Eğer yavrusu olan dişilerden birine fazla yaklaşırsa dişi; yemek yediği büyük, sivri dişlerini göstererek tehditkâr bir şekilde kükrüyordu. Arada sırada da Tarzan, yemek yiyen genç erkeklerden birine yaklaşırsa kavgacı hayvan hırlayıp ikaz ediyordu fakat bu durumlarda ona karşı sergiledikleri davranışlar, kabilenin diğer mensuplarına karşı sergiledikleri davranışlarından farklı değildi.
Tarzan ise ilkel insanın ataları olan bu vahşi, kıllı mahluklar arasında kendisini evinde hissediyordu. Ara sıra yakalandıkları hayvani cinnet hâlinde olmadıkları sürece, her erkek maymunun yaptığı gibi o da ikazda bulunan her dişinin önünden çabucak çekiliyor; kavgacı genç erkekler karşısında ise o da onlar gibi köpek dişlerini gösterip hırlıyordu. Böylece, eski hayatına çabucak geri dönmüştü; öyle ki sanki ormanda hiç ayrılmamış, kendi türünden mahlukatın yoldaşlığını hiç tatmamıştı.
Kısmen arkadaşlık arzusuyla kısmen de kendisine, maymunların pek uzun süreli olmayan hafızalarında hemen silinmeyecek bir yer edinme maksadıyla bir haftanın yarısından çoğunu, yeni arkadaşlarıyla ormanda dolaşarak geçirdi. Zira Tarzan, geçmiş tecrübelerinden yola çıkarak biliyordu ki çağırdığında yardımına koşacak bu güçlü ve vahşi hayvanların arasında yer edinmek, kendi yararına olacaktı.
Kendisini maymunlara belli bir dereceye kadar benimsetmeyi başardığına ikna olduğu zaman, keşif gezilerine kaldığı yerden devam etmeye karar verdi. Bu amaçla bir gün erkenden kuzeye doğru yola çıktı ve kıyının paralelinden ayrılmadan neredeyse gece çökene kadar süratle ilerledi.
Ertesi sabah güneş doğduğunda kumsalda dikilen Tarzan, güneşin şimdiye kadar olduğu gibi suyun tam karşısından değil de neredeyse tam sağ tarafından doğduğunu gördü ve böylece kıyı şeridinin batıya doğru meylettiğini düşündü. Maymunların Tarzanı ikinci günün tamamında yoluna devam etti ve hızlanmak istediğinde ağaçlara çıkarak ormanın orta katından bir sincap hızıyla yol aldı.
O akşam güneş, karanın tam karşısındaki ufuk çizgisinden battı ve o zaman maymun adam, şüphelendiği şeyin doğru olduğunu anladı. Rokoff, onu bir adanın kıyısına bırakmıştı.
Bunu tahmin etmeliydi! Tarzan’ın vaziyetini daha da sefil bir hâle sokacak bir plan varsa tabii ki o planı benimseyecekti Rus. Onu ıssız bir adada, ömür boyu belirsizliğe mahkûm etmekten daha korkunç ne olabilirdi?
Şüphesiz ki Rokoff, doğruca ana karaya yelken açmıştı; orada bebek Jack’i, yazdığı notta belirttiği üzere, onu yetiştirecek olan barbar üvey ailesinin ellerine teslim etmenin bir yolunu bulmak, nispeten daha kolay olacaktı.
Ufaklık, ona en iyi niyetle yaklaşacak olanların eline düşse bile, o tür bir hayatta amansız ızdıraplara katlanmak zorunda kalacaktı. Bunları düşününce ürperdi Tarzan. Maymun adam, Afrika’nın yamyam yerlilerine dair edindiği tecrübeler sayesinde, onların arasında bile daha kaba şekillerde de olsa hayırseverlik ve insanlık gibi erdemlerin bulunabileceğini görmüştü lakin en iyi ihtimalle bile, hayatları bitmek bilmeyen mahrumiyet, tehlike ve ızdıraplardan ibaretti.
Sonra bir de çocuk büyüyüp yetişkin olduğu zaman, onu bekleyen o dehşet kader vardı. Hayat terbiyesinin bir parçasını teşkil edecek olan o korkunç gelenekler dahi, kendi ırkından ve toplumsal konumundan olanlarla ilişki kurabilmesine ebediyen mâni olmaya tek başına kâfi gelecekti.
O bir yamyam olacaktı! Kendi küçük oğlu, vahşi bir insan yiyici olacaktı! Tahayyül etmesi bile çok korkunçtu. Dişleri bilenip sivriltilecek, burnu delinecek, o küçük yüzü çirkin bir şekilde boyanacaktı. Tarzan inledi. Ah, o Rus düşmanın boğazını, çelik parmaklarının arasına bir alabilseydi!
Bir de Jane vardı! Kim bilir; şüphe, korku ve belirsizlik yüzünden ne işkenceler çekiyordu! Şu andaki vaziyetinin bile onunki kadar korkunç olmadığını düşündü zira kendisi en azından, sevdiklerinden bir tanesinin evde emniyette olduğunu biliyordu. Jane ise hem kocasının hem de oğlunun nerede olduğundan bihaberdi.
Tarzan’ın Jane hakkındaki hakikati bilmemesi, kendi iyiliğineydi. Zira bilseydi, ızdırabına yüz kat daha ızdırap eklenirdi.
Aklından geçen bu kasvetli düşüncelere dalmış bir hâlde ormanda yavaş yavaş ilerlerken kısa bir süre sonra kulağına anlam veremediği tuhaf bir tırmalama sesi geldi. Sesin geldiği yöne doğru ihtiyatlı bir şekilde ilerledi. Çok geçmeden yıkılan bir ağacın altında kalmış, koca bir pantere denk geldi.
Tarzan yaklaşırken hayvan ona doğru dönüp hırladı, kendini kurtarmaya çalıştı lakin sırtındaki büyük dal ile bacaklarına dolanan daha küçük dallar, herhangi bir tarafa birkaç santimetreden fazla hareket etmesine mâni oluyordu. Maymun adam biçare kedinin önünde durup hayvanı ızdırabından kurtarmak için yayına bir ok yerleştirdi. Aksi takdirde hayvan açlıktan ölecekti fakat yayın kirişini geriye doğru çekerken ani bir düşünceyle eli birden durdu.
Zavallı hayvanı çok kolay bir şekilde hem hayatına hem de hürriyetine döndürebilecekken canını almanın manası neydi ki? Panterin hürriyetine kavuşmak için beyhude bir çabayla tüm bacaklarını oynatıp durmasına bakılırsa omurgası hasar görmemişti ve yine aynı sebepten anlaşılıyordu ki bacakları da kırılmamıştı.
Kirişini gevşetip okunu sadağına geri koydu ve yayını omuzuna astıktan sonra, ağacın altında mıhlanıp kalmış hayvana bir adım daha yaklaştı.
Dudaklarında, büyük kedilerin hâllerinden memnun ve mutlu olduklarında çıkardıkları rahatlatıcı mırlama sesi vardı. Tarzan’ın, Sheeta’nın dilinde çıkarabileceği dostça tutuma en yakın ses buydu.
Panter hırlamayı kesti ve maymun adamı dikkatle izlemeye başladı. Ağır ağacı hayvanın üstünden kaldırmak için o uzun, güçlü pençelerine epey yaklaşması gerekiyordu ve ağaç kalktığı zaman da adam, tamamen vahşi hayvanın merhametine kalacaktı. Fakat korku, Maymunların Tarzanı için yabancı bir histi.
Kararını vermiş bir şekilde derhâl harekete geçti. Hiç tereddüt etmeden panterin yan tarafındaki birbirine dolanmış dalların yanına geldi. Bir yandan da hâlâ dostça ve yatıştırıcı mırlamasına devam ediyordu. Kedi, başını adama doğru çevirdi; şüpheli gözlerle her bir hareketini izliyordu. Uzun, sivri dişlerini açığa çıkarmıştı lakin maksadı tehditten ziyade hazırlıklı olmaktı.
Tarzan geniş omuzunu ağacın gövdesinin altına soktu. Bunu yaparken de adam, koca hayvana o kadar yaklaşmıştı ki çıplak bacağı kedinin ipeksi kürküne değiyordu.
Dev adalelerini yavaş yavaş esnetti Tarzan.
Koca ağaç, birbirine dolanmış dallarıyla beraber panterin üzerinden yavaş yavaş kalkıyordu; kendisine mâni olan ağırlığın üzerinden kalktığını hisseden hayvan, çabucak sürünerek ağacın altından çıktı. Tarzan ağacı gerisin geri yere bıraktı ve iki hayvan dönüp birbirlerine baktılar.
Maymun adamın dudaklarında acı bir gülümseme vardı zira biliyordu ki her ne kadar kendi hayatını tehlikeye atarak bu vahşi orman sakinini kendi elleriyle kurtarmış olsa bile, koca kedinin serbest kalır kalmaz üzerine atlaması şaşırtıcı olmazdı. Ama atlamadı. Onun yerine ağaçtan birkaç adım geride durup maymun adamın ağacın karmakarışık dallarının arasından çıkışını seyretti.
Çıktığında Tarzan ile panter arasında üç adım ya vardı ya yoktu. Karşı taraftaki ağaçların yüksekteki dallarına çıkabilirdi çünkü Sheeta, maymun adamın çıkabileceği kadar yükseğe tırmanamazdı. Fakat bir sebepten, belki de bir anlık bir cesaretle; panterin minnet duygusuyla ona arkadaşça davranıp davranmayacağını görmek için hayvana yaklaşmaya