İşte böylece bir kez daha evinden ayrıldı. Yanında sadece karısı yani kraliçeyle güneydeki topraklara gitti. Orada nice günler, hatta bin yıl boyunca kefaretini yerine getirmek için çile çekti. Bu sürenin sonunda Yaratıcı Brahma ona görünerek şefkatle konuştu ve çektiği bütün o çileler sayesinde Rajarshi yani Kraliyet Azizi statüsünü kazandığını söyledi. Fakat Viswamitra bunu duyunca küplere binecekti. Hor gören bir tavırla cevap verdi: “Tanrılardan alacağım tek mükâfat kraliyet azizliği ise bütün emeklerim boşa gitmiş demektir.”
Böyle düşünerek yeniden vazifesine döndü. Kesin bir gayretle çile ve kefaret yolunu izlemeye devam etti.
O zamanlar Hindistan’ın bir bölgesini Trisanku adında bir kral yönetmekteydi. Erdemli ve nefsine hâkim olmayı bilen biri olsa da bu kralın üstesinden gelemediği bir arzusu vardı: Sahip olduğu insan bedeniyle göğe yükselmek istiyordu. İşte bunun için Vasishtha’nın yardımını istedi fakat ermiş ona gerçekleşmesi mümkün olmayan bu amaçtan vazgeçmesi gerektiğini söyledi. Bunun üzerine Trisanku, Vasishtha’nın yüz oğluna başvurdu zira babaları gibi onlar da meşhur birer rahip olup güneydeki topraklarda bir inziva ve kefaret hayatı sürüyorlardı. Kral, büyük bir hürmetle onlara yaklaşıp güzel sözlerle niyazda bulundu ama şanlı babalarının reddettiği şeyi oğullarının ona bahşedebileceği şeklinde nafile bir umuda kapıldığı için Trisanku’yu şiddetle azarladılar.
Bu ikinci tersleniş, Trisanku’yu çok öfkelendirmişti. Vasishtha’nın oğullarına sırtını dönerek hiddetle haykırdı: “Başka bilgelerden yardım istemeye gideceğim.”
Bu sözler ağzından henüz çıkmıştı ki verdiği küçümseyici cevaba çok sinirlenen Vasishtha’nın oğulları ona lanet okudular. Böylece Trisanku bir Chandalaya dönüşecekti yani en aşağı türden bir sefil olacaktı. Sonra Vasishtha’nın oğulları tekrar inzivaya çekilerek tefekküre devam ettiler.
Hakikaten, Brahmanların lanetinin gerçekleşmesi üzerine Kral Trisanku’nun geçirdiği değişim hüzünlüydü. Yüzü bir anda sararıp solmuş, saçları dökülüvermişti. Takıları ise cenaze görevlilerinin taktığı türden şeylere dönüştü. Kralı bu halde gören saray halkı ile arkadaşları korku ve tiksinti içinde geri çekilip ondan kaçtılar. Yine de bu ağır bela, Trisanku’nun gözünü korkutmayacaktı. Emelinden vazgeçmemişti. Artık Viswamitra’dan başkasına başvurmayacaktı.
Savaşçı-rahip, kendisi gibi bir zamanlar kralken şimdi böylesine alçaltılmış olan Trisanku’ya merhametle bakıp ona durumu ve ümitleri hakkında sorular sordu. Trisanku şöyle cevap verdi: “Şu anki insan bedenimle cenneti kazanmayı arzuluyordum. İşte bu amaçla rahibimin ve oğullarının yardımını istedim. Fakat ne o ne de oğulları bana yardım etmeyi kabul ettiler. Bu yüzden size geldim ey şanlı bilge! Asla yalanla lekelenmemiş tertemiz ağzımla ve bir savaşçının inancıyla yemin ederim ki yolumdan dönmeyeceğim. Ah, ne olur hedefime ulaşmam için bana yardım edin zira sizden başka yardımcım yok!”
Viswamitra, kendisiyle aynı mevkiye sahip ve yine kendisi gibi savaşçıların ortak kaderinin üzerinde ulvi ve kutsal ayrıcalıklar peşinde koşan bu adamın yalvarışlarından etkilenmişti. Dahası, Kral Trisanku’ya köstek olup karşı çıkmış kişiler, Viswamitra’ya onca kötülük eden düşmanlarının ta kendisiydi. Dolayısıyla, inzivadaki Viswamitra, kralın hikâyesini büyük bir anlayışla dinledi. Sonra şefkatli bir sesle cevap verdi: “Hiç korkma, asil kral! Ben bizzat sana yardım edeceğim. Şu an bürünmüş olduğun bedenin hiç değişmeden göklere yükseleceksin. Üstelik törenine en kutsal azizleri de davet edeceğim.”
Bunun üzerine Viswamitra en yüce ve aziz kimseleri törene çağırmaları için öğrencilerini dört bir yana yolladı. Haberin yollandığı kişiler arasında Vasishtha ile oğulları da vardı. Ulaklar tam vaktinde geri dönerek Viswamitra’nın nefret ettiği rakibi ve oğulları haricinde tüm davetlilerin geleceklerine dair söz verdiklerini bildirdi. Vasishtha ve oğulları ise bu davete şöyle cevap vermişti: “Rahip olarak doğmamış birinin düzenleyeceği bir sunu töreni, tanrılar ile azizlerin niçin dikkatini çeksin? Biz Brahmanların kirlenmeksizin böylesi bir sunu törenine katılması mümkün müdür? Hem, arınmak için Viswamitra gibi birisine mi başvuracağız?”
İşte öfke ve kibir dolu cevapları bu şekildeydi. Fakat Viswamitra da onlara aynı öfkeyle lanet edecek ve cevaplarını ona taşımış olan habercilere şöyle diyecekti: “Bana bu şekilde hakaret eden ve yıllarca çile çekerek elde ettiğim sunu hakkını reddeden o alçaklar utanç ve kepazeliğe gark olacaklar. Yedi yüz defa sefil serseriler olarak doğacaklar, ölülerin atılmış giysilerini giyip açlıklarını köpek eti yiyerek giderecekler. O kibirli aptal, yani yüce Vasishtha hazretleri ise bana sürmeye çalıştığı lekeyle kendisi kirlenecek. Yaşayan canlıların ölümünden zevk alan bir kuş avcısı olarak doğacak ve nice yıllar hiçbir güzel düşüncesi olmadan rezil bir varlık olarak yaşayacak.”
Sonra orada toplanmış öteki bilgelerle öğrencilere dönerek orada bulunmalarının nedenini ağırbaşlı bir tavırla açıkladı. Yapılacak bu törenle Trisanku kendi insan bedeniyle göğe yükselecekti.
Ne var ki bu törenin nasıl gittiğine geçmeden önce bir başka hikâyeye yer vermemiz gerekiyor. Bu hikâyede Viswamitra’nın gazabı, rakibinin oğullarını alt edecektir. Hangi hikâyenin daha önemli olduğunu tartışmaya dahi gerek yok. Belki bazıları, bunun Vasishtha’nın oğullarına indirilmiş ikinci bir darbe olduğunu düşünebilir. Her halükârda hikâye şöyledir:
Günlerden bir gün Vasishtha yolda bir kralla karşılaştı. Bu kral aynı zamanda kendi hanesinin rahibiydi. Kral yol vermesi için ona işaret etti fakat buna karşılık ermiş, saygılı bir şekilde konuşarak esasen savaşçının Brahmana yol vermesi gerektiğini söyledi. Bunun üzerine küplere binen kral, asasıyla ermişe vurdu. O zaman Vasishtha onu lanetleyerek bir yamyama dönüşmesini istedi. Kendisi gözükmese de bu laneti işitmiş olan Viswamitra, kralın insan yiyen kötü bir ruh tarafından ele geçirilmesini istedi. İşte her şey böyleyken kral yoluna devam etti. Karşısına çıkan ilk adam, Vasishtha’nın en büyük oğlu Saktri olacaktı. Onu hemen oracıkta mideye indirdi. Zaman içinde Vasishtha’nın bütün oğulları aynı şekilde yok olacaktı. Kedere gark olan ermiş çeşitli şekillerde kendini öldürmeyi denedi. Bir defasında Meru Dağı’nın tepesinden atladı ama pamuk gibi yumuşacık kayalara düştüğünden vücudu çizik bile almamıştı. Sonra yanan bir ormana girdi ama alevler ona dokunmadı. Ağır yükler yüklenip kendini denize attı ama dalgalar onu sahile sürüklemişti. Derken, eli kolu bağlı halde bir nehre daldı fakat sular onu çözerek sağ salim kıyıya ulaştırdı. Kendini hayattan koparmak için uyguladığı bu ve diğer yöntemlerde başarısız olunca ormandaki evinin yolunu tuttu. Onca zamandır nafile yere aradığı ölüme yol üzerinde çok yaklaşacaktı. Zira adam yiyen kral karşısına çıkmıştı ve onu mideye indirmek üzereydi. Fakat Vasishtha, kralı bir Brahman ermişini mideye indirme şeklindeki affedilmez günahı işlemekten korumak için o kötü ruhu içinden çıkardı ve lanetle yaşadığı on iki yılın ardından onu akıl sağlığına kavuşturdu.
Şimdi Viswamitra’nın sunu törenine dönelim: Kutsal kadim bilgileri çok iyi bilen ermiş ve misafirleri dini töreni başlattılar. İlahiler okunduktan ve dualar edildikten sonra Viswamitra sunuyu onurlandırmaları için tanrılara seslendi. Ne var ki ölümsüzler bu seslenişi işitmeyecekti.
O zaman son derece büyük bir öfkeye kapılan Viswamitra, tanrıların umursamazlığına rağmen kralı göğe yükseltebilmek için çile çekerek kazandığı kendi gücüne başvurdu. Bu öyle büyük bir güçtü ki herkesin şaşkın bakışları