Tahmin edileceği üzere, sürekli çile çekip bedene eziyet ederek insanüstü güçler elde etmeye çalışan ve bunu başaran kimseler karşısında bazen tanrılar dahi korkuya kapılırdı. Bu savaşçı-bilgenin en zor çileleri çekmeye kararlı bir biçimde devam ettiğini gördüklerinde de işte böyle korkmuşlardı. Onu yolundan döndürmeye çalıştılar. Öyle ki o büyük çileci sadece bir kez aldanarak zevke kapılacaktı. İşte bu yüzden yıllarca iradesiyle elde ettiği hünerleri kaybedecekti. O zaman büyük bir utanç içinde her şeyin farkına vardı. Şimdi Brahman rahipliğini elde etmek için daha da büyük bir kararlılıkla çalışacaktı. Tanrılar bir kez daha onu cezbetmeye uğraşsa da boşunaydı. Viswamitra artık kandırılamayacaktı. Onu aldatmaya çalışanların hileleri geri tepecekti. Fakat onu hedefine ulaşmaktan alıkoymak için gösterilen bütün bu çabaları gördükçe Viswamitra’nın yüreği hiddetle yanıyordu. İşte bu şekilde öfkesine yenik düştüğü için faziletlerinden çoğunu yitirdi. Ancak bütün bu duraksamaların ardından yorulmak nedir bilmeksizin her bir hissin ve çilenin üstesinden gelmeye kendini adadı.
Bazen günler boyu hiç kıpırdamaksızın ve hava haricinde bir gıda almaksızın bir kolunu yukarı uzatmış halde tek ayak üstünde dururdu. Yazın kavurucu sıcağında yaktığı dört ateşin arasında otururdu, tepesinde ise beşinci ateş yani Güneş cayır cayır yanardı. Ülkesinin gece gündüz dinmeyen yağmur fırtınalarında başını gölgeleyen bulutlardan başka gölgesi yoktu, ıslak çimenler ise tek döşeğiydi. İşte böylece bin yıl daha dayandı. Tanrılar onu izlerken tir tir titriyordu. Bilge Viswamitra ise çektiği sıkıntıları asla hafifletmeye kalkışmıyordu. Himalayaların yamaçlarından ayrılarak doğuya doğru yol aldı ve benzeri hiç görülmemiş bir disiplinle tam bir sükût halinde bin sene daha geçirdi. Çilesinin şiddetiyle vücudu iyice buruştu, bir odun kütüğü gibi kurudu. Fakat hiçbir şey, kararlı yüreğini amacından vazgeçiremeyecekti.
İşte böylece bin yıl geçtikten sonra Viswamitra sade bir sofraya oturdu. Bu sırada ne olsa beğenirsiniz? Brahman kılığına girmiş olan İndra, yiyecek dilenmek için ona yaklaştı. Açlıktan bayılmak üzere olan Viswamitra yine de tek kelime etmedi ve nefsine hâkim olup her bir kırıntıyı dilenci adama verdi. Son acı sınavını da başarıyla geçti. İşte o zaman kazandığı faziletin ateşi parlamaya başladı ve koyu duman bulutları kaşının çevresini sardı. Üç dünyanın sakinleri büyük bir keder içindeydi. Tanrılar, ermişler, Daityalar ve Nagalar,2 dehşet içinde herkesin ve her şeyin Rabbinin huzuruna çıktılar. Viswamitra’nın uğruna bunca çile çektiği ihsanı ondan esirgemenin ağır sonuçlarına engel olmasını istediler.
“Rabbimiz, ona karşı ne tatlı dil ne de tehdit işe yarıyor. Amansız bir kararlılıkla yeminine bağlıdır. İstediği ihsan ona bahşedilmediği takdirde hiç şüphe yok ki evrenin özünü dahi tehlikeye atacak türden çileler çekmeye devam edecektir. Dünya zaten çok büyük acıların pençesinde. Yeryüzünü kasvet bürümüş. Gadhi’nin oğlu hedefini gerçekleştirmek için daha da yüksek güçlere erişmeye kalkışacak olursa, daha nice belalardan korkmamız gerekmez mi? Sana yalvarırız, ona istediği şeyi bahşet ve böylece kâinatı emniyette tut!”
İşte kendisine bu sözlerle yakarılan Brahma, nihayet yanına kutsanmışları da alarak bilgeye gitti ve onu hoş bir şekilde selamladı:
“Selam sana ey Gadhi’nin oğlu! Artık Brahmarshi oldun! Zira aralıksız çalışarak ve çile çekerek Brahman ermişliği mertebesine ulaşmayı hak ettin. Uzun bir ömür, huzur ve neşe senin olsun. Artık dilediğin yere gidebilirsin.”
Bunun üzerine zafer coşkusuyla dolan Viswamitra, Ulu Baba’ya hürmetle hitap etti: “Hakikaten Brahmanlık unvanını kazandıysam, Vedik kurallara göre bu durum tasdik edilsin ve adağım kabul edilsin. Ayrıca ermiş Vasishtha gelip bana bu ihsanın bahşedildiğini onaylasın.”
O zaman ünlü keşiş Vasishtha gelip yeni mevkidaşını selamladı ve Brahman ermişliği iddiasını tanıdı. Buna karşılık Viswamitra da eski düşmanına misafirperverlik gösterip nezaketle davrandı.
İşte böylelikle savaşçı Viswamitra’nın ulvi arayışı sona ermişti zira rahiplerin ve tanrıların muhalefetine rağmen bir zamanlar onu tamamen alt etmiş olan büyük ermişle eşit haklar kazanmıştı. Fakat ne Vasishtha ile aralarında kurulan dostluğun ne de Brahma’nın onu Brahmarshi olarak selamladığı günün başladığı gibi devam ettiğinden şüphe duymak yerinde olacaktır. Aşağıdaki hikâye bir önceki kadar doğruysa, böylesi iki rakip arasındaki anlaşmanın kısa ömürlü olacağı açıktır.
Viswamitra’nın Brahmanlık mertebesine ulaşmasından sonraki günlerde Harischandra isminde haşmetli bir kral hüküm sürmekteydi. Bir zamanlar Viswamitra’nın olduğu gibi bu kral da bir Rajarshi idi. Harischandra, yüksek ahlak sahibi bir hükümdardı. Onun ülkesinde insanlar erdemi kötülüğe yeğlerdi, hastalık ve felaketler onlara nadiren uğrardı.
Günlerden bir gün Kral Harischandra ormanda avlanmaktaydı. Bir geyiği kovalıyordu. İşte o sırada defalarca tekrarlanan şu haykırışı işitti: “İmdat! Kurtarın bizi!” Sanki zor durumdaki bir grup kadın bağırıyordu. Kralın bundan haberi yoktu ama aslında bu sesler, kudretli Viswamitra’nın kontrolü altına aldığı bazı ilimlerin vücut bulmuş hallerinden geliyordu. Daha önce hiç böyle tutsak edilmemiş olduklarından, kurtulmak için haykırıyorlardı.
Eğer Kral Harischandra kendi ruhundaki bilgelik ve irade gücüyle hareket etmiş olsaydı, şüphesiz ki bu meseleyi hiç zarar görmeyecek şekilde hallederdi. Fakat şansa bakın ki dünyada oradan oraya dolanan kötü bir varlık vardı. Karşıtlık Ruhu denen bu varlık, gelişmeye çalışan herkesi engellemek için elinden geleni yapardı. Viswamitra’nın yeni ve güçlü ilimlere hâkim olmaya başladığını görünce ermişi bu çabasından nasıl alıkoyabileceğini düşünmeye başladı fakat bunun için hiçbir yol bulamadı. “Şu Viswamitra olağanüstü bir kudrete sahip, ben ise onun yanında çok güçsüzüm. Yardım gelmediği takdirde ilimler, Viswamitra tarafından başarıyla ele geçirilecektir,” diye düşünüyordu.
O sırada imdat çağrılarına karşı kralın “Korkmayın!” diye cevap verdiğini işitince Karşıtlık Ruhu şöyle geçirdi içinden: “İşte sorun çözüldü. Kralın içine gireceğim, böylece bu işi benim yerime halledecek.”
Bunun üzerine ruh, Harischandra’nın içine girdi. Krallığının yollarında hiç utanmadan böylesi bir kötülüğün yapıldığını düşününce öfkeyle dolan kral, seslerin geldiği yere doğru ilerledi. Bu kötülüğü yapan sefilin kraliyet oklarıyla yok olacağını haykırıyordu. Bu tehditkâr dili işiten büyük ermiş çok sinirlenmişti. İşte bu haldeyken onun yanına gelen Kral Harischandra şaşkına döndü ve bir yaprak gibi tir tir titremeye başladı. Yere kapanarak haykırdı:
“Sinirlenmeyin, yüce efendim! Kutsal yasaya göre imdat dileyenleri korumak için yardımlarına koşmak, bir savaşçının görevidir. Ben de yalnızca bu görevi yerine getirmeye çalışmıştım.”
Ermiş