1980’lerin başından itibaren, 1970’lerde Bretton Woods Sistemi’nin yıkılmasıyla başlayan süreçte dünyanın yeniden yapılanması ve küreselleşmesi, Türkiye-SSCB ikili ticari ilişkilerindeki ekonomik potansiyeli açığa çıkardı. Türkiye’deki 1980 Darbesi’nden sonra ortaya çıkan siyasi istikrar, Türkiye’nin yeni başbakanı Turgut Özal’ın Türkiye’nin piyasa ekonomisine geçişini sağladı. Sovyetler Birliği’nde ise 1985 yılında iktidara gelen Gorbaçov, Sovyetler Birliği’ni bürokratikleşmiş ve durgun ekonomisinden, iktisadi ve idari reformlarla kurtarmaya çalıştı. Her iki ülkedeki bu değişiklikler, ikili ticaret hacminin artmasının ve özellikle enerji alanında iş birliğinin önünü açtı. İkili ticaretin önemli bir kısmını Türkiye’nin SSCB’den temin ettiği doğal gaz ve karşılığında ihraç ettiği malzemeler oluşturuyordu. 1980’lerde Türkiye’nin SSCB’ye ihracatı yüzde 260, SSCB’nin Türkiye’ye ihracatı ise yüzde 506 arttı.50 İkili ticari ilişkilerin hacmindeki artış, bölgesel iş birliğini de beraberinde getirdi. 1980’ler boyunca iki hükûmet ortak sınır, kültürel alışveriş ve Karadeniz uçuş bölgesini düzenleyen anlaşmalar imzaladılar. Bu dönemde atılan adımlar 1990’larda gerçekleşecek olan daha geniş ve yoğun bir yakınlaşmaya zemin hazırladı.
Soğuk Savaş dinamikleri bu dönemde Türkiye ile Sovyetler Birliği arasındaki ilişkilerin seyrini belirledi. Soğuk Savaş’ın başladığı yıllarda, SSCB tarafından kendini tehdit altında gören Türkiye, NATO’ya üye olarak Batı ittifakının bir parçası oldu. NATO üyeliği sayesinde Türkiye, ordusunu modernleştirdi lakin ABD’den alınan bu ekonomik ve askerî yardımlar Türkiye’nin Batı’ya olan bağımlılığını artırdı. Türkiye bu meseleyi Kıbrıs’a müdahale etme planları üzerine Johnson’ın mektubunu aldığı 1960’larda anlayacaktı. Bu dönemde SSCB Türkiye’yi Batı’nın piyonu olarak görse de Türkiye ile çeşitli kanallardan iyi ilişkiler geliştirmeyi ve sürdürmeyi hedefledi. Burada SSCB hem Türkiye üzerindeki etkisini artırmayı hem de Türkiye ile Batı arasındaki bağları zayıflatmayı hedefliyordu. Özellikle Stalin’in ölümünün ardından Hruşçov dönemi ile başlayan süreçte SSCB, Türkiye’ye hem kalkınma yardımı yapmış hem de aralarındaki siyasi ilişkileri geliştiren adımlar atmıştır. İki ülke arasındaki ekonomik bağlar, Soğuk Savaş sonrası dönemde daha da önem kazanacaktır.
1990’larda Soğuk Savaş Sonrası Türkiye-Rusya İlişkileri
SSCB’nin çöküşü, Soğuk Savaş dönemi dinamiklerinin ortadan kalkmasıyla birlikte Türkiye-Rusya ikili ilişkilerinde ticari olarak iyileşme sağlarken aynı zamanda bölgesel rekabetin de önünü açtı. Gorbaçov’un Sovyet sistemini güçlendirmek için uyguladığı reformlar Sovyet rejiminin sonunu getirirken birkaç yıl içinde Doğu Avrupa’daki tüm Sovyet uydu cumhuriyetleri Moskova ile bağlarını kopardı. 1991’de Bağımsız Devletler Topluluğu’nun (BDT) kurulması ile SSCB’nin dağılış süreci nihayete erdi. SSCB’nin dağılmasından sonra, Moskova’nın Orta Asya ve Kafkaslar’daki etkisinin azalması, Türkiye ve Batı’nın bu bölgede nüfuz için Rusya ile rekabete girme yolunun açılmasına sebep oldu.
Rusya Devlet Başkanı Boris Yeltsin ve Dışişleri Bakanı Andrei Kozyrev, dış politikada Sovyet sonrası bölgeleri Rusya’nın arka bahçesi olarak gören tutumdan vazgeçti ve Batı dostu bir dış politika izledi. Bu politika doğrultusunda Rusya, Batı kaynaklı kredilere erişim ve yeni kurulmakta olan Soğuk Savaş sonrası dünya düzeninin güçlü ve uyumlu bir üyesi olmayı hedefliyordu. Fırsatı değerlendiren Türkiye, ortak Türk ve Müslüman kimliklerini vurgulayarak Orta Asya ve Kafkaslar üzerinde ekonomik ve stratejik planlar uygulamaya çalıştı. TİKA (Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı), bölgedeki Türk kalkınma yardımlarını koordine etmek amacıyla 1992 yılında kuruldu. Özal’ın aktif teşviki ile 1992 yılında Ankara’da Türk Dili Konuşan Ülkeler Zirvesi toplandı. 1993 yılında, ortak Türk kültürünü geliştirmek için Uluslararası Türk Kültürü Teşkilatı (TÜRKSOY) kuruldu. Bu girişim, birkaç zirvenin ardından 2009 yılında kurulan Türk Keneşi’nin tohumlarını atacaktı. Türkiye’nin eski Sovyet coğrafyası ile ticari faaliyetleri aynı dönemde önemli ölçüde arttı.
Ancak 1990’ların ortalarından itibaren Rusya’nın dış politikasında yaşanan değişim ve Türkiye’nin Sovyet sonrası bölgede Batı’nın yetersiz desteği sonucunda güçlü bir etki kuramaması, Moskova’nın Sovyet sonrası bölgedeki etkisini kısa sürede geri getirdi. Rus bürokrasisi ve dış politika yapımında rol alan kurumların Kozyrev ile onun Batı yanlısı dış politikasına karşı gösterdiği direniş nedeniyle, Rusya’nın Sovyet sonrası alanda büyük güç rolünü vurgulayan ve küresel çok kutupluluğu teşvik etmesi gerektiğini öne süren Yevgeni Primakov dışişleri bakanı oldu. 1997’de bu iki amaç, Soğuk Savaş sonrası Rusya’nın resmî stratejik ve dış politika doktrinlerinin temel parçaları hâline geldi.51 Rusya’nın uyumlu politikasının beklentileri karşılamak şöyle dursun, NATO’nun genişlemesi gibi sonuçlar getirmesi Rus dış politikasındaki dönüşümde önemli bir rol oynadı. Türkiye’de Özal’ın 1993’te ölümü; PKK terörünün tırmanmasının, zayıf koalisyon hükûmetinin ve ekonomik krizlerin önünü açtı. Bu faktörlerin bir sonucu olarak Rusya, Sovyet sonrası alanda hegemonik etkisini sürdürürken Türkiye ve Batı, bölgede yalnızca sınırlı ekonomik etkiye sahip olabildi.
Sovyetler Birliği ile Türkiye arasındaki ikili ticareti artırmaya yönelik karşılıklı çaba, 1980’lerin ortalarında başladı ve 1990’larda Türkiye ile Rusya Federasyonu arasında devam etti. Türkiye Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in 1992 yılında Moskova’yı ziyareti sırasında iki ülke Türkiye Cumhuriyeti ile Rusya Federasyonu Arasındaki İlişki İlkeleri’ni imzaladı.52 Bu antlaşma, 1925 tarihli Türkiye-Sovyetler Birliği Dostluk ve Tarafsızlık Antlaşması’nda ortaya konan genel ilkeleri izledi. 1994 yılında Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü (KEİ), Karadeniz Bölgesi’nde diğer devletlerin katılımıyla çok taraflı siyasi ve ekonomik iş birliğini geliştirmek için bir şemsiye kurum olarak ortaya çıkarıldı.
Bu dönemde ikili ilişkilerdeki en önemli başarı ise ticari ilişkilerde sağlandı. Her iki ülkenin de ekonomik durgunluğa girdiği 1998 yılına kadar, iki ülke arasındaki ticaret hacmi birkaç kat artarak yıllık 8-10 milyar dolara ulaştı.53 Bu ticaretin önemli bir kısmının, ilgili kurumsal çerçevenin yokluğunda bavul ticareti olarak gerçekleştiği dönemde Türkiye; Rusya’dan zırhlı araçlar, makineli tüfekler ve helikopterler