I. Gıyâseddin Keyhüsrev, iki oğlu I. İzzeddin Keykâvus ve I. Alâeddin Keykubad’ı da kendisi gibi yetiştirdiği anlaşılmaktadır. Bu üç sultan da Arapça, Farsça ve Rumca biliyorlardı. Bilim sever idiler ve Anadolu’da birçok bilimsel müesseseler kurmuşlardır. Özellikle de Sultan Alâeddin Keykubad çok kültürlü bir sultan olarak tanınmaktadır. Heyet ilmine vâkıf idi. Ahi Teşkilatı’nın başmimarı olup Ahi Evren diye bilinen Şeyh Nasîrüddin Mahmud Yezdan-Şinaht, Mürşidü’l-Kifâye ve Ahlâk-i Nasırı adlı eserlerini ona ithaf etmiştir. Ahi Evren onu hâkim bir kişi olarak anlatmaktadır. Yine bu Ahi Evren Şeyh Nasîrüddin Mahmud, Alâeddin Keykubad’ın emri ile İbn-i Sina’nın bazı eserlerini Farsçaya tercüme etmiştir.37 İbn Bibi de onu okumayı seven bir hükümdar olarak anmaktadır. Heyet ilmine dair eserleri okumaktan hoşlandığını, Nizâmü’l-Mülk’ün Siyasetnâme’sinde, İmam-ı Gazali’nin Kimya-i Saadet’ini ve Kâbus-i Veşmgîr’in Kâbusnâme’sini çokça mütalaa ettiğini de bildirmektedir.38
Türkiye Selçukluları Sultanı I. Alâeddin Keykubad dönemi her bakımdan Anadolu’nun en parlak ve en güçlü olduğu bir dönemdir. I. Gıyâseddin Keyhüsrev’in oğludur. Babası, kardeşi Rükneddin Süleyman Şah tarafından 1196 yılında tahttan indirilip yurt dışına sürüldüğü zaman o henüz omuzlarda taşınan bir çocuk idi. I. Gıyâseddin Keyhüsrev’in uzun ve maceralı yolculuğu esnasında Alâeddin Keykubad, babasının etrafındaki kalabalık cemaatle birlikte Trabzon’dan deniz yoluyla İstanbul’a gelmiş ve Bizans’a sığınmışlardı. Dokuz yıl süren bu sürgün hayatında Komnenoslar denilen imparatorluk hanedan üyesi olan Manuel Mavrozomes ailesinin konuğu olmuşlardı. Çünkü I. Gıyâseddin Keyhüsrev’in hanımı Manuel Mavrozomes’un kızıydı. Alâeddin Keykubad ve ağabeyi İzzeddin Keykâvus’un delikanlılık çağları sürgün döneminde ve İstanbul’da geçti. Dolayısıyla ilk tahsilleri de burada geçmiştir. Dokuz yıl süren bu sürgün esnasında Rumcayı öğrenmiş olmaları yanında beraberlerinde götürdükleri lalalardan da ders alıyorlardı şüphesiz. Bu iki şehzade babalarının atabeyi olan Seyfüddin Ayaba’nın gözetiminde eğitim ve öğretim gördükleri İbn Bibi’nin anlatımlarından anlaşılmaktadır.39 I. İzzeddin Keykâvus ve kardeşi I. Alâeddin Keykubad’ın gençlik dönemlerinde çok iyi Farsça ve Arapça öğrendikleri bilinmektedir. Özellikle Farsça olarak yazdıkları günümüze gelen şiirlerinden yüksek derecede Farsça öğrendikleri görülmektedir.
Osmanlılarda olduğu gibi Türkiye Selçuklularında da şehzadeler belli şehirlerde eğitim ve öğretim görürlerdi. Türkiye Selçuklularında Malatya ve Tokat vilayetleri şehzadelerin eğitim ve öğretim gördükleri bölgeler idi. Şehzadeler melik statüsü ile bu illere gönderiliyordu. I. Gıyâseddin Keyhüsrev dokuz sene süren sürgün hayatından sonra tekrar Anadolu’ya dönüp ikinci defa tahta geçince büyük oğlu İzzeddin Keykâvus’u Malatya’ya, ikinci oğlu Alâeddin Keykubad’ı Tokat’a melik statüsü ile gönderdi. Bu dönemde ona lalalık yapan bilim ve fikir adamları kimlerdi? Bu konuda bize herhangi bilgi ulaşmış değildir. Fakat tıp ilmine dair eserleri ile tanıdığımız Hâkim Bereket tam o tarihlerde Amasya’da bulunuyordu. Alâeddin Keykubad’ın bu Türkmen bilge kişiye yakınlığı bulunduğu kuvvetle muhtemeldir. Keykubad’ın amcası II. Süleyman Şah da Tokat bölgesi şehzadesiyken kardeşi I. Gıyâseddin Keyhüsrev’i tahttan indirerek onun yerine geçmişti. Felsefeye ve tabiat bilimlerine vâkıf sanatkâr ruhlu bir sultan idi.40 Alâeddin Keykubad da zihniyet bakımından ona benzemektedir.
Selçuklular döneminde Malatya ve çevresinde İran millî kültürü, Tokat ve çevresinde ise Türkmencilik ülküsü kuvvetli idi. Onun için bu iki yörenin halkı arasında şiddetli fikrî ve siyasi rekabet yaşanmaktaydı. Bu yüzden bu iki vilayetin halkı kendi şehzadelerini iktidara getirmek, sultan yapmak yönünde faaliyette bulunuyorlardı. Aynen bugünkü siyasi partiler gibi faaliyet gösteriyorlardı. Bu yüzden Gıyâseddin Keyhüsrev 1211 yılında vefat edince Malatya Şehzadesi İzzeddin Keykâvus ile Tokat şehzadesi olan Alâeddin Keykubad arasında taht mücadelesi baş gösterdi. Bu mücadelede I. İzzeddin Keykâvus galip gelince kardeşi Alâeddin Keykubad’ı Malatya yakınlarındaki Minşar Kalesi’nde tutukladı. Böylece Alâeddin Keykubad, kardeşinin iktidarı süresince sekiz yıl tutuklu kaldı. Ancak İzzeddin Keykâvus bir suikast sonucu öldürülünce41devlet ileri gelenleri Alâeddin Keykubad’ı tahta oturtmaya karar verdiler. Böylece 1219 yılında Alâeddin Keykubad’ın Selçuklu tahtına geçmesi gerçekleşti. Bu durum Türkmen çevrelerde büyük sevinç yaratmıştır. Burada amacımız, I. Alâeddin Keykubad’ın ilmî kişiliğini açıklamak olduğundan olayların detaylarından sarfınazar ediyoruz.
Yukarıda da ifade edildiği üzere Alâeddin Keykubad’ın şehzadeliği, eğitim ve öğretimi Tokat’ta geçti. Bu bölge o dönemde Dânişmend ili diye anılıyordu. Çünkü Dânişmend Oğulları Devleti bu bölgede kurulmuştur. Yüz sene bu bölgede hüküm süren Dânişmend Oğulları, ülkelerinde Türk millî kültürüne dayalı bir mefkûreyi ve gazilik ülküsünü yerleştirmiş ve bunu devletlerinin politikası hâline getirmişlerdi. Ülkelerinde birçok medreseler kurarak tabii bilimlerin tedris edilmesini ve böylece bilimsel/ilimlerin yerleşmesi ve gelişmesini sağlamışlardır. Dânişmend Oğullarının bu bölgeye yerleştirdikleri bu zihniyet Osmanlılar zamanında da bir süre devam etmiştir. Ünlü Osmanlı Tarihçisi Paul Wittek, Timurlenk’in Anadolu’yu istila etmesinden sonra parçalanan Osmanlı Devleti’nin birliğini Amasya Şehzadesi I. Mehmed Çelebi’nin yeniden sağlamış olmasını bu şehzadenin 10 sene dağlık Amasya bölgesinde Dânişmend Oğullarından intikal eden millî şuur ve gazilik ruhu içinde yetişmesi ve bu ruh ve şuur ile yeniden tav almış olması ile izah eder.42 İşte Alâeddin Keykubad şehzadelik döneminde Dânişmend ilinde, Türkmencilik ruhu ve gazilik ülküsü içinde yetişmiştir. Bu yüzden o dönemde Türkmenler ona “Uluğ Sultan” diyorlardı.43
Abbasî Halifesi en-Nâsır Lidînillâh’ın kurduğu Fütüvvet Teşkilatı’nın “şeyhü’ş-şüyûh”ü Şihabüddin es-Sühreverdi 1220 yılında Alâeddin Keykubad’a Fütüvvet üniforması kuşatmak üzere Anadolu’ya geldiğinde bir süre Malatya’da kalmıştı. O Malatya’da iken Kübreviyye Tarikatı Şeyhi Necmüddin-i Daye telif etmiş olduğu Mirsadü’l-İbad adlı eserini Şeyh Şihabüddin-i Sührederdi’ye takdim etmiş, o da eseri mütalaa edince çok beğenmiş ve yazarına: “Bu Diyar-ı Rum’un genç, bilgili, ilmî ve ilim adamlarını himaye eden bir sultanı var. Sen bu eserini ona ithaf et.” demiş ve onun bu tavsiyesi üzerine Şeyh Necmüddin-i Daye Mirsadü’lİbad adlı ünlü eserini Uluğ Sultan Alâeddin Keykubad’a sunmuştur.44 İbn Bibi’nin anlattığına göre Beyşehir Gölü kenarında inşa edilen Kubâdâbâd Sarayı’nın tamamlandığı tarihte Alâeddin Keykubad burada tatil yaparken