“Ana ordu da yakında gelir,” dedi kral. “Batan güneşin altındaki kıpkırmızı büyük bulutu görüyor musun? Yaklaşmakta olan ordunun çıkardığı toz bulutu bu. Bir saat sonra burada olurlar ama o zamana kadar güneş batmış olacak, onlar da haliyle sabaha kadar saldırıya geçmeyecek.”
Cephedekilerin bir süre daha silahlı halde beklemesi emredilmiş, diğer askerlere ise sıradan çıkıp gece için yemek hazırlamaları söylenmişti. Mısır ordusu yaklaşık bir mil uzaklıkta durmuştu, daha fazla ilerlemeye niyetli olmadıkları anlaşıldığında da tüm askerlere sıradan çıkmaları emredildi. Bataklığın çevresine bir sıra okçu yerleştirildi, çok geçmeden bir grup Mısırlı okçu da karşı uçta yerini aldı. Büyük ateşler yakılıp yemek için hazırda bulunsun diye önceden getirilen çok sayıda öküz kesildi.
“Mısırlılar şu yaptıklarımızı görse çok öfkelenirlerdi,” dedi kral oğluna, “çünkü taptıkları en önemli tanrılar arasında öküz de bulunuyor.”
“Büyükbaş hayvanların tanrı olduğuna gerçekten inanıyor olabilirler mi baba?” diye sordu Amuba şaşkınlıkla.
“Bu hayvanları tam anlamıyla tanrı olarak görmüyorlar oğlum, daha ziyade tanrılarının gözünde kutsal olduğunu düşünüyorlar. Aynı şekilde kedilere, kargalara ve daha birçok hayvana da hürmet ediyorlar.”
“Ne kadar tuhaf!” dedi Amuba. “Persler ve bizim gibi ekinleri büyütüp bolca bereket bahşeden, şüphesiz ışığın ve ısının kaynağı olan güneşe tapmıyorlar mı peki?”
“Bildiğim kadarıyla hayır ama düşmanlarına karşı kendilerine zafer bahşettiğine inandıkları çok sayıda tanrı olduğunu biliyorum oğlum.”
“Her zaman bahşetmiyor,” dedi Amuba, “topraklarımızı fethetmeye çalıştıklarında dört kez püskürttük onları. Belki de bizim tanrılarımız onlarınkinden daha güçlüdür.”
“Olabilir oğlum ama sanırım tanrılar sayıca daha kalabalık ve cesur olan ordulara zafer bahşediyor.”
“Yani hiç karışmıyorlar, öyle mi baba?”
“Öyle bir şey diyemem oğlum, tanrıların işlerine aklımız ermez. Her milletin kendine ait bir tanrısı var, bir millet bir diğerini yenebildiğine göre ya bazı tanrılar diğerlerinden daha güçlü ya da kendilerine ibadet edenleri yok olmaktan kurtarmak adına bir müdahalede bulunmuyor. Ama bunlar bizim aklımızın alabileceği şeyler değil. Bizim yapmamız gereken tek şey yiğitçe üstümüze düşeni yapmak; böylece Mısırlıların güvendiği boğalardan, kedilerden ve diğer hayvanlardan korkmamıza hiç gerek kalmaz.”
Kral birkaç saat boyunca tüm birliklerin toplandığından ve nizamlı bir şekilde silahlandırıldığından emin olmak için komutan ve liderlerle bölükleri gezip her birliğin liderini sabah olduğunda yerlerini almaları konusunda bilgilendirdi ve askerleri cesaretlendirip canlandırmak için elinden geleni yaptı. Tüm bunlar bittiğinde kral kendisi için hazırlanmış olan bir post yığınının üstüne oturup oğluyla ciddiyetle uzun uzun konuştu ve bu savaşta başına bir şey gelirse gelecekte halkını nasıl yöneteceğine dair tavsiyeler verdi.
“Sen benim vârisimsin,” dedi, “ülkemizin geleneklerine göre taht babadan oğula geçer. Sekiz, on yıl kadar daha hayatta kalırsam sonrasında elbette yerime sen geçeceksin ama olur da yarın ölürsem ve Mısırlılar topraklarımızı ele geçirirse, o zaman her şey değişir. Bu durumda halkın asıl ihtiyaç duyacağı kişi, onları uzun sürecek bir direnişe hazırlayacak ve Mısırlılar bu bitmek bilmez savaştan bıkıp bizlere boyun eğdirme fikrinden vazgeçerek dikkatlerini daha uysal bir halka yönlendirene kadar onlara öncülük edecek bir askeri lider olacaktır.
Bu iş için sen çok gençsin, halk da liderlik konusunda Amusis’e ya da diğer komutanlarıma bel bağlayacaktır. Çabaların sonucu başarılı olursa Amusis’i kralları olarak seçeceklerdir. Bu durumda halkın tercihine karşı gelmek yerine boyun eğmen daha iyi olacaktır Amuba. Senin gibi bir delikanlının halkın seçtiği muzaffer bir ordu komutanına karşı asla kazanma şansı olamaz, ona karşı çıkarsan yalnızca anneni ve kendini yıkıma sürüklemiş olursun.
İnan bana, bir kralın yaşamını kıskanmana hiç gerek yok, ülkenin soylularından biri olarak senin konumun bir kralınkinden çok daha iyi olacaktır. Halkın dileği karşısında göstereceğin içten bir rıza onların dostluğunu kazandıracaktır sana, böylece benden sonraki kralın ölmesi durumunda seni yeni kralları olarak seçebilirler. Benim ölümümden sonra liderlik konumuna kim gelirse gelsin onun dostluğunu kazanmak adına emirlerine tereddütsüz ve içten bir şekilde itaat edip herkese örnek teşkil etmek için elinden geleni yap. Hırslı bir adamın bir delikanlıyı ortadan kaldırması zor olmaz, can güvenliğin tamamen kralın seni rakibi olarak görmesine yol açabilecek bir sebep vermemene bağlı.
Tüm bu tavsiyelere ihtiyacının olmayacağını, yarınki savaştan galip çıkacağımızı umuyorum ama yenilirsek benim kurtulma şansım oldukça düşük, bu yüzden de başına gelebilecek her şeye karşı hazırlıklı olmalısın. Tavsiyelerime uymana rağmen kim olursa olsun, halkın seçtiği liderin sana kötü davrandığını fark edersen ülkenin sınır bölgelerine çekil, olabildiğince büyük bir kalabalık toplayıp – her zaman türlü maceralara atılmaya hazır, kabına sığmaz bir sürü insan bulabilirsin – batının en uç noktasına git ve atalarımızın birçoğunun geçmişte yaptığı gibi bu insanlarla oraya yerleşip bir krallık kur.
Oraya giden kimse şimdiye dek geri dönmedi, demek ki yerleşecek bir yer buldular çünkü savaşçı halklarla karşılaşıp yenilselerdi en azından bir kısmı geri dönerdi ama günümüze kadar bizlere aktarılan efsanelere göre doğudan gelen kabileler hep batıya, bilinmeyen diyarlara akın etmişler, şimdiye dek hiçbir grup geri dönmemiş.”
Babası o kadar ciddiydi ki Amuba uyumak için kat kat postlardan oluşan yatağına yattığında gün boyu içinde bulunduğu ruh halinden çok farklı duygularla doluydu. Annesinin önsezileri neredeyse hiç aklına gelmedi, Rebu’nun daha önce de olduğu gibi Mısırlıları yeneceğine kesin gözüyle bakıyordu ama babasının ses tonundan onun da savaşın ne şekilde sonuçlanacağından hiç emin olmadığını anladı.
Şafak söktüğünde Rebu ordusu silahlarına sarıldı, bir saat sonra da kalabalık Mısır ordusunun yaklaşmakta olduğunu gördüler. Yamacın kenarına varıp akarsuya doğru inmeye başladıklarında kral askerlerine bataklığın kıyısına ilerleyip oklarıyla ateş açmalarını emretti.
Havaya atılan oklar bataklığın kenarına henüz varmış olan Mısırlı askerlerin üzerine yağdı. Açılan ateş öylesine dehşet vericiydi ki Mısırlılar geri çekildi ve yamacın yarısını tırmanıp Rebu askerlerinin erişemeyeceği bir noktaya sığındılar, bunun üzerine karşılık olarak onlar da oklarını fırlattı. Mısırlı okçuların üstünlüğü anında belli oldu. Çok güçlü yayları vardı; İngiliz okçuların Crecy’de yaptığı gibi yan yana ilerleyerek bir çıkıntıya vardılar ve böylece oklarını, yayı yalnızca göğüs mesafesinde çekmeye alışkın olan düşmanlarından çok daha büyük bir uzaklığa fırlatabildiler.
Mısırlıların ilk hücumuyla birçok Rebu askeri öldü, ok fırtınası devam ettikçe bu mesafeden Mısırlılara pek zarar veremeyeceklerini fark eden askerler yan taraftan yamaca tırmanıp yarı yolda durdular. Çok