Kaba taş bıçağıyla hayvanın sağrısından leziz bir parça kesti ve aslan aşağıda hırlayarak ileri geri yürürken Lort Greystoke, vahşi karnını doyurdu. En seçkin Londra kulüplerinde bile bundan daha lezzetli bir yemek yememişti. Avının sıcak kanı ellerine, yüzüne bulaşmış; burun deliklerini vahşi etoburların en sevdiği kokuyla doldurmuştu.
Yemeğini bitirince etin kalanını üzerinde bulunduğu ağacın yüksekteki iki dalının arasında bıraktı ve hâlâ intikam alma arzusuyla onu yerden takip eden Numa’yla beraber, ağaç tepesindeki barınağına dönüp ertesi gün güneş epey yükselene kadar uyudu.
4. BÖLÜM
SHEETA
Tarzan, sonraki birkaç günü silahlarını tamamlayarak ve ormanı keşfederek geçirdi. Yeni kıyıda geçirdiği ilk akşam yediği geyiğin tendonlarını yayına gerdi. Aslında bu maksat için Sheeta’nın bağırsaklarını tercih ederdi ama eline o büyük kedilerden bir tanesini öldürme fırsatı geçene kadar bununla yetinecekti.
Otlardan da uzun bir halat ördü; yıllar evvel huysuz Tublat’la alay etmek için kullandığı, daha sonrasında ise geliştirdiği ve küçük maymun oğlanın becerikli ellerinde muhteşem, tesirli bir silaha dönüşen halatın aynısındandı bu.
Av bıçağı için bir kılıf ile sap, okları için sadak ve Bara’nın derisinden bir kemer ile avret yerini örtecek bir giysi yaptı. Ardından, kaderin onu attığı bu yabancı topraklar hakkında bir şeyler öğrenebilmek için dolaşmaya çıktı. Buranın, Afrika Kıtası’nın eskiden aşina olduğu batı kıyı olmadığını biliyordu zira güneş, ormanın eşiğine kadar uzanan okyanustan doğduğuna göre kıyının doğusuna bakıyordu. Fakat Afrika’nın doğu kıyısı olmadığından da bir o kadar emindi zira Kincaid’in Akdeniz’den, Süveyş Kanalı’ndan ve Kızıl Deniz’den geçmediği kanaatindeydi ve Ümit Burnu’nu dolanacak kadar da vakit geçmemişti. Dolayısıyla nerede olduğu hususunda hiçbir fikri yoktu. Bazen acaba gemi engin Atlas Okyanusu’nu geçip de onu Güney Amerika’nın ıssız bir kıyısına mı bırakmıştı, diye düşünüyordu fakat aslan Numa’nın varlığı sebebiyle bu fikrin de doğru olamayacağına ikna olmuştu.
Tarzan kıyıya paralel uzanan ormanda yalnız başına ilerlerken kuvvetli bir yoldaşlık arzusu hissetti ve gitgide, maymunların arasına katılmadığına pişman olmaya başladı. Medeniyetin, üzerindeki tesirinin hâlâ zirvede olduğu o ilk günden sonra onlara bir daha rastlamamıştı.
Şimdi ise neredeyse, yeniden o eski Tarzan olmuştu ve kendisi ile büyük insansı maymunlar arasında pek bir ortak nokta olamayacağı hakikatini kabul etse de “Onlarla olmak, tek başına olmaktan daha iyi olurdu.” diye düşünüyordu.
Kâh yerden kâh ağaçların alt dallarından acele etmeden ilerliyor, ara sıra bir meyve koparıyor ya da bir kütüğü kaldırıp altında, hâlâ eskisi kadar leziz bulduğu büyük kurtçuklardan arıyordu. Tarzan bu şekilde birkaç kilometre katetmişti ki rüzgârla birlikte burnuna ileride bir yerlerdeki Sheeta’nın kokusu geldi.
Panter Sheeta, tam da Tarzan’ın rastlamaya son derece memnun olacağı hayvandı zira hem büyük kedinin bağırsağını yayı için kullanmayı hem de derisinden yeni bir sadak ve giysi yapmayı düşünüyordu. O yüzden, maymun adam şimdiye kadar lakayıt bir şekilde hareket ederken şimdi sessiz ve sinsi bir avcıya dönüşmüştü.
Ağaçların arasından sessiz ve zarif bir şekilde süzülerek vahşi kedinin peşine düştü. Bir asil olarak doğmuş olmasına rağmen kendisi de en az izini sürdüğü mahluk kadar vahşiydi.
Sheeta’ya yaklaşınca panterin de kendi avının peşinde olduğunu fark etti ve fark ettiği sırada da sağ taraftan burun deliklerine serseri bir esintiyle beraber bir grup büyük maymunun keskin kokusu geldi.
Tarzan pantere epey yaklaştığında panter büyük bir ağaca çıkmıştı ve aşağıda, ağacın ilerisinde Akut’un kabilesi küçük, tabii bir açıklıkta aylaklık ediyordu. Bazıları ağaçların gövdesine yaslanmış, uyuklarken bazıları da etrafta dolanıp ağaç kabuklarını kaldırıyor, altlarından çıkan dolgun, leziz kurtçuk ve böcekleri ağızlarına atıyorlardı.
Sheeta’ya en yakın olan Akut’tu. Kalın bir dalın üzerine çömelip maymunun göremeyeceği bir şekilde sık yaprakların arasına gizlenen büyük kedi, maymunun sıçrayabileceği bir mesafeye gelmesini sabırla bekliyordu.
Tarzan temkinli bir şekilde, panterin bulunduğu ağaçta, onun biraz yukarısındaki bir dala yerleşti. İnce taş bıçağını sol elinde sıkıca tutuyordu. Kemendini kullanmayı tercih ederdi lakin büyük kedinin etrafını saran gür yapraklar, halatı isabetli bir şekilde fırlatmayı imkânsız hâle getiriyordu.
Akut, artık kendisini bekleyen ölümün pusu kurduğu ağacın altına epey yaklaşmıştı. Sheeta, dalın üzerinde arka ayaklarını altına yavaş yavaş iyice çekti ve ardından ürpertici bir çığlıkla büyük maymunun üstüne atladı. O atlamadan bir saniye önce, yukarıdaki başka bir yırtıcı hayvan da atladı; atlarken de tuhaf ve vahşi çığlığı, panterinkine karıştı.
Ürken Akut, yukarı baktığında neredeyse tam tepesindeki panteri gördü ve panterin sırtında da geçen gün, büyük akarsuyun kenarında kendisini mağlup eden beyaz maymun vardı.
Maymun adamın dişleri, Sheeta’nın sırtına gömülmüştü ve sağ kolu da vahşi hayvanın boynuna dolanmıştı. İnce bir taş parçası tutan sol eli, panterin sol omuzunun arkasında kalan yan kısmına peş peşe kuvvetli darbeler indiriyordu. Akut, son anda kenara sıçrayıp bu boğuşan iki orman canavarının altında kalmaktan kurtulmuştu.
İkisi birlikte ayaklarının dibine pat diye düştüler. Sheeta bağırıyor, hırlıyor, korkunç bir şekilde kükrüyordu fakat beyaz maymun, debelenen hayvanın sırtına amansızca yapışmış, hiç sesini çıkarmıyordu.
Taş bıçak bıkmadan, usanmadan hayvanın parlak kürkünden acımasızca girip kalbini buluyordu. Bıçak defalarca girip çıktıktan sonra büyük kedi nihayet, son bir ızdırap dolu çırpınış ve çığlıkla beraber yanı üzerine yere devrildi. Can çekişirken kaslarının ara ara kasılması haricinde sessiz ve hareketsizdi.
Sonra maymun adam, avının cesedinin başında ayağa kalkıp başını yukarı kaldırdı ve o vahşi, yırtıcı zafer narası ormanda bir kez daha yankılandı. Akut ve Akut’un maymunları, Sheeta’nın cesedine ve onu öldüren adamın çevik, dimdik duruşuna hayret içerisinde bakıyorlardı.
İlk konuşan Tarzan oldu. Akut’un hayatını durduk yere kurtarmamıştı. Maymun zekâsının sınırlarını bildiğinden bu iyiliğinin kendisine umduğu şekilde bir faydasının dokunması için, niyetini maymuna açıkça izah etmesi gerektiğini de biliyordu.
“Ben Maymunların Tarzanı’yım.” dedi. “Güçlü avcı. Güçlü dövüşçü. Büyük akarsuyun yanında Akut’un canını alıp Akut’un kabilesinin kralı olabilecekken onun canını bağışladım. Şimdi de Akut’u Sheeta’nın sivri dişleri arasında ölmekten kurtardım.”
“Akut veya Akut’un kabilesi tehlikede olduğu zaman, Tarzan’ı çağırsınlar; işte böyle.” dedi ve tehlike zamanlarında Kerchak’ın kabilesinin, aralarında bulunmayan mensuplarını çağırmak için kullandıkları ürkütücü narayı attı.
“Ve Tarzan’ın onlara seslendiğini duydukları zaman da onun Akut için yaptıklarını hatırlayıp süratle yardımına koşsunlar.” diye devam etti. “Tarzan’ın dediği gibi olacak mı?”
“Huh!” diyerek kabul etti Akut. Kabilesinin