Osmanlı Türkleri’nin ve Rusların Kökenleri
Osmanlı Türklerinin kökeni, Çin’in kuzeyinde bulunan Altay Dağları’ndaki Türk göçebelerine dayanmaktadır. MÖ 2. yüzyıldan itibaren bu bölgede değişen siyasi, ekonomik ve iklimsel koşullar göçebe halkların batıya doğru göç dalgalarını beraberinde getirmiştir. Bu dönemde göç eden bazı Türkler daha sonra İslam’ı benimsemiş ve Orta Asya’da Karahanlılar (840–1212) ve Orta Doğu’da Selçuklular (1037-1194) dâhil olmak üzere birçok önemli devlet kurmuşlardır.14 13. yüzyılın sonlarına doğru ise Moğol istilasının yarattığı göç dalgası sonucu Anadolu topraklarındaki Türk nüfusunun oranı da önemli ölçüde arttı. Moğol İmparatorluğu’nun zayıflamasıyla Anadolu’daki Türk boylarının15 oluşturdukları müstakil beylikler de güçlendi. 13. yüzyılın sonlarında Anadolu’da ortaya çıkan ve İlhanlılar zayıfladıkça güçlenen bu siyasi varlıklar Uç Beylikleri olarak adlandırıldı.
Kuzeybatı Anadolu’ya yerleşen ve Osman Bey tarafından yönetilen bu beyliklerden biri,16 zayıflayan Bizans ve Moğol etkisinden dolayı genişlemek için oldukça iyi bir konumdaydı.17 Osmanlılar bu avantajı iyi kullanacaklardı. İstanbul’un fethi ve Doğu Roma İmparatorluğu’nun yok olmasıyla Balkanlar üzerindeki Türk hükümranlığının karşısındaki büyük bir engel kalktı. Anadolu’daki diğer Türk boylarının da Osmanlı’ya çeşitli vesilelerle katılmasıyla Osmanlılar, Doğu Anadolu ve ardından Orta Doğu’da da hâkim güç konumuna geldi. 15. yüzyıldan itibaren gaza düşüncesi18 ile hareket eden Osmanlı; stratejik aklı, yeni edinilen topraklarda farklı inançlara karşı gösterilen hoşgörüsü ile çabucak üç kıtaya yayılarak bölgedeki en güçlü devlet konumuna geldi. 16. yüzyılda, Yavuz Sultan Selim döneminde Mısır, Suriye ve Hicaz’ın fethi, Osmanlı İmparatorluğu’nu İslam dünyasında da en önde gelen otorite hâline getirecekti.
Günümüzdeki Rusların ataları olan Slav kabileleleri; bugünkü Rusya’nın batısında yer alan, kuzeylerindeki Fin ve Litvanya halkı ile bugünkü Ukrayna’da bulunan Türk halkları ile komşuydu.19 Bir siyasi oluşum olarak Rus milleti ise 9. yüzyılda, Rus adlı bir Viking (Varang) kabilesinin Baltık Denizi’nden gelerek yerel Slav nüfusu boyunduruk altına almasıyla Novgorod çevresinde meydana geldi. Rus adlı bu Viking kabilesi, yerel Slav kültüründe hızla asimile oldu ve zamanla siyasi varlığının merkezini güneydeki Kiev’e taşıdı. Kiev Ruslarının bölgede yerleşik hayata geçmelerinin ardından 980’de Ortodoks Hristiyanlığı’nı devlet dinleri olarak kabul ettiler. 13. yüzyıla gelindiğinde ise Kiev Rus Devleti, Moğol istilası sonucunda tarihe karıştı. Moğollar o dönemde bölgedeki küçük Rus prenslikleri ve Türk hanlıkları üzerinde de siyasi hâkimiyet kurdu. Sonraki dönemlerde Ruslar tarafından aslında bir Moğol kabilesinin ismi olan Tatarlar olarak adlandırılan Moğollar, siyasi merkezlerini Yukarı Volga Bölgesi’ndeki Saray şehri çevresinde kurdular. Moğol İmparatorluğu’nun dağılmasının ardından İslam’ı benimseyen Moğol siyasi eliti, Altın Orda ismiyle bölgede hâkimiyetlerini sürdürdüler.
Altın Orda hâkimiyetindeki prensliklerden Moskova Prensliği elverişli jeoekonomisi, yetenekli liderleri, Moğol hanlarının teşviki ve Moskova’da kurulan bağımsız kilise yapısı ile hızlıca güç kazanmaya başladı. Altın Orda’nın bölgedeki hâkimiyetinin azalmasıyla Moskova’nın genişlemesi, özellikle IV. İvan (hükümdarlığı 1547-1584) döneminde ivme kazandı. 1547’de IV. İvan, Dominion Katedrali’nde “Tüm Rusların Çarı” olarak taç giydi ve bölgedeki tüm Slav prenslikleri üzerindeki otoritesini göstermiş oldu. 16. yüzyılın sonlarında Moskovalılar, Osmanlı İmparatorluğu’nun görmezden gelemeyeceği bir güç hâline geldiler.
Erken Osmanlı-Rusya İlişkileri (1495-1783)
Osmanlılar ve Ruslar arasındaki resmî ilişkiler 15. yüzyılın sonlarında Moskova Knezliği’nin İstanbul’da elçi görevlendirmesi üzerine başladı. Bu dönemde Balkanlar’a doğru genişleme fikri, Osmanlı Devleti’nin dış politikasının temelini oluşturmaktaydı. Karadeniz’de başat güç hâline gelen Osmanlı Devleti kendilerine tabi olan Kırım Tatarlarını desteklemenin yanı sıra, Polonyalılar ve Moskovalılar ile de farklı vesilelerle ittifak yapacaklardı. Örneğin Altın Orda çöküp güç dengesi Kırım Hanlığı’nın lehine döndüğünde 16. yüzyılın sonlarına kadar Osmanlılar, Moskova Knezliği’ni Polonya’ya karşı doğal bir müttefik olarak görüp destekledi. Moskovalılar, Kırımlıların gücüne erişmeye başlayınca ise Osmanlı Devleti de Ruslara karşı Kırımlıları desteklemeye başladı. Bu stratejinin temelinde Osmanlı’nın bölgedeki siyasi oluşumlardan birinin güçlenerek kendine tehdit hâline gelmesini engelleme çabası yatmaktaydı. Altın Orda’nın iyice zayıflamasıyla Moskova Knezliği, çevrelerindeki Türk hanlıkları ve Slav beyliklerini kendi hâkimiyetleri altına alarak güç kazanırken Osmanlı İmparatorluğu, 17. yüzyıla kadar Rus tehdidini ortadan kaldırmak veya azaltmak için belirleyici bir adım atmadı. Osmanlı Devleti’nin bölgedeki kontrolünü artırmak için yaptığı tek ciddi plan, iki büyük nehri birbirine bağlayacak olan Don-Volga Kanal Projesi’dir. Ancak bu proje de Orta Avrupa’daki gelişmeler ve Kırım’ın projeye karşı çıkması neticesinde gerçekleşmemişti.20
18. yüzyıl boyunca Rusya büyük idari reformlar gerçekleştirdi. Ordusunu yetenekli yöneticiler altında modernize eden Rusya, bu dönemde hızlıca Osmanlı’yı tehdit eder konuma gelecekti. 1695’te ilk Rus donanmasının kurulması dâhil olmak üzere bir dizi Batı tarzı reforma öncülük eden I. Petro (hükümdarlığı 1682-1725), Karadeniz kıyılarındaki Azak Kalesi’ni alma girişimiyle Osmanlıları şaşırtacaktı. Rus ordusunun savaş meydanlarında Osmanlı’ya üstünlük sağlamaya başlamasıyla birlikte güç dengesindeki değişim, ikili ilişkileri de etkilemeye başladı. Petro’nun çabaları ilk etapta Karadeniz üzerinde Rus üstünlüğüne yol açmasa da halefleri Osmanlı’nın kuzey sınırlarını zorlamaya devam etti. 18. yüzyılın ikinci yarısında, Osmanlı İmparatorluğu’nun durgunluğu II. Katerina’yı (hükümdarlığı 1762-1796) Rusya’nın Karadeniz ve Akdeniz Bölgesi’ndeki etkisini genişletmeyi düşünmeye teşvik etti.21 1768-1774 Rus-Osmanlı Savaşı’ndaki zaferiyle Rusya, Karadeniz’e hâkim oldu ve Balkanlar’daki etkisini artırdı. Savaştan sonra Rusya, Balkanlar’daki Hristiyan milletleri koruma statüsünü elde etti ve 1783’te Kırım Hanlığı’nın bağımsız olmasını sağladı. Kırım Hanlığı, 1783 senesinde Rusya tarafından tamamen ilhak edilecekti.
Batı’nın Yükselişi ve Rus-Osmanlı İlişkileri
Sanayi Devrimi ve sömürgecilik faaliyetleri ile beraber Avrupa imparatorluklarının hem ekonomik hem de teknik üstünlük elde etmesi ve bu çerçevede gelişen sosyal/siyasi olaylar ile düşünce akımları, 19. yüzyılın başlarından itibaren Osmanlı ile Rus İmparatorluklarına ve aralarındaki ilişkilerine ciddi etkide bulundu. 19. yüzyılda Rusya, Osmanlı İmparatorluğu’nun hâkimiyet alanında bulunan Balkanlar’da Müslüman olmayan Balkan tebaası arasında ayrılıkçı hareketleri kullanarak etkisini genişletti. Zayıflayan Osmanlı Devleti ise Rusya’ya karşı artık Batı’nın desteği ile ayakta kalmayı hedefleyecekti. Avrupa imparatorluklarının, özellikle Fransa ve Britanya’nın ise Osmanlı’ya destek