Konya, Türkiye Selçukluları zamanında etrafı bağlık bahçelik olan bir şehir idi. Çevresindeki bu bağ ve bahçelerin su ihtiyacı çevredeki derelerden Konya Ovası’na akan sulardan karşılanmaktaydı. Suyu en bol olan dere ise hiç şüphesiz Meram Deresi idi. O dönemde Meram Deresi ve çevresi ormanlık bir alandı. I. Gıyâseddin Keyhüsrev 1203 yılında Gevale Kalesi’ni zapt etmeye çalışırken kuşatma uzun sürmüştü. Başarısız duruma düşen askerler Meram Vadisi’ndeki ormanlık alana dağılmışlar ve bu ormanlık alanda askerleri tekrar toparlamak mümkün olamamıştı.
Meram Deresi boyunca müteaddit su değirmenleri vardı. Yakın zamana kadar bu değirmenler faal idiler. O dönemde de Meram Bağları bugün olduğu gibi gezinti ve tenezzüh yeriydi. Şehrin ileri gelenleri burada bağ ve bağ evi ediniyorlardı. Mevlana ve Sadreddin Konevî’nin sık sık Meram’a tenezzühe çıktıkları ve dostlarının bağ evlerine gittikleri rivayet edilmektedir. Bugün üzerinde Sille Barajı’nın bulunduğu Sille Deresi’nin suyu da Hoca Cihan Mahallesi cihetinden Konya’ya ulaşmaktaydı. Bu cihetteki bağ ve bahçeler bu su ile sulandığı gibi şehrin ihtiyacında da kullanılmaktaydı.
Konya ve çevresini besleyen su kaynaklarından biri de Hatip ve Çayır-bağı Sularıydı. Konya’yı zapt etmek için gelen askerî birlikler Hatip’te konuşlanıyorlardı. Konya’ya gelen Haçlı kuvvetleri ve Moğol askerleri burayı kendilerine karargâh tutuyorlardı. Hatta Hülagu Han’ın amcasının oğlu olan Moğol orduları komutanı Baycu Noyan bazı siyasi emellerini gerçekleştirmek için burada bir kışla inşa etmişti ve otağını da burada kurmuştu. Mevlana Celâleddin’i burada huzuruna kabul etmişti. Bu sudan dolayı Konya Ovası’nın bu kesiminde geniş ekim alanları vardı. Meram gibi bağlık ve bahçelik idi.
Vezir Kadı İzzeddin’in Vakfiye’sinden öğrendiğimize göre25 Kadınhanı ilçesi Kadı İzzeddin’in ikta mülkü olduğu gibi Kestel Ormanları’ndan kaynaklanan Kestel suyu da Kadı İzzeddin’in ikta mülkü idi. Onun için bu suyun tasarruf yetkisi ona ait idi. İmam Hatip Lisesinin bulunduğu yerde Kadı İzzeddin’in inşa ettiği cami, medrese ve bir darüşşifa (Mâristân-i Atik) bulunmaktaydı. Bu suyun satışından sağlanan gelirleri, kurduğu müessesenin harcamalarına tahsis etmiştir. 1252 yılında düzenlenen bu Vakfiye’den anlaşılmaktadır ki Kestel Suyu, Kadınhanı yakınlarındaki Koşmar köyünden geçerek Konya Ovası’na inmekteydi. Kayacık’tan geçerek Sıra Çalılar mevkisinden Divanlar (Divanegan) köyüne ulaşmaktaydı. Bu suyun açık havada bu kadar uzak mesafeye gitmesi imkânsız görünüyor. Muhtemelen bu mesafeye künk döşenmiştir diye düşünüyorum. Konya’nın kuzey cihetine düşen ekili arazileri bu su ile sulanıyordu.
II. Bölüm
Selçuklular zamanında teşekkül eden Türk-İslam medeniyetinin ilk bir buçuk asrında felsefe ve pozitif ilimlere büyük bir ilgi duyulduğu dikkati çekmektedir. Bunun da en önemli sebebi, Anadolu’da kurulan ilk Türk devletleri yöneticilerinin ilim ve fikir adamlarını bu alana yönlendirmeleri ve müspet ilimlerle mücehhez olan ilim adamlarını himaye edip onların çalışmalarına imkân vermeleridir.
Anadolu’da ilk ilmî faaliyetlerin Dânişmend Oğulları Devleti zamanında ve Dânişmendliler bölgesinde başladığını tespit etmekteyiz. Bu devletin kurucusu Melik Ahmed Gazi, Selçuklu ailesinin muallimi Dânişmend Ali Taylu’nun oğludur. Kendisi de babası gibi dânişmend (bilge) bir kişi idi. Kurduğu devlete “Dânişmendiyye” devleti denmesi bundandır. Anadolu’nun ilk medreseleri XII. asrın ilk yarısında Dânişmend Oğulları zamanında Niksar, Tokat, Sivas ve Kayseri’de yapılmıştır.
Bugünkü bilgilerimize göre Anadolu’da ilk defa bilimsel bir eser telif eden İbnü’l-Kemal İlyas b. Ahmed, Dânişmendlilerin Kayseri şehir muhafızı olup heyet (astronomi) ilmine dair olan Keşfü’l-akabe adlı eserini Dânişmend Oğlu Melik Ahmed Gazi’ye sunmuştur.26 Eserinde Melik Ahmed Gazi’nin astronomi ve felsefeye ilgi duyduğunu da belirten İbnü’l-Kemal, eserinin bir yerinde de onun hakkında: “O yüce zatı iltizam edenler çoğunlukla fazıl ve filozoflardır (hükemâ). Dünyanın her yanından bilge kişiler o hazrete yöneldiler. Her biri ilmini yayması nispetinde itibar görüp o hazretin cömertlik denizinden paylarını aldılar.27 Demek suretiyle Melik Ahmed Gazi’nin bilimi ve bilim adamlarını himaye ettiğini ifade etmiştir.
XII. asrın sonlarında Anadolu Selçukluları, Dânişmend Oğulları Devleti’ni ortadan kaldırdılar. Fakat Dânişmend Oğullarının koyduğu bilimsel gelenek Dânişmend ilinde devam etmiştir. Selçuklu Sultanı II. Kılıçarslan, Dânişmend Oğulları Devleti’ni ortadan kaldırdıktan sonra Dânişmendlilerin başşehri Tokat ve çevresini oğlu Rükneddin Süleyman Şah’a vermişti. Dânişmend ilinde eğitim gören Süleyman Şah da Dânişmend Oğlu Melik Ahmed Gazi gibi ilim sever, fazıl ve filozof bir insandı. Mutaassıp bir Şafii olan İbnü’l-Esir onun hakkında şöyle demektedir: “Ancak onun itikadının bozuk olduğu, felsefi inançlar taşıdığı, bu inançta olanların ona sığınıp ondan yardım ve himaye gördükleri nakledilir. Fakat o akıllı idi. Halkın tepkisinden çekindiği için bu inanç ve itikadını açığa vurmazdı.28 Bilahare Selçuklu tahtına oturan Süleyman Şah, Tokat ve yöresinde Dânişmend Oğlu Melik Ahmed Gazi’nin başlattığı ilmî ve fikrî geleneği devam ettirmiştir. Yine İbnü’l-Esir, çeşitli mezhepten ilim adamlarının onun huzurunda münakaşa ettiklerini bildirmektedir.29 İbn Bibi, İşrâki Filozof Şihabüddin-i Suhreverdi el-Maktûl’un Pertevnâme adlı felsefi eserini Tokat’ta Süleyman Şah’a takdim ettiğini yazmaktadır.30
Dânişmendli emirlerden ve Dânişmendnâme adlı destani eserin kahramanlarından Terken Şâh’ın torunu olup Sultan I. İzzeddin Keykâvus ve I. Alâeddin Keykubad zamanlarında Amasya valisi olan Emir Mübârizüddin Hâlifet Gazi, 1209 (606) yılında Amasya’da medrese inşa etmiştir.31 Bu medresede hizmet veren Hâkim Bereket adlı bir bilgin tıp ilmine dair Tuhfe-i Mübârizî ve Hulâsa der ilm-i Tıb adlarında Türkçe iki eser yazmıştır.32 Onun bu eserleri Anadolu’da telif edildiği bilinen ilk Türkçe eserlerdir.
Anadolu Selçukluları Devleti sultanları da pozitif ilimlere vâkıf idiler ve bu ilim sahiplerini gözetiyorlardı. Nitekim o dönemin tarihçisi İbnü’l-Esir, Anadolu Selçukluları Devleti’nin kurucusu Süleyman Şah’ın Babası Kutalmış’tan bahsederken: “Tuhaf olan şu ki bu Kutalmış Türk olmasına rağmen astronomi (nücum) ilmini çok iyi biliyordu. Ayrıca kavimler ilmini de iyi bilirdi. Kendisinden sonra da oğulları bu ilimlere rağbet göstermeye devam ettiler ve bu ilimlerde sivrilmiş olan bilim adamlarını korudular.”33