İşte bu kadar siyasi olaylarla iç içe olan Kir ailesi Sille’deki Hristiyan dindaşlarıyla yoğun temas hâlinde bulunuyor olmalılar. Bu Kir ailesinin Konya çevresinde birtakım mülklerinin mevcudiyeti de dikkati çekmektedir. Ancak daha sonraki dönemlerde bu ailenin fertlerinin Müslüman oldukları adlarından anlaşılmaktadır. Konya’da bulunan Kirvat (Tepekent) ve Kirali (Kıreli) köylerinin bu aileye ait olduğu görülmektedir. Zamanla bu aile mensuplarından da bazıları Denizlili Mehmet Bey gibi Müslüman olmuşlardır.
Selçuklu tarihi boyunca Sille’deki Hristiyan halk Konya’daki Müslüman halk ile diyalog içinde bulunuyor ve onlarla yoğun siyasi ve kültürel temasa giriyorlardı. Sille’ye Müslüman halkın yerleşmesi Karamanoğulları döneminde başlamıştır. Nitekim Sille’deki ilk İslami yapılar da Karamanoğulları zamanında inşa edilmiştir. Selçuklular zamanında Sille’de Müslümanlara ait herhangi bir yapı mevcut değildir.
Selçuklular zamanında Konya şehir muhafız merkezi Gevale Kalesi’ydi. Bu kaledeki askerî birliklerin komutanı Sille’nin yanı başındaki Sarayköy’de ikamet ederdi. Alâeddin Keykubad zamanında şehir muhafızı ve kale komutanı olan Hâce-i Cihan’ın sarayı Sille Çayı’nın kenarında bulunuyordu. Demek istiyorum ki bu muhafız merkezinin de Sille ile bir bağlantısı mevcuttu. Bugün Sille Barajı’nın çevresinde askerî yerleşim yerlerinin mevcut olduğu bilinmektedir.
Selçuklular zamanında ve sonraki dönemlerde Konya şehrinde Hristiyanlara mahsus herhangi bir yapı bulunmamaktadır. Fakat Konya halkının Hristiyanlarla bir teması bulunuyordu. Bir anekdot bize bu konuda fikir vermektedir. Meşhur Türkmen Şeyh Evhadüddin Kirmani Konya’ya geldiği zaman müritleri ile toplantı sırasında kendisine şeyhin halifesi olan Fakih Ahmed’den bahsetmişler. Fakih Ahmed’in Müslümanlarla ilgilenmediğini Hristiyanların arasında yaşadığını, Hristiyanlarla meşgul olduğunu bildirmişler ve Fakih Ahmed’i Kirmani’ye şikâyet etmişlerdir. Kirmani de Fakih Ahmed’in bir sekr hâli bir de uyanıklık hâlinin bulunduğunu fakat sekr hâlinin ona galip geldiğini ve bu sekr hâlinde bulunduğu dönemlerde Hristiyanlarla meşgul olmayı tercih ettiğini ifade etmiştir. Bu örnekten de anlaşılacağı üzere Selçuklular zamanında Konya’daki Müslümanlarla Sille’deki Hristiyanlar arasında kültürel diyalog devam etmiştir.
Yukarıda sözü edilen Fakih Ahmed’in Sille’de bulunan Ak Manastır’a devam ettiği ve oradaki Hristiyanlarla ilgilendiği de rivayet edilmektedir. Bundan dolayı Fakih Ahmed’e “delişmen derviş” denmiştir. Buna rağmen Fakih Ahmed Müslümanlar nezdinde değerini kaybetmemiş, muhterem tutulmuş ve öldüğü zamanda kendisine türbe ve cami inşa edilmiştir. Mevlevi Yazar Ahmet Eflekî, Mevlana’nın da bir defasında Sille’deki Ak Manastır’a gittiğini ve oradaki keşişlerle görüşmeler yaptığını anlatmaktadır.
Hoşgörü ve müsamaha olmayan bir ortamda bilimsel gelişmenin olması ve alternatifli düşünebilmenin imkânı yoktur. Genel olarak Selçuklu sultanları Anadolu’da geniş bir müsamaha ve hoşgörü ortamı yaratmışlardı. Çeşitli din ve milletlerin bulunduğu o günün Anadolusu’ndaki kültürel şartlar bunu gerektirdiği gibi vasıflı yöneticiden de beklenen budur. Meşhur İşrâkî Filozof Maktûl Şihabüddin Sühreverdi, Diyarbakır’da bulunmuş Artukoğlu Îmâduddin Kara Arslan’a el-Elvâhü’l-imâdiye adlı eserini sunmuştur. Tokat’ta da bulunmuş, orada da II. Kılıçarslan’ın oğlu Süleyman Şah’tan saygı görmüş ve bu sultana da Pertevnâme adlı eserini sunmuştur.56 Aynı zat Halep’e gitmiş, Salâhaddin Eyyûbi’nin oğlu el-Melikü’z-Zâhir tarafından zındık (Mecusi) olduğu gerekçesiyle idam edilmiştir.57 Fikirlerinden dolayı öldürülmüştür. Bu durum, Selçuklu devlet adamlarının fikir ve inanç özgürlüğüne ne kadar değer verdiklerine güzel bir örnek teşkil eder. Şüphesiz Alâeddin Keykubad da en az selefleri kadar hoşgörü ve müsamaha sahibi bir sultan idi. Dostları, sohbet arkadaşları arasında Ermeni, Rum kişiler de vardı. Zevcesi Kirfart’ın kızı Hond Hatun, uzun süre dinini muhafaza etmiş ancak sonunda kendi rızası ile İslamiyet’i kabul etmiştir. Babası da Akşehir hâkimi (yönetici) olmuştu.
Başta hanedan üyeleri olmak üzere birçok devlet adamları ve halktan insanlar gayrimüslim hanımlarla evlilikler yapıyorlardı. Bunun sonucu gayrimüslim aileler ile akrabalıklar kuruluyordu. Anadolulu tacirler, ticaret amacıyla Rum beldelere gidiyor ve oralarda evlilikler yapıyorlardı. Çoğu zaman hanımın ve akrabalarının Müslüman olmalarına vesile oluyorlardı.58 Moğol hâkimiyetinden sonra bu müsamaha ve güven ortamının da bozulduğu görülmektedir.
III. Bölüm
Anadolu Selçukluları zamanında şehirlerde güvenlik ve belediye hizmetleri “Ahi Teşkilatı” diye bilinen esnaf ve sanatkârlar örgütü tarafından yürütülmekteydi. Toplumu sosyal, kültürel ve siyasi bakımdan yönlendiren en önemli kuruluş da gene Ahi Teşkilatı’ydı. Bu teşkilatın kurucusu sayılan Ahi Evren Şeyh Nasîrüddin Mahmud, Alâeddin Keykubad ve oğlu II. Gıyâseddin Keyhüsrev döneminde Konya’da bulunuyordu. Ahi Evren ilmî kişiliği ile de devrin en önde gelen fikir ve aksiyon adamlarından biridir. Bu bakımdan burada onun ilmî ve fikrî faaliyetlerini ve teşkilat çalışmalarını ve kurduğu Ahi Teşkilatı’nın o günkü sosyal ve kültürel ortamdaki yerini açıklamayı gerekli görüyoruz.
Türk fütüvvet hareketi diyebileceğimiz Ahilik, dinî ve siyasi bakımdan Abbasî Halifesi en-Nâsır Lidînillâh’ın kurduğu Fütüvvet Teşkilatı’na bağlı olarak kurulmuştur. Türk kültür ve zevki, Orta Çağ İslam fütüvveti, töre ve gelenekleriyle beslenmiş ve Anadolu Selçukluları zamanında Anadolu’daki sosyal, kültürel, sınai, ticari ve siyasi şartların etkisiyle teşekkül etmiş ve gelişmiştir. 34. Abbasî Halifesi en-Nâsır Lidînillâh’ın (1180-1225) İslam dünyasındaki dağınık dinî ve siyasi birlikler hâlinde bulunan Fütüvvet hareketini yeniden organize ederek İslam dünyasına şamil bir teşkilat kurdu. Kendi zamanındaki bütün Müslüman devlet adamlarına da mektuplar ve elçiler göndererek kurmuş olduğu Fütüvvet Teşkilatı’na katılmalarını talep etmekteydi. 601 (1204) yılında ikinci defa Anadolu Selçukluları Devleti’nde tahta geçen I. Gıyâseddin Keyhüsrev, hocası Malatyalı Şeyh Mecidüddin İshak’ı bu halifeye göndererek onunla siyasi ve kültürel ilişkiler içine girdi. Nitekim ertesi yıl Bağdat’tan dönen Şeyh Mecidüddin İshak,