Hiç sesini çıkarmadan itaat eden kral, ülkesinden ayrılmak için hazırlandı fakat ermiş bir kez daha bağış talebinde bulunacaktı. Kral, canlarından başka bir şeyleri kalmadığını söyleyerek yalvarsa da Viswamitra ısrarında kararlıydı. Cömert bir bağışta bulunmadığı takdirde kralı lanetlemekle tehdit etti. Büyük bir sıkıntı içindeki Harischandra para bulmak için zaman istedi ve bir ay içinde gerekli bağışı hazırlayacağına söz verdi. Viswamitra bu ricayı kabul etmeye tenezzül ederek krala gitmesi için izin verdi.
Böylece Harischandra karısı ve oğluyla birlikte sefil bir halde yola çıktı. O büyük ve iyi hükümdarlarını böylesi düşkün bir durumda gören yurttaşlar feryat edecekti. “Eyvahlar olsun! Ey iyi kalpli efendimiz, niçin bizi bırakıyorsunuz? İzin verin de velinimetimize hizmet edelim ve sizin yanınızda olalım. Vah ki vah! Yürümeye alışkın olmayan kraliçeniz oğlunu elinden tutmuş yayan gidiyor! Atlılar ile fillerine binmiş askerlerin kendisine yol açtığı kralımız da öyle! Efendimizin başına neler gelecek kim bilir? Üstü başı toz toprakla kaplanacak, yorgunluktan bitkin düşecek. Siz olmadan bizler birer boş gölgeden ibaretiz. Siz bizim babamızsınız, bizim şehrimizsiniz, bizim göğümüzsünüz. Ey krallar kralı, bizi bırakmayın!”
“Ne dilerseniz, büyük ermiş!”
Bunun üzerine çok duygulanan Kral Harischandra duraksadı. Kendi hazin durumundan çok tebaasının kederli haline acımıştı. Viswamitra onun yavaşladığını görünce hiddetle bir yaygara kopardı ve şöyle dedi: “Yazıklar olsun! Sen güvenilmez bir adamsın. Önce bana krallığını vereceğine söz verdin, şimdi ise verdiğin hediyeyi geri almak istiyorsun!”
Kral titreyerek mırıldandı: “Gidiyorum.”
Ancak ermiş yalnızca kaba bir dille yetinmeyecekti. Asasını kaldırıp zavallı kraliçeye acımasızca vurmaya başladı. Harischandra genç kadını oradan uzaklaştırdı. Kralın yüreği acıyla dolmuştu ama ağzından yalnızca şu söz çıkacaktı: “Gidiyorum.”
Böylelikle Harischandra, karısı Saivya ve oğluyla birlikte kendi ülkesini terk edip yürüyerek Benares’e gitti. Ama Viswamitra onlardan önce oraya varmıştı ve inatla bağışını istiyordu zira bir aylık süre geçti diyordu.
“Hayır, büyük Rişi! Yarım gün daha vaktim var. Ödeme zamanımı bekleyin, yalvarırım size,” dedi Harischandra.
Sonra kral bir şekilde parayı bulmak için oraya buraya koşturdu ama para kazanmak için bahtsız karısı ile oğlunu köle olarak satmak dışında bir çare bulamadı. Kocasının dürüstlük konusundaki itibarını kaybetmesine ve Brahmanın onu lanetlenmesine engel olmak için bunu genç kadının kendisi önermişti. Fakat kral onun sözleri karşısında öyle şaşkına dönmüştü ki bir anda acıyla yere yığıldı. Kendine geldiğinde karısını bu hale düşürmüş olduğu için utancından ağlamaya başladı. Kocasının yine fenalaştığını gören kraliçe de onun bu acıklı yıkımına hayıflanmaya başladı ve bu defa da kendisi yere yığıldı. Anne babasını çaresizce yere yatmış halde gören çocukcağız onların üstüne kapanıp ağlamaya başladı. Üstelik açlıktan karnı ağrıyordu.
Sonra Viswamitra yeniden geldi. Kralın baygın olduğunu görünce üstüne soğuk su dökerek onu uyandırdı ve hemen parasını ödemesini istedi. Nihayet Viswamitra oradan gittikten sonra kral haykırdı: “Ey yurttaşlar! Bana bakın! Acımasız bir canavarım, insan kılığında bir Rakşasa’yım ben! Kendi karımı satacak duruma geldim. Eğer onu köle olarak almak isteyen varsa, hâlâ cevap vermeye yetecek nefesim varken konuşsun.”
Bunun üzerine yaşlıca bir Brahman şöyle dedi: “Karım çok genç ve evde ona yardım edecek birine ihtiyacı var. Zengin bir adamım, karının gençliği ile güzelliğine yaraşır bir para ödeyebilirim sana. Bu yüzden, parayı al ve onu bana teslim et.”
İşte bu sözleri söyleyerek krala parayı verdi ve kraliçeyi elinden tutup sürükledi. Küçük çocuk annesine yapışmıştı. Brahman ilk önce onu tekmeleyerek ittirdi ama kraliçe oğlunu da satın alması için Brahmana yalvardı zira ondan ayrı kalırsa iyi hizmet edemezdi. Bu yüzden, Brahman biraz daha para vererek kraliçeyle birlikte oğlunu da götürdü. Bir başına kalan Harischandra ise canından çok sevdiği karısını ve oğlunu köle olarak satmaya onu zorlayan alçak kadere lanetler okuyordu.
Sonra Viswamitra tekrar gelip parayı aldı ama aldığı bağışa küçümseyerek bakacaktı. Ona böyle küçük bir bağışta bulunduğu için kralı azarladı. Böyle bir meblağın büyük bir sunu için yeterli olduğuna inanmaya devam ettiği takdirde Brahman ermişlerinin gerçek gücünü göreceğini söyleyerek Harischandra’yı tehdit etti. Ardından yalnızca bir çeyrek gün kadar vakti kaldığını hatırlattı ve parayı alıp gitti.
Bunun üzerine artık para bulmak için başka hiçbir yolu kalmamış olan Harischandra hüzünle etrafına bakıp kendini köle olarak sattığını söyledi. Bunu işitenler arasından bir Chandala yani en aşağı kasta ait sefil bir serseri öne çıktı. Bu adam iğrenç gözüküyordu, hantal hantal yürüyor ve kaba konuşuyordu. Elinde bir kafatası taşıyordu, etrafı ise köpeklerle çevriliydi. Velhasıl, berbat ve tiksindirici bir adamdı bu. Kral ona korkuyla baktı ve adını sordu.
“Pravira derler bana,” diye cevap verdi Chandala. “Bu şehirde idam mahkûmlarını ben infaz ederim ve ölülerin sarındığı battaniyeleri ben toplarım.”
Bu sözleri duyan Harischandra böylesi aşağılık bir adamın hizmetinde olmaktansa ölümü yeğlemeyi düşündü. Sonra birden Viswamitra tekrar belirip parasının tamamını istedi. Kralın içler acısı bir halde merhamet dilenmesi boşunaydı. Rişi talihsiz krala şöyle diyecekti: “Ya yüz milyon karşılığında kendini Chandala’ya satarsın ya da lanetimin azabını çekersin.”
O zaman kral, afallamış bir halde bunu kabul etti. Chandala neşeyle parayı Viswamitra’ya verip kralı bağladı ve döve döve kendi pis evine götürdü.
Oraya vardıklarında düşkün Rajarshi’ye her gün ölülerin yakıldığı yerlere giderek cenaze kıyafetlerini toplamasını emretti. “Gece gündüz cenazeleri takip edip kıyafetleri getireceksin. Aldıklarının bir bölümü benim bir bölümü de ödül olarak senin olacak.”
Hinduların ölülerini yaktığı o büyük alanlardaki dehşeti anlatmaya kim cesaret edebilir? Bu korkunç sahnenin dehşetini en iyi tasvir eden kaynak yine Hindu efsanelerinin ta kendisidir. Bu ölü yakma yerlerindeki korkunç şeylerin yani bütün o berbat görüntüler ile kötü kokular, ölülerin yakınlarının yürek burkan feryatları, üstü başı pislik içindeki hizmetçiler ile tiksindirici arayışlarına çıkmış köpekler, çakallar ve akbabaların yanı sıra cenaze alanına akın eden ve kendi usullerine göre iğrenç cümbüşlerini yapan her türden iğrenç ve kana susamış canavar ve ifriti yine bu efsanelerde okuruz.
Düşmüş kral işte insanın yüreğini acıyla dolduran bu yere geldi. Düştüğü yüksek mevkii kederle hatırlayarak ölülerin sarıldığı örtüleri toplamak şeklindeki mide bulandırıcı işi yapmaya koyuldu. Oradan oraya koşturarak iğrenç ganimetini doğru şekilde bölüştürebilmek için dikkatle sayıyordu. Bu yerin ve yaptığı