Sigurd arkasına geldi ve şöyle dedi:
“Neden bu kabukları suya bıraktın?”
Oğlan şaşırmış görünüyordu, mavi gözleri uzunca bir süre uzun boylu, tuhaf adamı izledi. Sonra cevap verdi:
“Çünkü bunlar Viking seferleri için dizdiğim savaş gemileri, hersir.”
Bu cevap Sigurd’u gülümsetti.
“Oğlum, zamanı geldiğinde,” dedi, “sen de büyük savaş gemilerini kontrol edebilirsin.”
“Ben de onu diliyorum,” dedi oğlan. “Böylece düşmanlarımdan intikamımı alabileceğim.”
“Böyle genç birinin düşmanlardan bahsettiğini pek duymam,” dedi Sigurd. “Kaç yaşındasın?”
“On.”
“Peki adın ne?”
Oğlan bir kere daha yabancının yüzüne; geniş, bronz ve altından tepeli miğferine baktı. Adamın büyük kılıcına ve masmavi kumaştan pelerinine de göz atarak haklı olarak soylu biri olduğunu tahmin etti. Dudaklarında bir gülümseme vardı ve gözleri kazanan birinin özgüveniyle hassas ve nazikti.
“Adım Olaf,” diye yanıtladı oğlan.
“Kimin oğlusun?” dedi Sigurd.
Bu soru üzerine Olaf dönerek çakıl taşlarını suya fırlattı ve ıslak ellerini kaba fistanına sildi.
Ardından yabancıya biraz daha yaklaşarak doğruldu ve martıların dahi duymalarından korkuyormuşçasına neredeyse fısıldayarak şöyle dedi:
“Ben Kral Triggvi’nin oğluyum.”
Sigurd irkilerek biraz geri gitti.
“Kral Triggvi’nin oğlu!” diye tekrar etti şaşkınlıkla. Sonrasında bir benzerlik ararcasına oğlanın yüzüne daha dikkatle baktı.
“Yine de,” diye karşılık verdi Olaf, “ne fark edecek? Aynı zamanda köleysem, günlük siyah ekmek ve sert at etinden oluşan öğünüm için çok çalışmam gerekiyorsa kralın oğlu olmak bir şey değiştirmiyor. Triggvi, Harald Güzelsaç ve diğerleriyle beraber Valhalla’da ve şu anda bana yardım edemez. Ama Odin’e şükür ottan bir yatakta inek gibi değil de cesur bir adam gibi elinde kılıçla öldü.”
“Sahiden de cesur, iyi bir adamdı,” dedi Sigurd. “Ama söylesene oğlum, elinde gerçekten Triggvi Olafson’un çocuğu olduğunu kanıtlayacak bir şey var mı? Henüz on yaşındayım dedin ama hatırladığım kadarıyla Triggvi tam on kış önce katledilmişti. Söylediğinin doğru olduğunu nereden bileceğim?”
“Sözlerimden başka kanıtım yok,” diye cevapladı Olaf gururla.
Sigurd onu elinden yakalayıp sahildeki bir kaya çıkıntısına götürdü ve karşısına oturtarak ona bu yabancı topraklarda nasıl esir düştüğünü anlatmasını buyurdu.
Olaf ona şöyle açıkladı:
“Dünyaya yetim olarak geldim,” dedi, “ve babamın sesini hiç duymadım. Ama annem sürekli bir kralın oğlu olduğumu ve değerimi kanıtlamam gerektiğini hatırlatırdı. Annemin adı Astrid’di. Ofrestead’de, Uplandler’de oturan güçlü adam Erik Biodaskalli’nin kızıydı. Triggvi’nin ölümünden sonra Kraliçe Astrid Viken diyarına sürüldü, orada Gunnhild’e teslim edilecek ve lanetli oğulları katledilecekti. Kaçak olarak pek çok yere seyahat etti. Yanında üvey babası Throlaf Gevşeksakal vardı. Yanından hiç ayrılmadı, başına ne gelirse gelsin ona yardım edip onu korudu. Kafilesinde birkaç güvenilir adam daha vardı, o yüzden herhangi bir zarar görmedi. Nihayetinde Rand’ın fiyordunun ortasındaki bir adacığa sığındı ve günlerce orada saklandı. Ben o adacıkta doğdum, üzerime su serpip bana babamın babasının adını verdiklerini söylediler. Ama günler kısalıp geceler bitkinleşerek uzadığında ve kış havası üzerimize çöktüğünde annem saklandığı yerden çıkarak yanındakilerle birlikte Uplands’e doğru yolculuğa çıktı, gecenin korumasıyla seyahat ettiler. Ve birçok zorluktan ve tehlikeden sonra babasının ikamet ettiği Ofrestead’e geldi ve oraya yerleşti.
“Ben henüz kundaktaki bebek olduğumdan bunları çok az hatırlıyorum. Size anlattıklarımı üvey kardeşim, Tüccar Biorn’un kölesi olan Thorgils öğretti ve benden büyük ve sadık Thoralf’ımızın oğlu olduğundan daha fazlasını anlatabilir. Thorgils, benim doğduğumu haber aldığında Gunnhild’in birçok silahlı ulak gönderdiğini ve Kral Triggvi’nin oğlunu aramaları, erkekliğe erişip babamın topraklarında hak iddia etmemi engellemek için Uplands’a gitmelerini emrettiğini söyledi. Ancak Erik’in arkadaşları ulaklardan vaktinde haberdar oldu; böylece Erik, Astrid’in gitmesini sağladı, yanına iyi rehberler vererek onu bir dostu ve güçlü bir adam olan Hakon Gamle’nin ikamet ettiği İsveç diyarına gönderdi, orada uzun bir süre huzurla yaşadık.”
“Sonra ne oldu?” diye sordu Sigurd. Oğlan durdu, oturduğu kayadan dolaşık, kahverengi bir yosun çekti ve parmaklarının arasında küçük hava keselerini sıkıştırdı.
“Beklenmedik bir şekilde,” diye devam etti Olaf, “Kraliçe Gunnhuild yine gizlice saklandığımız yeri öğrendi. İsveç kralına çok sayıda adamla beraber güzel hediyeler ve hoş sözler gönderdi, Olaf Triggvison’u Norveç’e geri göndermelerini rica etti; orada Gunnhild bana bakacak ve beni kralın oğlu olarak büyütecekti. Ve kral Ofrestead’e gönderilecekti. Ama annem Astrid, Gunnhild daha önce babamı aldattığı için bu işte bir hainlik olduğunu anladı ve babamın katillerine gönderilmeme asla izin vermedi, böylece Gunnhild’in ulakları elleri boş döndüler.
“O güne kadar üç kış yaşamıştım, uzuvlarım güçlenmişti; annem beni doğuya, Gardarike’ye doğru giden bir ticaret gemisine bindirdi; oradaki erkek kardeşi iyi bir adamdı ve annem onun ben babamın ölümünün intikamını alıp hak ettiğim mirası talep edeceğim yaşa gelene dek bize seve seve yardımcı olacağını biliyordu.”
Bu sözler üzerine Sigurd son derece üzülerek bir elini nazikçe Olaf’ın koluna koydu ve Kraliçe Astrid’in başına ne geldiğini ve yolculuğun sonunu görüp görmediğini sordu.
“Heyhat!” diye yanıtladı Olaf. “Bana söyleyemeyeceğim şeyler sormayın. Hâlâ hayatta olduğunu biliyorum. Ama buraya getirilip esir olarak satıldığımız kara günden beri onu ne gördüm ne de ondan bir haber aldım.”
Çocuk konuşurken kederle Viking gemilerinin yavaşça adacıkların gölgelerine ilerlediği denize baktı. Sigurd’un gözleri meraklı bir istekle ona çevrildi.
“Doğu Denizi’ne doğru yelken açtık,” diye devam etti Olaf, “ve gemimizde oldukça yüklü paraları ve zengin ürünleri olan pek çok tüccar vardı. Ve her zamanki gibi Thoralf ve oğlu Thorgils yanımızdaydı. Gemimiz güç bela kara görüşünden uzakta kalırken büyük bir Viking gemisiyle karşılaştık ve süratle üzerimize gelip önce oklar ve taşlarla, sonra da kalkanlar ve kılıçlarla denizcilerimize saldırdılar ve büyük bir savaş çıktı. Böylece Vikingler bir sürü adamımızı öldürüp gemimize ve içindeki her şeye el koydular. Tutsak alındığımızda korsanlar bizi kendi aralarında köle olarak paylaştılar ve bu olaydan sonra annemle ayrı düştük. Klerkon Düzyüz adındaki Estonyalı bir adam beni Thoralf ve Thorgils’le birlikte kendi payı olarak aldı. Klerkon, Thoralf’ın köle olmak için fazla yaşlı olduğunu ve işe yaramayacağını farz ederek acımasızca onu gözümüzün önünde katletti ve bedenini denize attı. Fakat ikimizi yanına aldı ve beyaz bir keçi karşılığında pazarda sattı. Sonrasında talihsizliğimizle baş