Doktor söze karışmak istemiyordu ama boş bulundu:
“Tahkikat Konya’da ise…” dedi. “Gidecekleri Ereğli de belki Konya Ereğlisi’dir; bu takdirde de İstanbul’a uzak düşer, doğru Ankara’ya giderler.”
Sevim Hanım, Doktor’un sözlerini bir latife sandı, ne demek istediğini de iyice anlayamadı. Hafifçe gülerek:
“Hiç Konya’da Ereğli olur mu?” dedi. “Konya’da deniz var mı?”
“Deniz yoktur ama Ereğli vardır.”
Sevim Hanım’a kalırsa: “Hiç Konya’da Ereğli olur mu? Ereğli, deniz kenarında olur. Hem olsa bile bunu Sungur Bey’in kızı Sevim bilmez de bu bunak Doktor mu bilir?”
“Ah, gazete yanımda olsaydı da gösterseydim!” dedi.
Doktor, Sevim Hanım’ı sinirlendirmekten korkarak:
“Yok yavrum.” dedi. “Ben bilerek söylemiyorum, belki Karadeniz Ereğlisi’dir. Siz, Konya dediniz de, benim aklıma Konya Ereğli’si daha muvafık geldi. Olabilir, belki de Marmara Ereğlisi’dir.”
Doktor, Marmara Ereğlisi deyince artık büsbütün saçmaladı. Nadir Hanım dayanamayarak:
“İlahi Doktor Bey!” dedi. “Şakacısınız!”
Nadir Hanım’a göre: “Elbette Sevim’in dediği doğrudur; neden mi? Çünkü gazeteyi okuyan o, babasının da mektuplarını o okudu! Bundan başka, kız mektepte harita da okudu. Doktor’un acaba dünyadan ne haberi var?”
Doktor sırıtarak Sevim Hanım’a bakıyordu. Bu bakışta: “Yanlış anlamışsın, Konya Ereğlisi olacak.” diyen bir mana vardı.
Bir dakika hepsi sustular. Sevim Hanım’ın kanı oynamış, yüreğine de şüphe girmişti.
“Konya’da da bir Ereğli var mı acaba? Varsa ne fena, bu bunak Doktor’un karşısında cahil, aptal oluyorum. Ereğli’yi bilmemek bir şey değil ama olsun. Ben neler biliyorum ki Doktor onları rüyasında bile görmemiştir. Ne yapmalı da bunun altında kalmamalı? Hınzır kâfir Ereğli, Allah canını alsın inşallah. Babam da yazmaz olaydı!”
Doktor, Sevim Hanım’ın içinden geçenleri gözlerinden okuyarak söze karıştığına pişman oldu. Yanlışını düzeltmek için bir kolayını aramaya başladı. Biraz düşündükten sonra, başka bir söz bulamayarak:
“Nadir Hanım.” dedi. “Hanımlar, beyler büyüdüler; bunları gördükçe iftihar ediyoruz. Nasıl Yusuf Efendi ihtiyarladı mı?”
“A, görseniz Sungur’u tanımazsınız. Eskisinden daha genç. Geçen sene giydiği pantolonlara bu sene sığmıyor, işi olmasaydı zayıflamak için Avrupa’ya gidecekti. Maşallah onun gönlü de geniştir.”
Söz gene kesildi. Sevim Hanım’ın kanı oynadığı pek belliydi. Ne çare bulmalı? Doktor, Nadir Hanım’a oğlunu göstererek:
“Bu bey.” dedi. “Büyüdükçe size benzeyecek; hanım, pederine çekmiş. Burnu, gözleri babasını hatırlatıyor.”
Nadir Hanım itiraz etti:
“A, Doktor Bey!” dedi. “Sevim’i kim görse bana benzetiyor, asıl Salâ babasına benzer.”
Salâ Bey de anasına benzetilmeye razı olmadı. Söze karıştı.
“Ben, babama benzerim.” dedi.
Doktor’un hanımı da çocuklara baktı, tetkiki sonunda o da Nadir Hanım’a hak verecek gibi oldu. Sevim Hanım dayanamadı, anasına:
“Babamı bilmeyenler beni, sana benzetiyorlar.” dedi. “Asıl benim hatlarım babama benzer!”
Salâ Bey cevap verdi.
“Affedersin.” dedi. “Kime istersen sorarız. İstersen babama soralım!”
Sevim Hanım kızgın:
“Soralım.” dedi. “Sen kendin ‘Ben Valantino’ya32 benziyorum.” demiyor muydun? Daha dün bana söylüyordun!”
“Ben ‘Benziyorum.’ demedim, ‘Çocuklar beni, Valantino’ya benzetiyorlar.’ dedim.”
“Senin bir sözün bir sözüne uymuyor ki! ‘Valantino’ya benziyorum.’ diyordun, şimdi ‘Babama benziyorum.’ diyorsun.”
“E, ne olur? Belki babam da gençliğinde Valantino’ya benziyordu.”
“Hiç değil. Babamın gözleri mavi olsa tıpkı Paşa’ya benzer. Kime istersen sor!”
“Paşa’nın babam gibi karnı var mı?”
“Sen karna ne bakıyorsun, yarın Paşa da şişmanlasın, onun da karnı çıkar. Senin karnın var mı da babama benzerim diyorsun?”
“E, senin var mı?”
Sevim Hanım gene sinirlendi.
“Aman Salâ!” dedi. “Seninle konuşulmaz ki! Sen hep böylesin! Dün kendin, ‘Ben Valantino’ya benzerim.’ diyordun. Bugün dönmüş ‘Babama benzerim.’ diyorsun. Sen bir daha Valantino’ya benzerim de de, bak ben sana ne derim.”
“Sen ne dersen de çocukların hepsi bana ‘Valantino Salâ’ diyorlar. İstersen Silindir’i sana getireyim, sor! Hem Valantino’ya benziyorum hem babama…”
Sevim Hanım ne yapsın da bunu sustursun? Burada kendine Doktor’dan başka hak verecek yok. Doktor’a sordu:
“Siz, babamın gençliğini tanırsınız.” dedi. “Babam hiç Valantino’ya benzer mi idi?”
“Kızım, ben babanın gençliğini bilirim ama Valantino’yu tanıyamadım!”
“Aa, Valantino’yu bilmiyor musunuz? ‘Elmas Rüyası’nı oynayan!”
Salâ ilave etti:
“ ‘Kumar ve Sevda’yı oynayan!”
Anlaşıldı ki bu Doktor’un da dünyadan haberi yok. Bütün âlem Valantino için öldü bayıldı, arkasından bir sürü kız kendini öldürdü, Avrupa birbirine girdi, Doktor daha adını işitmemiş…
Salâ cebinden bir kart çıkardı, Doktor’a getirdi. Doktor gözlüğünü çıkardı, resme baktı. Sevim Hanım da uzandı, resmi gördü, beğenmedi.
“Bu hiç kendine benzemez.” dedi. “Şapkasız resmi yok mu? Bilsem, ben getirirdim.”
Salâ:
“Nasıl benzemez.” dedi. “Atmasana! Bu tam kendisidir.”
Doktor ilkin resmi, sonra da Sevim Hanım’ı, Salâ Bey’i süzdü, gözden geçirdi, dedi ki:
“Valla, bana kalırsa bu resim, biraz bu beye benziyor. Ama ben bunun hiçbir yerini Yusuf Efendi’nin gençliğine benzetemiyorum.”
Sevim Hanım memnun.
“Gördün mü?” dedi. “Sen boş yere inat edersin. Kim olsa seni Valantino’ya benzetiyor.”
“Ben ‘Valantino’ya benzemiyorum.’ demedim ki…”
Bu vesile ile Sevim Hanım Doktor’la barışmış oldu. Sevim Hanım babasına benzer, Salâ da Valantino’ya. Sevim Hanım’ın babası da Paşa’ya benzer. Sözün sonu budur. Nadir Hanım’a hiç benzeyen yok! Hâlbuki Nadir Hanım’a sorulsa, bu kız pekâlâ kendisine benzer. Oğlan da erkek çocuktur, olabilir ki babasını andırsın. Valantino ne bildikleri ne de tanıdıkları! Bari bu memleketin adamı olsa… Gebe iken yüzüne bakılmış olur da!.. Doktor da kırk yıllık adam, o da oğlanı Valantino’ya