Bir Tuhaflık Var Bu İşte
Sabahtan beri ağzını bıçak açmayan İpek, son teneffüste de suskundu. Nedenini sormama rağmen her seferinde sessiz kalması can sıkıcıydı. Bir umut tekrar sordum.
“Seni böylesine üzen şey nedir?”
Elindeki şişeden biraz su içen kız, ürkek gözlerle bakındı etrafına. Sonra cebinden bir kâğıt çıkarıp bana uzattı.
“Tenha bir yere gidelim, o zaman okursun.”
Hızlı adımlarla arka bahçeye doğru ilerledik. Kimsenin olmadığı bir köşeye gelince kâğıdı açıp baktım. Maddeler hâlinde sıralanan yazı, bir oyunun kurallarını anlatıyordu. İnsana gözdağı verircesine yazılmış cümleler tam bir deli saçmasıydı.
1. Seçilmişler oyununa hoş geldin! Bu oyuna giriş isteğe bağlı değildir, seçilmiş olmak gerekir. Şimdilik her şey sana çok tuhaf gelebilir ama oyunu başarıyla tamamladığında dünyalar senin olacak.
2. Oyuna giriş bedava, çıkış zekâyla…
3. Kaybedenler sonsuza kadar oyunda kalır, ancak kazananlar dönebilir yeni bir hayata.
4. Bu oyundan kimseye söz etmeyeceksin. Başının ağrımasını istemiyorsan, bu kuralı çiğnemezsin.
5. Bizimle ilerlemenin tek yolu, verilen görevi derhâl ve eksiksiz yapmandır. Her yeni görev yazılı olarak iletilecek. İlkini üç gün sonra öğreneceksin. O gün, okuldan eve dönerken içinden yürüdüğün küçük parkın süs havuzuna yaklaşırken yavaşla. Her zaman önünden geçtiğin çöp kovasına dikkatli bak. Kenarındaki demire iliştirilmiş siyah bir poşet göreceksin. Uzanıp onu al ve yoluna devam et.
6. Başarıyla bitirdiğin her görevle biraz daha yaklaşacaksın bize. Oyunu tamamladığında kazanacağın ödül, hayal edemeyeceğin kadar büyük olacak.
7. Bu yazıyı okuduktan sonra kâğıdı ufak parçalara ayırıp tuvalete at, sifonu çekmeyi de unutma.
Meraklı gözlerle beni süzen İpek’e bakıp gülümsedim.
“Saçmalığın dik âlâsı bu! Nereden buldun bunu?”
“Çantama bırakılmış dün, eve gidince fark ettim. Bu yüzden bütün gece uyuyamadım. Kim bunlar, benden ne istiyorlar? Eve dönüş yolumu, hatta parkı bile biliyorlar, korkuyorum Örge.”
“Korkacak bir şey yok, birileri şaka yapıyor bence.”
Endişeli gözlerle etrafına bakınan İpek’in sesi titriyordu.
“Şu kötücül oyun var ya, onun gibi bir şey olmasın?”
“Pes artık!” diyerek kâğıdı ona verdim. “Belki de bizim zıpırlardır. Özellikle Bulut’tan beklerim böyle şeyler. Oyuna giriş bedava, çıkış zekâyla cümlesi tam onun uydurabileceği bir laf.”
“Hiç sanmıyorum Örge. O sadece sana şaka yapar, benimle uğraşmaz. Sanver’in ise böyle huyları yoktur.”
Cep telefonumu çıkarıp “Şu kâğıdı tutsana!” dedim. “Fotoğrafını çekeyim.”
“Nesini çekeceksin, boş ver şimdi.”
“Akşam tekrar okuyup düşüneceğim, hiçbir ayrıntıyı kaçırmak istemiyorum.”
Kâğıdı parmak uçlarıyla tutan İpek, “Çek bakalım.” dedi. “Ama kimseye göstermek yok, tamam mı?”
“Merak etme.” diyerek fotoğrafını çektim.
Zil çalınca hareketlendik. Ön bahçeye doğru yürürken, “Sınıftan biri mi acaba?” diye mırıldandı İpek. “Kimseyle aram kötü değil, niye böyle bir şey yapsınlar ki?”
“Sıkma canını, kim yapmışsa buluruz.”
“Sakın ha! Kimseye bir şey söylemek yok, aksi hâlde başım belaya girer.”
Arkadaşımın buluttan nem kaptığını biliyordum, ama bu kadar ürkek olduğundan haberim yoktu.
“Hadi ama İpek, mantıklı ol biraz. Var bir numara bu işte! Kısa zamanda anlarız ne olduğunu.”
“Ablama bile söyleyemedim, gerçi söylesem de pek oralı olmaz ya! Ama annemler duyarsa beni bu okuldan alırlar.”
“Bence onlara söyleyecek kadar ciddi bir şey değil. Okuldan ya da sınıftan biri kötü bir şaka yapıyor olmalı. Bugün pek zamanımız yok ama yarın mutlaka bizimkilere anlatalım. Yazıyı da okutalım, böylece birlik olup bu işin arkasında kimin olduğunu öğreniriz. Artık endişe etme, yüzün gülsün biraz.”
“Umarım öyle olur Örge.”
“Zirzopun biri terbiyesizlik etmiş. Kim olduğunu bulup çıkaracağız, sen hiç meraklanma.”
Sınıfa girer girmez herkesi süzmeye başladım. İpek’i göz hapsine alan ya da benzer davranışlarda bulunan kimse yoktu. Belki de başka sınıflardan birinin işiydi bu sevimsiz şaka. Eve gidince ilk işim Seçilmişler Oyunu diye bir şey olup olmadığını araştırmak olacak. Umarım internet bağlantısı zayıf olmaz bu akşam.
Derste yeni öğretmen sırama yaklaşınca kalemi bırakıp doğruldum. Yanımda durup kâğıdıma baktı. Biri beni izlerken resim yapmakta zorlanıyorum. Zaten bu işe pek yeteneğim de yok.
Çalıştığım deseni gösteren öğretmen, beni yüreklendirmek istercesine konuştu.
“Araştırıcı çizgileri ne güzel kullanıyorsun.”
Kendimi rahat hissetmesem de kaleme uzanıp tekrar çizmeye başladım.
“Gitar mı çalıyorsun?”
Kalemi yine bıraktım. Uzun tırnaklarımı saklamak istercesine sağ elimi sıranın altına indirdim. Parmaklarımı avucuma gömerek “Evet.” dedim. “Dört yıldır klasik gitar çalışıyorum.”
“Demek öyle… Çalmıyorsun ama çalışıyorsun…”
Sessiz kalıp gülümsedim.
Takdir dolu bakışlarını yüzümde gezdiren öğretmen, bir soru daha sordu.
“Konservatuvarda mı okuyacaksın?”
“Hayır, yazar olmak istiyorum.”
“Ne güzel! Umarım bir gün kitaplarını okuma mutluluğuna erişiriz.”
“Teşekkür ederim.”
Öğretmen yanımdan uzaklaşırken avucumu açıp parmaklarımı gevşettim. Sıranın üstüne çıkardığım elime baktım, tırnaklarımdan biri kırılmak üzereydi. Sıkıntıyla öbür elime kaydı bakışlarım. Gitar tellerine basmaktan sertleşmiş parmak uçlarım kötü görünüyordu.
“Şiiştt!” diye fısıldadı İpek, “Yarın bovlinge gidiyoruz, değil mi?”
“Gidiyoruz, biraz lobut devirip rahatlayalım.”
Teneffüs zili çalınca hemen toparlanmaya başladım.
“Bu ne acele?” diye söylendi arkadaşım. “Yoksa bizimle gelmiyor musun?”
“Tabii ki geliyorum.” diyerek gitarımı sırtlandım. “Biraz hızlansan iyi olur, çünkü bir saatim var. Gitar dersine geç kalmak istemiyorum.”
“Anlaşıldı.” diyen İpek elini çabuk tuttu.
Sınıftan çıktığımızda Bulut ortalıkta yoktu. Bize doğru yürüyen Sanver ise koridorun gürültüsünü bastırmak istercesine seslendi.
“Merhaba! Bugün değişik bir şey yemeye var mısınız?”
“Neymiş o?” diye sordu İpek.
“Daha önce adını sanını hiç duymadığınız bir şey.”
Hemen itiraz ettim.
“Kesinlikle olmaz! Hiçbir yere takılmak yok. Bir an önce galeriye gidelim, yoksa gitar dersine geç kalırım.”
Suratını asan Sanver homurdandı.
“Bu güzel havada galeriye tıkılmaya mecbur muyuz?”
“Mecburuz! Ta Amsterdam’dan, hatta Amerika’dan ayağımıza