Evde akşamüzeri yaşadıklarım bıktırırcasına tekrar tekrar canlanıyordu zihnimde. Sadberk’le ben kılıçlarımızı çekmiş, en can alıcı neremizden vurabiliriz diye hesaplarken, kızım, güzel kızım, yıllar önce geceleri uyusun diye bir, iki, üç, dört… Sayısız masallar anlattığım kızım, odasının kapısını arkadan kilitlemişti. Onun için endişeleniyorum! Kızım pamuklu yastığını gözyaşları ile ıslatıp kendisini bu acımasız ve anlamsız oyuna niye kattığımızı bulmaya çalışırken Sadberk misafir odasının ortasında titriyordu! Aldığımız karşılıklı darbelerden yaralı ve yorgunuz. Fakat ne onun ne de benim geri adım atmaya niyetimiz yok. Vuruşarak ölmeye hazırız. Sadberk, bir ara bağırmayı kesip ağlamaya başlıyor. Sinirlerinin iflas ettiğini, direncinin kırıldığını anlıyorum. Keşke ben de ağlayabilsem rahatlayabilirim belki ama yapamıyorum! Bunu tam on üç yıldır beceremedim! Sadberk, bu çatışmanın tam bu yerinde ağlayıp vücudundaki gerilimi gözyaşları ile dışarı atarken ben her zaman olduğu gibi yine evi terk ediyorum. Direncini yitirmiş birine bağırmanın bir anlamı yok artık. Annesini ve kızımı sözlerimizle, kavgamızla kirlenmiş evimizde bırakarak sokak kapısını çarpıp çıkıyorum! Ara yollardan geçerek Harun Bey Caddesi’ne çıkıyorum. Ne yapacağıma ilişkin bir planım ve amacım yok. Fakat sonra şimdi içinde gittiğim müşteri arayan piyasa taksisi yanımda belirince durdurup biniyorum ve bağ evine gitmeye karar veriyorum.
Piyasa taksisi artık kıvrım kıvrım dar bir asfalt yolda küçük çukurlara girip çıkarak ilerliyor. Etraf karanlık, ay ortalarda görünmüyor. Önümüzdeki yol az sonra ikiye ayrılıyor. O sormadan sürücüye sağa yönelmesini söylüyorum. Sesimin kırgın ve titrek çıktığını fark ediyorum. Yol uzadıkça orta yaşlı sürücünün tedirginliği artıyor. Onca öfkeme rağmen Sadberk için şimdi üzülüyorum; kızım için ise endişeleniyorum! Asfalt yol, toprak yola dönüşüp daha da daralınca bağ evine iyice yaklaştığımızı biliyorum artık. Orta yaşlı sürücüye durmasını söylüyorum. Sonra parasını veriyorum. Tozun toprağın içinde telaşlı bir dönüş yapan sarı renkli piyasa taksisi hızla yanımdan uzaklaşıp ışınlanmış gibi şehre doğru gitmeye başlıyor.
Etraf sessiz ve karanlık. Eve doğru toprak yolda ilerliyorum. Ablamla birlikte ağaçların altında oynadığımız günleri anımsıyorum. Ağaçların üzüm kütüklerinin hepsi tanıdık. Şehrin ışıkları çok uzaklarda titreşip duruyor. Sadberk’le, kızım o dev ışık kümesinin içinde, ben onlardan uzakta ve çok yorgunum. Midem bulanıyor. Başımı kaldırıp gökyüzüne bakıyorum ay yok. Karanlığa gözlerim alışsa da yürüdüğüm toprak yoldaki detaylar görünmüyor. Gözlerim nemli, bunu hissediyorum. Ayağım iri bir taşa takılıyor, ürküyorum, düşmemek için genç bir fıstık ağacının gövdesine tutunuyorum. Elime yapışkan bir şey bulaşıyor, elimi kokluyorum, fıstık sakızı kokuyor. Sırtımı ağacın gövdesine yaslayarak dibine çöküyorum. Fıstık sakızı bulaşmış elimi tekrar kokluyorum, çocukluğumu, gençliğimi kokladığımı duyuyorum. Gözlerim hâlâ çok nemli ve yüreğimle birlikte yanıyor! Gökyüzündeki yıldızları seyrederken karşı konulmaz bir istekle ayın çıkmasını istiyorum. Ama yok… Çıkmıyor. Yorgunum beynimin karanlık kıvrımlarında dolaşıp duran Sadberk’le, kızımdan büyük bir suçluluk duygusu ile kaçıp kurtulmak isteyerek gözlerimi kapatıyorum. Uyanmamacasına uyumak istiyorum! Kapanan göz kapaklarımın sıkıştırdığı bir tek damla gözyaşı kokladığım fıstık sakızlı elimin üstüne düşüyor; şaşırıyorum, yaşadıklarıma ve hayata şaşırıyorum, gözümden düşen damlaya şaşırıyorum.
İKİNCİ BÖLÜM
Gökyüzünün göğsü yırtılmış gibi, içinde ne var ne yok hepsini üstümüze döküyor. Elektrik mühendisliği son sınıfta okuyorum. Okula gitmek için sulara bata çıka otobüs durağına doğru yürüyorum. Yağmur gece boyunca hiç durmadı. Sabah devam eden şiddetli yağmurdan önümü görmekte zorluk çekiyorum. Kış mevsimi, gençliğim gibi asi ve hırçın. Yüzüme doğru çarpan yağmurla karışmış rüzgârdan nefes almakta zorluk çekiyorum.
Yirmi üç numaralı otobüs bugün geç kalmış, ortada yok. Her yağmurda yollar mutlaka tıkanır diye düşünüyorum. Çözülememiş tam bir üçüncü dünya ülkesi sorunu. Otobüs durağında her sabah görmeye alışık olduğum yüzler var. Bu yağmur suları, hepsi yoksul, alçaktaki gecekondu semtlerinde sele dönüşüp birçok ev ve iş yerini basmıştır diye yağmurla ilgili düşünmeye devam ediyorum. Hava o kadar insafsız yağıyor ki zaten başka bir şey düşünmek insanın hiç aklına gelmiyor. Üstü kapalı otobüs durağına koşar adım girince yüzüme çarpan su damlalarından kurtuluyorum ama her yanım sırılsıklam. Kaldırımı yoldan ayırmak mümkün değil. Her taraf çamurlu sularla kaplı. Etraftaki alçak eğimlere doğru akan suların yüzeyi, yağan yağmur damlaları ile delik deşik edilmiş gibi yukarı zıplıyor. Duraktaki altı kişiyle birlikte, hiç sonu gelmeyecek bir sessizliğe bürünmüşüz gibi çamurlu suların yüzeyini kabartıp zıplatan yağmur damlalarını izliyoruz. Gökyüzünün hırçın ve serseri hâli bu soğuk kış sabahını delirtecek gibi.
Durakta bekleyen insanların yüzlerine, onları rahatsız etmeyecek uzunlukta bakıyorum. Hepsi, yorgun, uykulu, derin düşünceli yüz ifadeleri ile çıldırmış bu sabah yağmuru altında çok anlamsız bakıyorlar ve çok zavallı görünüyorlar.
Onların ilgisiz ve boş vermiş hâli beni sıkıyor. Oysa yaşam yaşanmaya değer bir sürü bilinmezi taşıyor içinde. Onları bir bir bulup ortaya çıkarıp tanımak çok heyecan verici olmalı! Çıldırmış bu sabah yağmurundan bile neşelenip haz duymadığını zannettiğim durakta bekleyen insanlara içimden taşan bir üstünlük duygusu ile bakıp kendi heyecanımla yetiniyorum. Sabah, daha doğrusu hayat somurtkanı yüzlerden kurtulmak ve beynimin içini gereksiz yere meşgul etmesinler diye yirmi üç numaralı otobüsün geliş yönüne tekrar bakıyorum. İçinde beklediğimiz durak ilk kalkış durağı olduğu için erken gelmesi gereken yirmi üç numaralı otobüsün yerine küçük su damlalarının oluşturduğu çamurlu bulanıklıktan başka bir şey görmüyorum. Durakta bekleyenlerin tamamı ben hariç otuz beş kırk yaşlarında görünüyorlar. Her gün aynı duraktan aynı otobüse biniyor, başka başka duraklarda iniyoruz. Kısa bir bekleyişten sonra çamurlu bulanıklığın içinden göründü yirmi üç numaralı otobüs. İçinde yol aldığı kirli suları yararak geldi durdu önümüzde. Geç kaldığı için kabahatli olan sürücünün gülmeyi unutmuş yüzü her zamanki gibi buruşuk ve sevimsizdi. İçimden varsa karısına, bu suratsıza nasıl katlandığı için şaşırıyor ve ona sabır diliyorum. Yirmi üç numaralı otobüsün kapısının önündeki küçük mücadeleden galip çıkarak önce ben biniyorum otobüse; içim bir hoş. Böyle anlardan sonra dayanılmaz bir güven duygusunun sarhoşluğu ile kendimden geçiyor ve daha bir kararlı ve daha emin bakıyorum etrafa.
Hayatın kıyısındaki sığ sularda kulaç atıp durmaktan yorulmuş insanlarla, önündeki durağa doğru harekete geçen belediye otobüsünün içinde çalkalanıyoruz. Yirmi üç numaralı otobüsün içinde olduğu gibi, yağmurlu kaldırımda da insanlar çok az.
Biraz sonra önümüzdeki Çınarlı Durak’tan üç kişi daha alacağız; bazen dört, bazen beş, ama devamlı binen üç kişi. İçerideki insanların bedenlerinden yayılan ısının etkisi ile otobüsün camları buğulu. Bazı pencerelerde yeni oluşmuş parmak izleri var; buğu silinmiş dışarısı görünsün diye. İnsanlar birbirleri ile göz göze gelmekten hiç de hoşnut değiller. İstem