Öteki Hayatlar. Emin Göncüoğlu. Читать онлайн. Newlib. NEWLIB.NET

Автор: Emin Göncüoğlu
Издательство: Elips Kitap
Серия:
Жанр произведения:
Год издания: 0
isbn: 978-625-6862-72-2
Скачать книгу
Otobüsün silecekleri cama vuran yağmur damlaları ile başa çıkmakta zorlanıyor. Suratsız sürücü elinde bir bezle önündeki camın terini alıyor hiç durmadan. Yan pencerelerdeki buğudan dışarısı hiç görünmüyor. Yanında durduğum camın üstünü parmaklarımla siliyorum. Islak izlerin içinden Çınarlı Durak’ta bekleyen yolcuları görmeye çalışıyorum. Bildik, daha önce gördüğüm yüzlerin arasında, adının çok sonradan Sadberk olduğunu öğrendiğim yüzü çıkık elmacık kemikli kızın ürkek çehresiyle karşılaşınca durduğum ıslak camın gerisinde titriyorum! Elindeki kitaplarını göğsüne bastırmış hem kitaplarını hem de genç kızlığını bir şeylerden korumak istermiş gibi duruyor. İnce boynunu içeri çekmesinden üşüdüğü belli oluyor. Islanmış kısa saçlarının bir kısmı, soğuktan kızarmış yanaklarına yapışmış. Bu hâliyle çok savunmasız ve zavallı görünüyor! Durağa koşarak sığındığı, hızlı hızlı nefes alıp verişinden belli. Ağzından dumanlar savruluyor sanki. Ayağındaki kısa siyah botu tamamen ıslanmış. Önündeki üç kişinin otobüse binmesini sabırla beklerken kendisini otobüsün penceresinin ıslak camının gerisinden izlediğimden habersiz. Siyah gözlerindeki ışık, duruşuyla, onu hep endişelendirdiğini sezdiğim genç kızlığı gibi ürkek! Önündeki üç erkeğin aynı anda otobüse binme mücadelesine sanki kaygıyla bakıyor ve onlara değmemeye özen gösteriyor. Onun otobüse binmesi ile gövdemdeki kasılmanın gevşediğini hemen fark ediyorum. İçimden önümdeki ikili boş koltuklardan birisine gelip oturmasını ısrarla istiyorum. Ama o nedense gidip hemen sürücünün arkasında ve benden en uzak yere oturuyor! Yüzünü görmüyorum artık. Kısa siyah saçları boynuna dolanan siyah kaşkolunun üstüne serilivermiş. Kaşkolu ile uyumsuz kahverengi kaşe kabanının omuz başları ve sırtı ıslanmış. Kimseyle göz göze gelmemek için gidip sürücünün arkasına oturduğuna eminim. Onu, neden bu kadar düşündüğüm için bir an irkiliyorum! Fakat o gelecek günlerimin gizli ve suskun yolcusu gibi beni kendisine çekip etkisi altına alıyor. Işığa doğru uçan kelebekler gibiyim. İsminin Sadberk olduğunu çok sonraları öğrendiğim, yüzü çıkık elmacık kemikli, kısa siyah saçlı, zayıf, uzun boylu sayılabilecek bu güzel kızın gelecekteki hayatımın başrolünde oynayacağını nereden bilebilirdim? Zaten hayatın görünmez köşelerindeki gizlerini görebilseydik, başımıza, gücümüzün yetmediği içinden çıkamadığımız onca işi aşar mıydık? Güle oynaya başladığımız tatlı bir kır gezisini, içinde belalı virajların bulunduğu bir ölüm yolculuğuna çevirir miydik?

      İçinde sarsıldığımız yirmi üç numaralı otobüsün gittiği yol, hâlâ çamur rengi yağmur suları ile kaplı. Yağmur azalmadan yağmaya devam ediyor. Az önce Çınarlı Durak’taki yolcuları görmek için pencere camında sildiğim yer tekrar buğulanmış. Hayat, bütün sırları ile az önce bu camda beliriveren buğu gibi kımıl kımıl oynuyor etrafımda! Buğulanan kısmı tekrar siliyorum. Kaldırımda telaşla koşuşan insanlar var.

      Otobüs sürücüsünün arkasında suskunca oturan ıslak saçlı, yüzü çıkık elmacık kemikli kıza sevinçli bir bakış fırlattıktan sonra, daha hayatımın başında olduğumu ve önümde yaşanacak çok uzun bir ömür olduğunu düşünerek içimden keyifle kıs kıs gülüyorum. Çocukluğun ne demek olduğunu iyi kötü hatırlıyorum; bütün olumsuzluklara rağmen hoş bir tat bırakmış zihnimde. Ergenlik dönemim, yüzümde, alnımda aniden bitiveren sivilcelerim gibi can sıkıcıydı! Şimdi her ne kadar gelecek günlerin kaygısını, bulantılı bir iç burkulmasıyla hissetsem de, akıp giden günlerimden ve kendimden memnunum. Orta yaş ve yaşlılık; duyduğum, gördüğüm ama hiç ilgilenmediğim bir uzaklık. Zihnimde kelimeler uçuşuyor dışarıda yağmur damlaları…

      İsminin Sadberk olduğunu çok sonradan öğrendiğim yüzü çıkık elmacık kemikli kızın, başını hafifçe sağa çevirerek hiç durmadan çalışan sileceklerin yağmur damlalarını sağa ve sola savurmasına baktığını görüyorum. Otobüsümüz, Harun Bey Caddesi’nin birleştiği Atatürk Caddesi’ne dönmeden önce, Çarşı Durağı’nda birikmiş yolcuları da alması ile iyice kalabalıklaşıyor. Yeni binenlerin içinde bir iki öğrenci kızdan ve memur kılıklı kadından başka erkekler çoğunluktayız.

      Sağıma soluma önüme ıslanmış bir sürü insan birikiyor. Etrafımı büyük bir et yığını gibi kapatan kalabalıktan, yüzü çıkık elmacık kemikli kızı göremez oluyorum. Az önce gelip yanımda duran iri yarı herifin kötü kokan nefesi yüzüme doğru savrulunca sanki dünyam kararıyor! Bir insandan bu kadar kötü bir koku nasıl çıkar diye hayretler içinde yüzümü yan tarafa çevirerek kendimi kurtarmaya çalışıyorum, ama bunun fazla yararı olmuyor. Yüreğimin yeşil bahçelerinde az önce romantik uçuşlar yapan gönül kelebeklerim bu kötü kokuya daha fazla dayanamayıp birdenbire ortadan sıvışıyorlar. Kötü kokan nefesini, demirci körüğü gibi, tıslayıp tıslayıp üfüren ve yarattığı etkiden habersiz etrafı aval aval seyreden adama dönüp kendime bir hayli güvenerek, öfkeli bir bakış fırlatıyorum, fakat adam uyuşmuş gibi hiç oralı değil.

      Otobüsümüz akşam vapuru gibi ağır ağır ve suları yara yara gidiyor. Her şeye rağmen yüzü çıkık elmacık kemikli kızı düşününce bugünkü yolculuktan daha bir keyif alıyorum. Tekerlerden çıkan sesler, tepemizde ve camlardaki yağmur damlalarının tıpırtıları, içerdeki suskun ve somurtkan insanların yüzünde eriyor. Atatürk Caddesi’ne çıkıştaki savrulmada otobüsün içindeki et yığını birbirinin üstüne devrilerek sağa yıkılırken yirmi üç numaralı otobüs sol tarafa dönüyor. Yanımda iri bir fil ayağı gibi duran herifle girdiğimiz yakın temastan artık midem bulanıyor! İçerideki hava nefeslerimizle ağırlaştıkça ağırlaşıyor. Kalabalık et yığının arasından iyice bunaldığı anlaşılan yaşlı bir elin küçük pencere camını açmaya çalıştığını görüyorum. Bu yaşlı elin sahibinin yüzünü merak etmiyorum. Kimse kimsenin gözüne bakmıyor, arada bir karşılaşan anlamsız ve ürkek bakışlar hemen aceleyle yönlerini değiştiriyorlar. Islak ve buğulu camlardan dışarıdaki silik hareketliliğe bakmak can simidi gibi rahatlatıcı…

      Durduğu duraklarda çekingen adres sormalara, suratsız otobüs sürücüsünün verdiği sinirli yanıtlar kulaklarımı tırmalıyor. Atatürk Caddesi’ndeki kalabalık trafik, yüklü otobüsümüz gibi ağır ağır akıyor. Otobüsün içindeki hava nefeslerimizle kirlenince soluk alıp verişlerimiz hızlanıyor. Vilayet Durağı’nda duruyoruz. Otobüsün arka kapısı açılıyor. İnsanlar boyunlarını içeri çekerek yağmurlu ve soğuk havanın içine atılıyorlar. Etrafta sulara bata çıka koşuşan insanlar şaşkın ve kötümser. Açılan kapıdan içeri dolan soğuk hava iyi geliyor. Birkaç kişinin inmesi ile iri bir fil ayağı gibi beni sıkıştıran adamdan biraz uzaklaşabiliyorum. İneceğim Üniversite Durağı’na daha epeyce var. Nefesi pis kokan adamdan kurtulabilmek için inip yürümeyi düşünüyorum ama yağmur çok hızlı yağıyor, bunu göze alamıyorum. En iyisi yine yağan yağmuru ve yüzü çıkık elmacık kemikli kızı düşünmek.

      Otobüs duraktan ayrılırken yeni binenlerin sıkıştırması ile arkada az önce açılan boşluk yine doluyor. İnsanların bu üreme hızına ne otobüs dayanır ne yol. On kişi ölüyorsa yirmi kişi doğuyor. Gelişmemiş ve az gelişmiş ülkelerin insanları ile birlikte otobüsün içindekilere ve kendime sabırlar diliyorum. Şu anda bizim gibi ülkelerdeki nüfus artış hızını engellemeye ilişkin aklıma başka bilimsel bir mucize gelmediği için, hiçbir seçeneğimin olmadığı hususu konusunda kendi kendimle yüzde yüz hemfikirim. Otobüsün içindeki insan yoğunluğu dayanılacak gibi değil. Zaman zaman daraldığımı hissediyorum. Allah hasta ve yaşlıların yardımcısı olsun! Kendime biraz yer açma gayreti ile yanımdaki iri fil ayağı görüntülü herife yandan hafif bir kalça darbesi vuruyorum. Ama boşuna, bunun pek bir yararı