“Ben olacağım,” diye karşılık verdi Thorgils. “Sen kralın sarayında el üstünde tutulduğundan ellerini kan lekesinden uzak tutmalısın, o yüzden bu intikamı ben tek başına halledeceğim. Klerkon’un o gün gemide katlettiği kişi benim babamdı ve intikamı almak da benim görevim.”
Bunun üzerine Olaf başını salladı.
“Öyle olmayacak,” dedi. “Thoralf benim üvey babam sayılırdı ve onu acımasızca ölüme gönderen adamla yüzleşmekten korkmuyorum. Katiline bunu ödetecek kişi sen değil ben olmalıyım.”
“Her zamanki gibi acelecisin!” diye bağırdı Thorgils. “Dikkatli olmayı hiç öğrenmeyecek misin? İçin rahat olsun. Ben başarısız olursam üvey kardeşliğin gerektirdiği gibi intikamımı alma sırası sende olacak. Şimdi bana iyi bir silah getir, zira elimde meşe sopasından başka şey yok.”
“İyi silah istemene gerek yok,” dedi Olaf ve mavi pelerinin altından küçük kılıcını çıkarıp Thorgils’e uzattı. “Yeni küçük kılıcımı al ve iyi bir amaç için kullan. Ama Klerkon konusunda belki de senden önce ben gelmeliyim. Odin seninle olsun!”
IV
KLERKON’UN ÖLDÜRÜLÜŞÜ
Oyunlar başladığında sabahın henüz erken saatleriydi. Kapının ardındaki, çitlerin alanı çevrelediği büyük düzlükte yapılıyordu. Güneşli tarafta Valdemar’la Allogia’nın kaldığı, Sigurd Erikson da dahil pek çok misafir ve saray mensubunun ziyaret ettiği kral çadırı duruyordu.
Uzun bir süre Kraliçe’nin yanında oturan Sigurd, genç Olaf’ın içeride durduğuna inandığından sakin kaldı ve ringin içindekilere pek dikkat etmedi. İlk olarak sıçrama maçları oynandı. Olaf henüz tam yetişkinlerle yarışacak kadar uzun ve kendi boyunda, karşısına gelecek kadar yetenekli gençler olmadığından bunlara katılmadı. Aynı şekilde kılıç karşılaşmalarına da katılmadı. Ama sonunda uzun yay yeteneklerine sıra geldi. Okçular alanın en sonundaydı, Sigurd aralarında inatçı yeğenini arasa da yüzleri çadırdan görülemiyordu. Ne var ki Kraliçe Allogia ondan çok daha iyi görüyordu.
On sekiz yaşından küçüklerin sırası gelene kadar bekledi, ardından dikkatli gözlerle izledi. Çok geçmeden aradığı genci seçti; oğlanın iyi nişan aldığı oku hedefi doğrudan vurana ve zaferi ilan edilene kadar gözlerini üzerinden ayırmadı. Sonra Olaf reverans yapmak üzere çadırın önüne geldiğinde Sigurd onu gördü ve Viking Klerkon’un Kral’ın misafirleri arasında olduğunu bildiğinden çok öfkelendi.
Olaf yaklaşınca Klerkon’a tam olarak yabancı gelmediği belli oldu. Hatta uzun, altın rengi saçları ve daha iyi kıyafetleri olmasa geçen yaz Viking gemisinin geçme iskelesinde bıçak gösterisi yapan kişi olduğunu anlardı. Ancak Klerkon sadece oğlanın uzun yay yeteneklerini takdir edip ne kadar iyi bir savaşçı olduğunu düşündü. Aklında bu düşüncelerle koşu yarışına katılıp rakiplerine birkaç kilometre fark atan Olaf’ı yakından izledi.
Yarışta birinci gelen Olaf bir kere daha çadırın önüne geldi ve Kraliçe ona hak ettiği ödülü verdi.
Gümüş kabzalı kılıcı Allogia’nın ellerinden alırken Vikingler’den biri Klerkon’un yanına giderek onunla konuştu.
“Efendim, geçen yaz Hersir Sigurd’la aynı gemiye bindiğimizde köle olan çocuk bu. At dövüşümüzün ödülü olacak çocuk da bu değil miydi?”
Böylece Klerkon oğlana daha dikkatli göz gezdirdi ve onu açık renkli saçları kesilmiş halde, şimdiki kaliteli olanlar yerine beyaz köle kıyafetleri içinde hayal etmeye çalıştı.
“Gerçekten o!” diye yanıtladı. “Şimdi aklıma birinin birkaç yaz önce Alland adasında diğerleriyle birlikte yakaladıklarımız arasında olduğunu söylediği geldi. Onu Estonya’ya getiren bizdik. Onu gemimize almak için neler vermezdim! Thor’un çekici üstüne yemin ederim ki at dövüşünde onu kazanamazsam zorla alacağım!”
Bunun ardından Sigurd Erikson’un yanına giderek ona oğlanı hatırladığını söyledi. Sigurd’un rengi bir hayli attı ve Olaf’ı zorla içeride tutmadığı için kendini suçladı.
Tam öğle vaktinde Kral’la Kraliçe çadırdan ayrılınca Sigurd katılanların girişine giderek Olaf’ı aradı ve nihayet buldu. Oğlanla oldukça ciddi konuşarak ona Viking’in kendisini tanıdığını anlattı ve tekrar alana çıkma konusunda uyardı. Durumun ciddiyetini artık kavrayan Olaf güreşe katılmamayı kabul edip bundan sonra kendisini gösterme konusunda daha dikkatli olacağına dair söz verdi.
“Korkarım ki,” dedi Sigurd, “iş işten geçti. Gelecekteki refahın, mutluluğun, babanın krallığında hak iddia edecek olman… bunların hepsi bu at dövüşüne bağlı. Viking Klerkon’un atı Sleipner’i yenerse yapacağımız bir şey kalmaz. Kazananla gitmek zorundasın.”
Bunun üzerine Olaf neredeyse alay edercesine gülümsedi.
“Korkma, sevgili akrabam,” dedi. “Klerkon ödülünü almak için gelirse bulamayacak. Ama zaten gerek de olmayacak. Sleipner’in methedildiği kadar iyi bir at olduğunu gördüm ve adil bir dövüşte yenilmeyeceğini biliyorum.”
“Pek yakında göreceğiz,” diye karşılık verdi Sigurd. “Bu arada, dövüşü seyretmeye niyetin varsa yalvarıyorum Vikingler’den olabildiğince uzakta dur. Ve bittiğinde sonuç ne olursa olsun nehre doğru git ve yaşlı Grim Ormson’un kulübesinde gizlen. Orada Vikingler gidene dek güvende olursun.”
Olaf saklanmayı düşünmüyordu. Klerkon’dan korkmuyor, atı başarılı olsa dahi Viking’in bunca derde girip ödülünü almaya çalışacağını zannetmiyordu. Olaf atın İngiltere’den geldiğini duymuştu ve o kadar uzaktaki bir ülkeden iyi bir şey geleceğine inanmıyordu. Diğer yandan dayısının atı Gardarike’nin her yerinde nam salmıştı; herhangi bir yarışta veya dövüşte yenilmemişti. O halde neden bu yarışmanın sonuçlarından korksundu ki?
Fakat Sigurd Erikson daha akıllıydı, küheylanının en azından kendine denk biriyle karşılaşacağının farkındaydı. Daha önce Viking Klerkon’un Sleipner’in karşısına koyduğu kadar güçlü ve vahşi bir hayvan görmemişti.
Ringe pek çok at getirildi, hepsi birbiriyle karşılaştırmak üzere çift halinde ortaya koyuldu. Her atın peşinde onu destekleyen ve bir sopa yardımıyla yürüten sahibi veya terbiyecisi vardı. Kuzeyliler için at dövüşü, iki erkek arasındaki dövüşten sonra en sevilen eğlence olduğundan seyirci kalabalığı bir hayli fazlaydı. Ancak başta atların çoğu dövüşmeyeceği, diğerleriyse kolayca yenileceği için heyecan yok gibiydi. Nihayet Sleipner ve İngiliz at ortaya getirildi. Salıverilince ikisi şiddetle karşı karşıya geldi ve hemen sonra hem haşin hem de uzun, müthiş bir dövüş başladı. İnsanların sopalar kullanarak onları kışkırtmasına bile pek gerek kalmadı. İki at arka ayaklarının üzerinde kalkarak yeleleri, boyunları ve omuzları parçalanıp kanayana dek birbirlerini vahşice ısırdılar. Hayvanlar sık sık ayrıldı ancak hemen sonra daha büyük bir şiddetle dövüşe döndüler. On iki raunt bitene kadar dövüş devam etti. Ardından Klerkon’un atı Sleipner’in alt çenesini yakaladı ve bir daha bırakmayacakmış gibi görünene dek ısırmaya devam etti. Adamlardan ikisi hızla yanlarına gitti, kendi atlarını tuttular ve Sleipner yorgunluktan ve zorlu dövüşten düşünce onları dövüp ayrılmaya zorladılar. Bunun üzerine Vikingler yüksek sesle tezahürat etti.
Kral Valdemar hakemdi ve dövüşün bittiğini, sekiz rauntta zaferini kanıtlayan Klerkon’un atının kazandığını ve idarecinin atının artık iyi durumda olmadığının açık olduğunu