Şanlı Olaf. Robert Leighton. Читать онлайн. Newlib. NEWLIB.NET

Автор: Robert Leighton
Издательство: Maya Kitap
Серия:
Жанр произведения:
Год издания: 0
isbn: 9786258361346
Скачать книгу
dair söz de vermeyeceğim. Zinciri boynumdan çıkarmayabilirsin. Sözümden daha kolay bozulur.”

      Sigurd oğlana bakarak gülümsedi.

      “Sanırım,” dedi, “birazcık daha temiz olsan sana daha çok hayran olurdum. Burada akarsu var. Girip kendini yıka.”

      “Zinciri sökmeden kıyafetlerimi çıkaramam,” dedi Olaf, “ve zincir sökülürse atının bile takip edemeyeceği bir yere kaçarım. Ama bir iyilik yaparsan kendimi temizleyeceğime ve sonrasında zinciri tekrar takacağıma söz veririm.”

      “Ne iyiliği istiyorsun?” diye sordu Sigurd.

      “Şöyle ki,” dedi Olaf, “meşru kölen olduğuma ve istediğin yere gitmek zorunda olduğuma göre sen de Tüccar Biorn’un yanına gidip üvey kardeşim Thorgils’i satın alacaksın.”

      Sigurd atından indi ve birden Olaf’ın boynundaki zinciri çıkardı, hatta fistanıyla yün gömleğini çıkarmasına bile yardım etti. Olaf karşısında çıplak kalınca da geri çekilerek oğlanın teninin solukluğuna, yapılı kaslarının sertliğine, hatlarının kusursuz güzelliğine hayranlıkla baktı.

      Yanında mola verdikleri akarsu derin, temiz bir suydu; yüksekteki çağlayan içine kremsi köpükler akıtıyordu. Olaf hafifçe yosunlu taşlara doğru koştu ve çok iyi tanırmışçasına suya daldı. Sigurd onun çocuksu bir neşeyle dönüp su sıçratmasını izledi. Oğlan bazen suyun kahverengi derinliklerinde kayboluyordu ama hemen sonra beyaz vücudu sakince yüzeyde süzülüyor ve güneş ışınlarının gökkuşağı oluşturduğu şelalenin serpintisinin arasında ortaya çıkıyordu. Olaf nihayet sudan çıktı ve kuruyana kadar çimlerin üzerinde ileri geri süratle koşturdu. Ardından yeni efendisine dönerek yün gömleğini aldı. Ancak giysisi yerinde yoktu.

      Sigurd, “Kralın oğlunun köle işaretleriyle lekelenmiş bir elbise giymesi yakışık almayacağından kıyafetlerini attım,” dedi.

      Kendi omuzlarından kırmızı kumaştan biniş pelerinini çıkararak devam etti. “Al bu pelerini giy. Kasabaya vardığımızda sana daha uygun kıyafetler, ayağına sandaletler ve başının güneşten korunması için bir şapka alacağım.”

      Olaf kızararak pelerini aldı ve hiçbir şey söylemeden üzerine giydi. Sonra zincirin bitimine giderek efendisine boynuna bağlamasını gösterdi. Sigurd zinciri takarak tekrar atına bindi.

      Vadi boyunca denizden biraz uzaklaştıklarında onları bekliyormuş gibi görünen üç silahlı atlıyla karşılaştılar. Sigurd, Olaf’ı onlara verip onu güvende tutmaların emrederek kendisi de önden atla devam etti. Kısa süre sonra en tepede mavi deniz manzarasıyla, ardından ahşap kulübelerin uçurumların kenarında yuvalandığı küçük kasabaya vardılar.

      Kasabaya girdiklerinde Sigurd’un hizmetlilerinden ikisi Olaf’ı bir tüccarın evine götürdü ve orada ona kızarmış yumurta ve buğday ekmeği vererek öğle vaktine kadar yanlarında kalmasına izin verdiler; onunla asla konuşmayıp yalnızca sayısız satranç maçı yapar, boynuzlar dolusu bira içerken onu seyrettiler.

      Olaf kapı dikmesine zincirlenmiş halde yerde otururken yeni efendisinin kendisini nereye götürmeye niyetli olduğunu merak etti ve aklına Norveç’ten başka bir yer gelmedi. Gunnhild’e götürmeyecekse adam onu niye almıştı ki? Bunun üzerine nasıl kaçacağını sorgulamaya başladı. Ve kararını hızla verdi. Denize açıldıklarında zincirlerinden kurtulup karaya kadar yüzmek üzere suya atlayacaktı. Ancak sonra bunu yaparsa dünyada yapayalnız kalacağını, hiç kimsenin onun Triggvi Olafson’un oğlu olduğuna inanmayacağını ve belki de yine esir alınacağını fark etti. Thorgils yanında olsaydı birlikte başarabilirlerdi, zira Thorgils dünya konusunda son derece bilgiliydi; ikisi de yeterince büyüyüp bir Viking gemisine katılana ve ün ve güç kazanana dek yiyecek ve barınak bulabilirdi. Fakat Thorgils Estonya’da kalırsa kolay olmayacaktı. Onsuz hiçbir şey yapamazdı. O yüzden Olaf gemiye götürülmeden önce, yani hemen kaçmaya çalışmanın daha mantıklı olacağını düşündü.

      Boynundaki zincir sıkıydı ve arkadan takılmıştı, yani çıkacak sesle adamları şüphelendirmeden çıkarması mümkün değildi. Zincirin diğer ucuna baktığında kolayca çözülecek şekilde bağlandığını gördü. Adamlar oyunlarına devam ederken çok yavaşça kapı dikmesine yaklaştı. Ne var ki daha fazla hareket edemeden dışarıdan at sesleri geldi. İki adam oturduğu yerden kalktı. İçlerinden biri kapıya gidip bir yığın kıyafetle geri döndü, onları yere atıp Olaf’a giyinmesini emretti. Olaf hemen elbiselerin iyi dokuma olduğunu görerek meraklandı. Eski efendisinin oğlu Rekoni bile böylesi zengin kıyafetler giymemişti ve bir köle olarak böyle süslü giyinmesi tuhaf geliyordu.

      Bugüne kadar fakir bir kölenin kıyafetlerinden başka bir şey giymemiş olduğundan zorlanarak giyinmişti ki dışarıdan tiz bir boru sesi geldi. Ardından adamlardan biri yaklaştı ve sandaletlerinin bağcıklarıyla pelerinini bağlamasına yardım ederek onu aceleyle avluyla çıkardı. Orada üç at bekliyordu. Adamlar atlardan çok tüylü, kahverengi midilliyi işaret ederek Olaf’a binmesini söylediler.

      “Süremem,” dedi oğlan.

      “Yolculuğumuzun sonuna erişmeden çok önce sürmeyi öğreneceksin,” diye karşılık verdi adam. “Ve düşmekten korkmayasın diye atın sırtına güçlü iplerle bağlanacaksın.”

      “Yürümeyi yeğlerim,” diye karşı çıktı Olaf.

      “Köleler efendilerine boyun eğmelidir,” dedi adam ve ata binmesine yardım etmek için oğlanı tuttu. Ama Olaf gözlerinde ani bir isyanla hemen yana çekildi.

      O anda bir grup atlı göründü; başlarında Sigurd Erikson vardı ve onu çuvallarca yiyecek ve mal yüklü katırlar takip ediyordu. Adamların her biri kılıçlar, kalkanlar, yaylar ve oklarla kuşanmıştı. Bu kadar atı bir arada gören Olaf varış yerleri neresi olursa olsun kara yoluyla gideceklerini anladı. Onlar yaklaşır ve dururken gözleri süratle adamların arasında Thorgils Thoralfson’u aradı. Evet, üvey kardeşi gerçekten de aralarındaydı! Katırlardan birine binmişti, güneş ışığı beyaz fistanına ve eğdiği başına vuruyordu. Bunun üzerine Olaf, efendisi sözünü tuttuğu ve Thorgils esirliğine eşlik edeceği için sakinleşti. Belki bugün değildi ama bir gün konuşabilecek ve bir kaçış yolu bulabileceklerdi.

      Güzel, beyaz atına binen Sigurd etrafında korumaları olan bir krala benziyordu. Olaf’ın midillinin sırtına sıçrayışını izledi ve adamların oğlanı iplerle bağladığını gördü. Aralarından biri zincirin ucundayken diğeri midillinin yularını tuttu ve böylece genç köle iki yanında atlı birer korumayla kapılardan geçti.

      Kısa süre sonra yedi uzun yıldır köle olarak yaşadığı kasaba ve çok sevdiği deniz arkasında kaldı. Sigurd ve yanındakiler güneye, tepelere doğru at sürdüler, ardından seyahat etmeyi zorlaştıran büyük kaya parçalarıyla kaplı uzun, kasvetli vadilerden geçtiler. Onlara rehberlik eden sadece dar bir at yolu vardı, çok geçmeden o da çayırların içinde kayboldu ve arazi insan izine rastlanmayan ıssız bir hiçliğe dönüştü; bir tek çıplak, sarp tepeler ve ara sıra görünen aşağıdaki topraklara dökülen akarsular vardı. Olaf yorgun hissetmeye başladı, midillinin sert zemindeki sıçrayışları alışık olmayan uzuvlarına acı verdi. Ancak sonunda sıcak güneş altın rengi bir aleve dönüştü ve ilk günkü yolculukları sona erdi.

      Büyük çam ağaçlarını sığınak edinerek geniş, derin bir akarsuyun yanında durdular. Atların ve katırların yüklerini alarak dolaşmalarına izin verdiler, fazla uzaklaşmasınlar diye köpekler onlara göz kulak oldu. Adamlardan bazıları çadır kurarlarken diğerleri ateş için kozalak ve kuru dal topladı, diğer ikisiyle efendilerinin para torbalarını korudular. Her şey hazır olduğunda herkese yiyecek ve içecek dağıtıldı.

      Gece