Sonra ölüleri yakma alanına bir kadın geldi. Bu kadın onun kraliçesinden başkası değildi. Yılan sokması nedeniyle ölen oğlunun cesedini getirmişti. İkisi de birbirini tanımamıştı zira kral şimdi ölü yakma yerindeki sefil hizmetçilerden biri olmuştu. Kraliçe ise kocasından uzun zamandır ayrı olmanın getirdiği üzüntüden bitap haldeydi. Ayrıca açlıktan ve sürekli yürümekten dolayı güzelliği yitip gitmişti. Sonra kraliçe, acı acı ağlayıp feryat ederek cenaze ateşine yaklaştı. Çocuğun asil yüzünü fark eden Harischandra, kendi oğluna bu kadar çok benzeyen bir çocuğu böyle küçük bir yaşta ölüme mahkûm eden zalim kaderi düşündü üzüntüyle.
Sonra bütün kaderine hayıflanan kraliçe şu sözlerle tanrılara isyan etti: “Krallığı elinden alındı, karısı ile çocuğu köle olarak satıldı. Kral Harischandra’nın tanrıların elinden çekmediği daha ne kaldı?”
Kral bu sözleri işitince karısını tanıdı ve haykırdı: “Bunlar gerçekten de benim karım ve oğlumdur!”
Sonra oracıkta yere yığıldı. O kadar değişmiş olmasına rağmen kraliçe de kocasını tanımış ve kendini kaybederek bayılmıştı. Çok geçmeden ikisi de kendine gelip yaşadıkları garip ve zor yazgıya dövünüp ağlamaya başladılar. Kendi gözleriyle gördüğü halde kocasının bu sefil dönüşümüne ve yaptığı rezil işe inanamayan kraliçe sordu: “Söyle bana, ey kral! Hakikaten uyanık mıyız yoksa bir kâbus mu bu? Gerçekten de şu göründüğün halde misin? Eğer bu doğruysa, dünyada dürüstlük ve erdem hiçbir işe yaramıyor ve tanrılara tapınmanın da hiçbir faydası yok demektir.”
Ardından kral iç çekerek ve titrek bir sesle başına gelenleri anlattı. Kraliçe de gözyaşlarıyla oğullarının ölümünü anlattı. Sonra ikisi çaresizliklerini göz önüne alarak birlikte hayatlarına son vermeye karar verdi. Kral, oğlunu ateş için hazırlanmış odun yığınının üzerine yatırdıktan sonra karısının elini tuttu ve derin bir şekilde Tanrı’yı düşünüp cayır cayır yanan ateşe atlamaya hazırlandı.
İşte o bunları düşündüğü sırada İndra ile Dharma’nın rehberlik ettiği diğer tüm tanrılar yaklaşarak Harischandra’ya seslendiler: “Ey, kral hazretleri! Biz tanrılar, yarı tanrılar, azizler ile ermişler, Nagalar ile Gandharvalarız! İşte düşmanlığını üç dünyanın birden hissettiği Viswamitra da yanımızda. Ama bilmelisin ki artık sana iyilik diliyor.”
Bunun üzerine kral bu saygıdeğer grupla tanışmaya gitti. İndra, Dharma ve Viswamitra ile konuştu. “Asil Harischandra, karınız ve çocuğunuzla birlikte göğe çıkınız. Hakikaten, buraya erişmesi güçtür ama erdemleriniz sayesinde siz bunu hak ettiniz,” dedi İndra.
O zaman göklerden bal özü ile muhteşem çiçekler yağdı ve ilahiler işitildi. Kralın oğlu da sağlığını tamamen kazanmış olarak ayağa kalktı. Babası hemen onu kucakladı. Kraliçe de eski sıhhatine kavuşmuştu. Sonra İndra onlardan göğe çıkmaları istedi. Fakat bu en alçaltıcı işleri yapmak dahi olsa vazifesine daima sadık olan Kral Harischandra durdu.
“Tanrıların kralı, efendime hissesini vermeden gidemem,” dedi.
O zaman Dharma şöyle dedi: “Bilmelisin ki Chandala bendim. Istırabını görünce seni sınamak için sefil bir serseri kılığına büründüm.”
Ardından İndra bir kez daha onlara seslenerek göğe çıkmalarını istedi. Ama ölçüsüz bir kederden kurtulmanın neşesini yaşarken dahi eski vazifesini ve onu sevmiş halkını unutmayan Harischandra şöyle cevap verdi: “Ey tanrıların kralı, lütfen sadık tebaam için size ricada bulunmama müsaade edin. Onları öylece bırakamam. Zira bir hükümdar için tebaasını terk etmek en büyük günahlardan biridir diye yazılmıştır. Benimle birlikte Swarga’ya gelmelerine izin verirseniz, memnuniyetle giderim. Ama bu mümkün değilse, onların yanında olmak için cehenneme gitmeyi yeğlerim!”
“Onların günahlarını göz önünde bulundur, zira pek çok günahları vardır,” dedi İndra.
“Yine de bir kralın ülkesini mutlu bir şekilde yönetmesi, kendi yeteneği kadar halkının da erdemi sayesindedir. Bu yüzden hükümdarlığım konusunda sahip olduğum faziletler, vatandaşlarıma ve bana ait sayılmalıdır. Ben göğe taşınacaksam, halkım da aynı şekilde göğe taşınsın.”
“Öyle olsun,” dedi İndra, Dharma ve Viswamitra. Böylece cennetin sakinleri, kralın tebaasına haber yollayarak onların da kralla birlikte göğe çıkabileceğini söylediler. İnsanlar da muzaffer bir şekilde göksel arabaları doldurarak yükseldiler. Tanrılar coşkulu bir sevinç içindeydi. Harischandra herkes tarafından övülüyordu. Sabrı sayesinde bilgenin gazabıyla maruz kaldığı çetin imtihana dayandığı gibi dostlarını sadakatle hatırlayarak onları da kendi ödülüne ortak etmişti.
Ne var ki kralın verdiği sınavın böyle mutlu bir sonla bitmesinden memnun olmayan birisi vardı. Bu kişi büyük ermiş Vasishtha’dan başkası değildi. Rahip olarak Harischandra hanedanıyla bağlantılıydı. Bu erdemli kralın kendi ülkesinden kovulduğunu ve Gadhi’nin oğlunun küstah kibrinin ona musallat olduğunu işitince öfkeden küplere binmişti.
“O erdemli, sorumluluk sahibi ve hayırsever kral tahtından indirilip şu sonradan görme tarafından tamamen düşkün hale getirilmiş demek! Viswamitra benim yüz oğlumu katlettiğinde bile bu denli öfkelenmemiştim. İşte şimdi Viswamitra, kalpsizliğinin cezasını ödeyecek ve lanetimle çarpılarak bir balıkçıla dönüşecek!” diye haykırdı Vasishtha.
Ermişlerin laneti reddedilemez. Gelgelelim, Viswamitra yüzyıllar boyu çile çekerek Brahmarshi ile eşit mevkiye boş yere yükselmemişti. Tam bir misillemeyle karşılık vermeksizin düşmanının lanetine boyun eğmesi söz konusu değildi. Bu yüzden, bu lanete öfkeyle karşılık verdi. Böylelikle Vasishtha da bir kuşa dönüştü.
Sonra hayal bile edilemeyecek kadar kocaman olan bu iki kuş, havada süzülüp kavga etmeye başladı. Devasa kanatlarını çırpmalarıyla meydana gelen rüzgârın karşısında dağlar sallanıp tersine döndü. Deniz dibinden sökülüp yerin altına döküldü. Dünya ve tüm sakinleri son derece endişeliydi. Bu kargaşada pek çok yaratık yok oldu.
O zaman hem tanrıların hem de insanların babası olan Brahma onlardan dünyanın çektiği acıyı görmelerini ve çekişmelerine bir son vermelerini istedi. Ama ilk başlarda onun sözlerine kulak asmayıp kavga etmeyi sürdürdüler. Sonra Brahman bir kez daha yanlarına gidip mevcut kılıklarından kurtulmalarını istedi. Onlara insan hallerindeki isimleriyle hitap ederek şöyle dedi: “Dur sevgili Vasishtha ve sen de dur erdemli Viswamitra! Zihinlerinizin karanlığı yüzünden sürdürdüğünüz bu kavga, dünyayı yok ediyor. Üstelik bu şiddetli öfkeniz ikinizin de faziletlerine büyük zarar vermiştir.”
Bunun üzerine utanç içinde kavgalarını sonlandırdılar. Birbirlerine sevgi ve bağışlayıcılıkla sarıldıktan sonra kendi inziva yerlerine döndüler. Brahma da aynı şekilde kendi yerine gitmek üzere oradan ayrıldı.
Viswamitra ile Harischandra’ya dair bu hikâyelere bakarak her engel karşısında kararlı bir iradeyle neler başarılabileceği görülebilir. Ayrıca bir insan, zorluklara sabırla katlanarak amansız zalimlerin elinden çekilen en çetin sınavları bile aşabilir ve sonunda hem Tanrı’nın ihsanını hem de ona eziyet edenlerin hayranlığı ve iyi niyetini kazanabilir.
IKINCI BÖLÜM
RAMA ILE SITA’NIN HIKÂYESI
Kadim Hindistan’daki bütün şehirler arasında Ayodhya’dan daha görkemlisi yoktu. Burası, güzel ve bereketli Kosala ülkesinin başkentiydi. Enine ve boyuna millerce uzanan bir