“Savaştan sonraki ziyafette saçları kesilmiş ve taranmıştı. Ona eskiden Harald Şokkafa diyen adamlar artık bu yeni güzelliğinden büyülenmiş halde ona Harald Güzelsaç diye sesleniyorlardı. Yapması gerekeni yaptıktan sonra Gyda’yla evlendi ve karısı ölene dek beraber yaşadılar.
“O günden sonra,” diye devam etti Sigurd, “Harald Güzelsaç büyük bir titizlikle ülkesini yönetti ve öyle ciddi vergiler koydu ki çoğu soylu ve kibirli olan halkı bundan memnun olmadı ve denizin karşısında yeni yuvalar aramak üzere Norveç’i terk etti. Birçoğu Viking olarak sularda dilediğince dolaştı, diğerleri batıdaki Faroe Adaları’na yelken açtı, bazıları Shetland ve Orkneys’e yerleşirken bazıları da kuzeye, zengin ülke İzlanda’ya gitti. Ama Harald, hâkimiyetinden kaçan bu maceracıları takip edip sonucunda tüm o adaları egemenliği altına aldı.”
İdarecinin öyküsünün bu kısmında Kraliçe sabırsızlıkla kıpırdanıp şöyle dedi:
“Bunlar pek iyi olabilir, Hersir Sigurd. Ama bu hikâyenin Ole’ninkiyle alakasını anlayamadım.”
“Alakasını yakında göreceksiniz,” diye karşılık verdi Sigurd. “Ama dilerseniz kısa keserim.”
“Yok, istediğin gibi anlat,” dedi Kraliçe. “Vaktim önemli değil.”
“O halde bilmelisiniz ki,” diye devam etti Sigurd, “Kral Harald Güzelsaç’ın Gyda dışında pek çok karısı vardı. Bu yüzden bir sürü de oğlu oldu. Bu çocukların erkekliğe adım atmaları onun için ciddi bir soruna dönüştü. Birbirlerini kıskanıyorlar ve sürekli kendi aralarında yarışıyorlardı. Anlaşmazlıklarının esas nedeni Harald’ın hepsinden üstün tuttuğu oğlu Erik’e duydukları kıskançlıktı.
“Erik daha oğlan çocuğuyken, yani Ole’nin yaşlarındayken babası ona beş savaş gemisinin kontrolünü verdi ve Erik, seçilen kuvvetli bir savaşçı ekibiyle kıyılarda Vikinglik, yağma, soygun, savaş yaptı ve gemilerle nereye gitse kendisinden güçsüzleri katletti. Halkın huzuru için bir dehşet haline geldi; denizdeki ve karadaki cinayetleri sebebiyle Erik Kanlıbalta adını aldı.
Vahşi oğluna duyduğu aptalca sevgi yüzünden Harald Güzelsaç hayatı boyunca başardığı müthiş işleri bozacak bir şey yapmak zorunda kaldı. Norveç’in tamamını tek bir ulus haline getirmeyi becermişti ve bu iyi bir şeydi. Ama şimdi kendisine uygun olmayan bir şekilde büyük topraklarını bir sürü bölgeye ayırması gerekiyordu. Bu yüzden her oğlunu kral yaptı ve her birine, kendisi öldükten sonra Erik Kanlıbalta’nın yönetimini kabul etmeleri şartıyla ülkenin bir kısmını verdi.
Ancak çok geçmeden bu mantıksız hareket oğullarının daha da beter münakaşa etmelerine neden oldu. Aralarından sadece biri kendi payının gönül rahatlığıyla tadını çıkarıp huzuru korudu. Bu Kraliçe Swanhild’in oğlu Olaf’tı. Kral Harald ona Norveç’in güneyindeki Viken ülkesini vermişti. Olaf, Triggvi’nin babası ve karşınızda duran oğlanın dedesiydi.”
Bunun üzerine Allogia’nın gözleri, karşısında tembelce uzun, altın bukleleriyle oynayarak rahat bir şekilde oturan genç Olaf’a sabitlendi.
“Gerçekten de tahmin etmiştim,” dedi, “bu oğlanın kanında krallık olduğunu biliyordum. Böyle ipeksi saçlar, açık renk ten ve güzel mavi gözler düşük sınıftan gelen birine ait olamaz. Ve şimdi anlıyorum ki Yul vaktindeki ziyafette Kral’ın annesinin Holmgard’a geleceğini ve ünlü bir prens olacağını söylediği kişi oydu.” Bunu söylerken oğlana tatlı tatlı gülümsedi. “Şimdi hersir,” diye ekledi, “efsanenin geri kalanını dinleyeceğiz.”
Sigurd banktan kalkıp ellerini arkasında bağlayarak ileri geri dolanmaya başladı.
“Kral Harald’ın oğulları arasında,” dedi, “en hırslısı ve kardeşlerinin hayranlığını kazanmak için en çok savaşan Erik Kanltıbalta’ydı. Mücadelesi boyunca adaletsizlik yaparken tereddüt etmedi. Hainliğe, hatta cinayete başvurdu. Önce büyücü olduğu söylenen erkek kardeşi Rangvald Çıngırakkemik’i öldürdü. Ardından kardeşi Biorn’u öldürdü çünkü kendisini biat etmeyi ve haraç vermeyi reddediyordu. Erik yasaları kendi eline almaya izinliyken Harald’ın oğullarından hiçbiri güvende değildi, bu yüzden kardeşlerden ikisi ziyafet verdiği bir çiftlik evini ateşe vererek Erik’i öldürmeye çalıştı. Ama Erik dört adamıyla kaçarak babasının korumasına sığındı ve bir süre barış sağlandı.
Kral Harald Güzelsaç’ın yaşlıyken doğan, Hakon adında küçük bir oğlu vardı ve çocuk yıllar sonra ülkede müthiş bir adam olarak ün kazandı ve İyi Hakon adını aldı.
O günlerdeki İngiltere Kralı’nın adı Muzaffer Athelstane’di ve Harald Güzelsaç’ın gücünü kıskandığından Norveç’e, Kral Harald’a hediye olarak değerli bir kılıç taşıyan elçisini gönderdiği söyleniyordu. Bu kılıcın kabzası altından ve değerli mücevherlerden yapılmış ve bıçağı iyi tavlanmıştı. Elçi, Harald’ın kaldığı Thrandheim’deki Lade’e gitti ve dedi ki: ‘İşte İngiltere Kralı’nın size gönderdiği ve kabul etmenizi umduğu kılıç.’ Kral kılıcı eline aldı. Ardından elçi tekrar konuştu: ‘Kralımızın istediği gibi kılıcı aldınız ve böylece onun kılıcının sahibi ve vasalı oldunuz.’
Kandırıldığına sinirlenen Harald, Kral Athelstane’e bunu nasıl ödeteceğini düşünüp durdu, o yüzden sonraki yıl genç oğlu Hakon’u bir gemide, müthiş bir berserker ya da şampiyon olan Hawk ve otuz savaşçıyla birlikte İngiltere’ye gönderdi. Kralı Londra şehrinde buldular ve silahlarını kuşanmış halde oturduğu ziyafet salonuna girdiler. Hawk, çocuk olan Hakon’u alıp Kral Athelstane’in dizine yerleştirdi ve şöyle dedi: ‘Norveç Kralı sizden bu çocuğa bakmanızı istiyor.’
Athelstane fena halde kızmıştı, yanında duran kılıcını aldı ve oğlanı öldürecekmiş gibi çekti. Bunun üzerine Hawk dedi ki: ‘Dizinize koyulan çocuğu isterseniz öldürebilirsiniz ama Kral Harald Güzelsaç’ın oğullarının hepsinin sonunu getiremezsiniz.’
Çocuğuna bakan kişi, çocuğun babasından daha az soylu sayıldığından Norveç Kralı, İngiltere Kralı’na misilleme yapmış oldu. Mamafih, Kral Athelstane çocuğu yanında tutup iyi de yetiştirdi. Sonrasında küçük Hakon’la nazikçe ilgilendi, ona iyi ahlak ve her tür maharet öğretti ve nihayetinde onu kendi soyundan biri kadar sevdi. Hakon, İngiltere’de İskandinav tanrılarına duyduğu inancı terk ederek herkesin Hıristiyan olduğu, Thor’la Odin’in gücünün olmadığı topraklarda Beyaz İsa’ya tapınır oldu.
Hakon İngiltere’deyken ağabeyi Erik Kanlıbalta Viking gemileriyle İskoçya, Galler, İrlanda, Normandiya ve Finlandiya’nın kuzeyi gibi pek çok yere savaşa gitti. Ve Finlandiya’da gezileri boyunca görmediği güzellikte bir kadına rastladı. Adı Gunnhild’di ve Finlerin arasında her tür büyücülük ve cadılığı öğrenmişti. Erik bu kadınla evlendi ve sonrasında Gunnhild Norveç’e Erik’ten daha çok kötülük yaptı. Kocasını hainliğe ve şiddete başvurması için cesaretlendiren, böylece herkes tarafından hor görülmesine yol açan bir kötülük dehasıydı.
Yıllardır hasta olan Güzelsaçlı Harald artık hükmetmenin yükünü taşıyamayacağını ilan ettiğinde Gunnhild sevindi. Kral artık seksen yaşındaydı. Tahtına oğlu Erik’i geçirdi ve onu kral yaptı, böylece Gunnhild kraliçe olup kötülüğünü dilediği gibi gerçekleştirebildi.
Üç