibinden vurdu; savaşçı atından kaydı ve diğerlerinin önüne düştü.
Savaşçı düşerken atı da düşünce, arkalarında düzinelerce at