KAR ILE KARA. ABDULLAH ATASÇI. Читать онлайн. Newlib. NEWLIB.NET

Автор: ABDULLAH ATASÇI
Издательство: Автор
Серия:
Жанр произведения:
Год издания: 0
isbn: 9789752126619
Скачать книгу
bakarken, “Heyy Kara!” diyen bir ses duydu. Keklik gelmişti anlaşılan. Sevinçle kalktı yerinden, pencerenin dibine geldi. “Nasılsın çok bilmiş keklik?” dedi.

      “İyiyim.” dedi keklik. “Kar nasıl, uyuyor mu?”

      “Uyumaktan başka yaptığı bir şey mi var sanki?”

      “Şimdilik uyusun bakalım. Boğa nasıl peki?”

      “Boğanın burada olduğunu sana kim söyledi?”

      “Ben bilirim Kara. İyi mi değil mi, onu söyle sen.”

      “Bilmiyorum ki, arka tarafta zincirlerle sımsıkı bağlı. Biraz önce yanına gittim ama gözlerini açınca korkup geri geldim.”

      “Korktun ha!” dedi keklik gülerek.

      “Niye gülüyorsun? Sen görsen arkana bile bakmadan kaçar gidersin buradan.”

      “Ondan değil, asıl insanlardan kork Kara.”

      “Neden onlardan korkacakmışım ki?”

      “Zamanı geldiğinde her şeyi anlayacaksın. Şimdi sana bir sorum var, bakalım bilecek misin.”

      “Sorularını ve bilmecelerini çok seviyorum.” dedi Kara. “Ama bunları bana neden soruyorsun?”

      “Beynin hep çalışsın diye.” dedi keklik gülerek.

      “Benden bir şeyler saklıyorsun.” dedi Kara.

      “Her şeyin bir zamanı var Kara, bana güven.”

      “Peki, öyle olsun. Hadi sorunu sor o zaman.”

      Keklik, gözlerini Kara’ya dikip kelimelerin üstüne basa basa sorusunu sordu. “Diyelim ki bir kış akşamı ahırda tek başınasın ve her yer karanlık. Ahırda mum, içi odun dolu bir soba ve bir de gaz lambası var. Elindeyse sadece bir kibrit bulunuyor. Önce hangisini yakarsın?”

      Kara, ahırda, üstüne üstlük karanlıkta tek başına olduğunu düşündüğünden, bir an ürperdi. Sonra soruyu birkaç kez tekrar etti. Kekliğin sorularının şaşırtmalı olduğunu bildiğinden hemen cevap vermemesi gerektiğini düşündü. Önce sobayı yakmaya çalışsa başarısız olabilirdi. Gaz ocağını yaksa ve sonra onu kullanarak mumu ya da sobayı yakması oldukça zor olurdu. Mumu yakmak sanki en doğrusuydu. Mumla gaz ocağını yaktıktan sonra sobayı da tutuşturabilirdi. Sevinçle, “Mum.” dedi bir çırpıda.

      Keklik güldü. “Yine acele ettin Kara.” dedi. “Önce kibriti yakman gerekmez miydi?”

      Kara, soruyu bilemediğinden kendine kızdı. Acele etmese kesinlikle bileceğini biliyordu. “Başka bir soru sor, onu emin ol bileceğim.” dedi.

      “Başka zamana.” dedi keklik. “Birkaç yere daha uğramam gerekiyor. Sonraki gelişlerimde Kar da yanında olsun. Bu kadar uyku yeter ona.”

      “Olur.” dedi Kara. Sonra da pencereden kekliğin süzülerek ağaçların arasından kayboluşuna baktı. Birkaç aydır kekliğin onu sürekli ziyaret etmesi, buradaki en büyük eğlencesi olmuştu. Ya o da olmasaydı ne yapardım burada, bu zindanda çürümemek elde değil, diye düşündü.

      Kekliğin Anlattığı Masal

      Anne ve babaları üç gece üst üste ahıra gelmeyince iki kardeş telaşlanmaya başladılar. Üçüncü günün akşamında ne yapmaları gerektiğini düşünürken keklik gelip her zamanki yerine kondu. İki kardeşin canlarının sıkkın olduğunu, anne ve babalarının üç gündür ahıra gelmediklerini biliyordu. Onları teselli edecek bazı şeyler söyledi. Bilmeceler, sorular sordu. Ancak kardeşlerin akılları başka yerde olduğundan hiçbirine cevap veremediler. Keklik bir ara boğanın da duyabileceği bir sesle güzel güzel öttü. Boğa, tınısı güzel bir sesle ona karşılık verince iki kardeş de çok şaşırdı. Sonra aynı sesi üç kez daha duydular. Bunca zamandır boğadan böyle bir şey duymamışlardı.

      Keklik, mutlulukla etrafında bir tur attı. “Çocuklar!” dedi. “Beklenen gün gelmek üzere. Anne ve babanızla birlikte özgürce yaşayacağınız bir gelecek sizi bekliyor.”

      İki kardeş yine bir şey anlamadılar. “Daha açık konuşur musun?” dedi Kar.

      “Biraz daha sabırlı olun, göreceksiniz buna değecek.” dedi Keklik.

      “Bizleri merakta bırakman hiç iyi değil.” dedi Kara. “Evet, hiç de iyi değil.” diye tekrar etti onu Kar, üzgün bir ifadeyle.

      “O zaman bir masal anlatayım. Belki size bir ipucu verir bu masal.” dedi Keklik.

      Kar ile Kara, bunun hiç yoktan iyi olduğunu düşündüler ve kulaklarını açıp kekliğin ağzından dökülecek sözcüklere dikkat kesildiler. “Eski zamanların birinde adı Kara Böğürtlen olan bir çiftlikte insanlar ve hayvanlar neşe içinde yaşarmış. Çiftliğin sahibi yaşlı bir adamla bir kadınmış aslında. Ama bunlar kendilerini hiçbir canlının sahibi göremeyecek kadar alçak gönüllüymüş. Çiftlikteki herkes gibi onlar da erkenden uyanır, el birliğiyle işleri hemen bitirirlermiş. Çalışkan olduklarından çiftlikleri elbette tertemizmiş. Bahçelerindeki meyvelerin hele böğürtlenlerin tadına doyum olmazmış. Tarladaki sebzeleri bir yiyen bir daha yemek için yanıp tutuşurmuş. İneklerin ve keçilerin sütü hem alabildiğine berrak hem de pek şifalıymış. Anlayacağınız çiftlikteki her canlı son derece sağlıklıymış. Akşam olunca gözün görebildiği büyüklükteki bahçede, diğer çiftliklerin sahipleriyle hayvanları da toplanırmış.”

      Kara dayanamayıp “İnsanlarla hayvanlar bir araya gelebilirler mi hiç?” diye sordu.

      Keklik, ona sevecenlikle baktı. “Gelirler Karacığım, hem de ne güzel gelirler. Bu da aslında ipuçlarından biriydi.” dedi. “Şimdi sözümü kesme de anlatayım istersen.”

      Kara mahcup bir şekilde özür dileyince keklik masalına devam etti. “Çiftlikte insanlarla hayvanlar toplanmakla kalmaz birlikte şarkılar söyler, dans da ederlermiş. Bu çiftlikten uzak bir yerde çalışmayı hiç sevmeyen kötü kalpli bir adam üç kızıyla yaşarmış. Çocuklarıyla baş başa verip insanlarla hayvanlara hangi kötülükleri yapıp da ellerindekini alalım, diye düşünürmüş hep bu adam. Bir gün, onun gibi kötü kalpli bir gezgin, Kara Böğürtlen Çiftliği’nden söz etmiş ona. Oradaki çeşit çeşit yemişleri, etlerine doyum olmayacak gürbüz hayvanları, bahçeleri süsleyen rengârenk çiçekleri anlatıp durmuş.

      Kötü kalpli çiftlik sahibi bunu duyunca heyecanlanmış tabii. Kızlarıyla baş başa verip orayı nasıl ele geçirebileceğini düşünmüş. Kızlarının da kötülükten ondan aşağı kalır yanı yokmuş hani. Büyük kızı, “Vahşi hayvanları üzerilerine salalım.” demiş. Ortanca kızı, “Bu yörede traktörler ve kamyonlar sadece bizde var. Bunlarla saldıralım, onları görenler korkup kaçarlar.” demiş. Küçük kızıysa içlerinde en akıllı olanıymış, “Çalışkan insanlarla hayvanları alt etmek hiç kolay değildir.” diye buyurmuş. “Ancak aklımızı kullanarak onları oradan çıkartabiliriz.” Baba, küçük kızına hayranlıkla bakıp sözünün devamını getirmesini beklemiş.

      Küçük kız, uzaktaki bir dağı işaret edip “Orada yaşayan ejderhayı biliyoruz değil mi?” diye sormuş.

      “Biliyoruz!” demişler hep birlikte.

      “Peki oradaki ejderha en çok neyi sever?”

      “Neyi olacak, böğürtleni tabii.” demiş baba.

      Evet, bu ejderha böğürtlenden başka bir şey yemezmiş. Yine de açgözlü biri değilmiş. Hatta kötü kalpli olduğu bile söylenemezmiş. Bazen köylere iner, ihtiyacı kadar olan böğürtleni ona versinler diye, çiftlik sahiplerine