Bu kavga öğlenüstü olmuş. Akşam eve geldiğim zaman daha Halide ağlıyor, öfkesini yenemiyordu. Şefik Bey, Ayaşlının odasında oturuyor; eli ayağı titriyor, kendi kendine homurdanıyordu. Ayaşlının ne kadar tütünü varsa içmiş, ben gidince benim pakete sarıldı.
“O karı bu evde varken ben bu evde durmam. Beni öldürür. Ben polise haber vereceğim.” diyor.
Ayaşlı da pişkin pişkin, onun suratına bakıyor:
“Canım şu örtünün parasını olsun versen.” diyor.
“Vermem, niye vereyim? Örtü yanıktı.”
“O da kimsesiz, yoksulun biri.”
“Yoksul ama beni öldürecekti.”
“Yok canım, nasıl öldürür? Bir sıkımlık canı var. Sen dağ gibi adamsın!”
“Hıı, yakalasın seni boğazından da bak!”
Halide de Faika’nın odasında bir köşeye büzülmüş ağlıyordu. İşin kötüsü, yukarı katın hizmetçisini kovacaklar. Bir çare bulalım diye düşünürken Hasan Bey geldi. İşi dinledikten sonra:
“Parayı biz verelim, yazık o zavallı da işinden olmasın. Nedir, atla deve değil ya!” dedi.
Parayı ben verdim, Ayaşlı da yukarı çıktı. Yahudi madamdan rica etti ki hizmetçiyi kovmasınlar. İş basıldı. Bunlar Ayaşlının odasında, Şefik Bey’in gözü önünde oldu. O somurtmuş oturdu, hiç sesini çıkarmadı, sanki işitmedi. Sonra Ayaşlı ile Hasan Bey mezelerini hazırlayıp çilingir sofralarını kurdukları zaman o da sokuldu, içmeye başladılar.
Faika’nın kaynanasının sözüne bakılırsa Şefik Bey her akşamüstü uğrayıp Ayaşlı ile Hasan Bey’in akşam yemeğine hazırlıkları var mı diye bakıyor; varsa kalıyor yoksa çıkıp gidiyormuş. Ayaşlı ile Hasan Bey onun huyunu biliyorlar. Hasan Bey, biraz kızıyor. Ayaşlı aldırmaz görünüyor. Ayaşlı, oda kirasını da doğru dürüst alamıyormuş. Ben, sofra örtüsü parasını verirken bana dedi ki:
“Halide aynayı kırdı, bana ziyan oldu!”
“Niçin?” dedim.
“E, nasıl olsa Şefik Bey kirayı vermeyecek, eşyası bana kalacaktı!”
Şefik Bey; orta boylu, eskiden şişmanca iken şimdi biraz bozulmuş, yanakları sarkmış, ucu kırmızı ufak burunlu, göz kapaklarının altı sanki su dolu imiş gibi şişkin; tepesi saçsız, yandan saçlarını uzatmış, kafasının dazlak yerini bu saçlarla kapamak istemiş, bu yağlı saçlar tepesinde çile çile toplanıyor, kafanın yağlı parlak derisini sanki örtüyor. Sağ elinin iki parmağı cigaradan, tentürdiyoda batırmış gibi koyu tarçın rengi almış. Üstü başı eski değil yalnız lekeli, en yeni giydiğinin de yakası yağlı.
Şefik Bey, Arnavut bir baba ile Lübnanlı Arap Hristiyan bir anadan İstanbul’da doğmuş, babasının sağlığında İstanbul’da, babası öldükten sonra Beyrut’ta Frenk papazlarının yanlarında okumuş, yirmi yaşlarında iken o zaman büyük bir hizmet sahibi olan Lübnanlı bir tanıdığın yardımı ile Hariciye Nezaretine alınmıştır. O zamandan bugüne kadar kaç sene geçti? Bu hesap biraz karışık! Bir zaman onu tekaüde çıkarmışlardı; geldi çalıştı, çabaladı, eh eski arkadaşların ne kadar olsa aralarında bir arkadaşlık gayreti olur!..
İşine bakıldı, anlaşılmış oldu ki daha yaşı altmış olmamış, tekaüt zamanı da gelmemiş. Ondan sonra yeniden konsolos oldu ise de bir köşede rahatça bir hizmet edemedi. Konsoloslukta balık kurutuyormuş! Bunu görmüş, yazmışlar. Şefik Bey’i geri çağırdılar; iş vermediler, tekaüt de etmediler, birkaç yıl ufak bir para ile sürttükten sonra kendi tekaüdünü istedi. Gitti, bir yolunu buldu, yabancı elçiliklerden birine tercüman oldu. Şimdi çok az bir para ile bu tercümanlığı ediyor ve bir gününü bekliyor ki yeniden Hariciyeye girsin, konsolos olup gitsin.
“Zamandır bu…” diyor. “Bu devir de böyle gitmez. Biz çoklarını gördük. Benim de hakkımı arayacağım gün gelir.”
Şefik Bey’in ilk karısı, Viyana’da tanıyıp aldığı Almanlaşmış bir Hırvat kızı idi. Bu kadından iki erkek çocuğu olmuştur. Kadın, Şefik Bey’le birlikte yaşadığı on iki sene içinde kavgasız gün geçirmemiş, sonunda onu hiç aramayarak ayrı yaşamaya başlamış, öldüğü zaman da birkaç ay Şefik Bey’in haberi olmamıştır. Çocukları, bir ekmek parası kazanmaya başladıkları güne kadar babalarını aradılar, kavga dövüş ondan biraz para aldılar. Sonra onlar da babalarını aramaz oldular. Bu çocuklar Viyana’da kalmışlardır. Bugün nerede olduklarını Şefik Bey bilmez. Şefik Bey de eli ekmek tutunca anasını bırakmış, kadın Beyrut’ta papazların yanlarında hizmetçilik ederek ölmüştü.
Kendisini tanıyanların söylediklerine göre Şefik Bey, kadınlardan hoşlanmazmış. Evinde kadın hizmetçi bile kullanmak istemezmiş. Viyana’daki kadından ayrı yaşamaya başladıktan sonra bir daha evlenmek istememiş. Yalnız bu son senelerde, başından anlaşılmaz bir evlenmek vakası geçtiği söylenildi. Şefik Bey genç dul bir kadın almış, bu kadına ev döşemiş. Kadınla ancak iki ay bir yerde yaşadığı, sonra kadının bunu eve almadığı söyleniyormuş. Bugün bile kadın nikâhında imiş. Uzun yıllar evlenmemiş iken bu koca yaşında evlenmek nereden aklına gelmiş? Kadın, niçin bunu dışarı atmış, buralarını çok açık olarak bilen yok. Dedikodu çok. Diyorlar ki: Şefik Bey, bu kadının oynaklığından istifade ederek bunu ötekine berikine satmak istemiş. Kadını da alırken iki ay içinde bir iş bulup Avrupa’ya bir yere gitmeyi şart koşmuş. İki ay içinde umduğunu bulamayınca kadın bunu evden kovmuş. Eşyayı da vermiyormuş. Bir iş bulabilse kadın gelecekmiş ancak Şefik Bey kendisi yaşlı adamsa da gönlü genç olduğundan her zaman gençlerle görüşür. Bu görüştüğü gençler de ahlaksız, huysuz, çapkın şeyler. Şefik Bey’i her yerde maskara ediyorlar, eğleniyorlar, hakkında türlü sözler çıkarıyorlar. Bence bunlara inanmak doğru değildir. Şefik Bey evlenmiş ise ihtiyarlıktan, bunaklıktandır. Hani bazı ihtiyarlara gelmez mi? Bu gençlerle düşüp kalkması da gene bunaklıktır. Kimseye on para vermez; onlara rakı içirir, ziyafet çeker. Ona ne eziyetler ne işkenceler ederler! Katlanır. Bunlar bence hep ihtiyarlığın sersemlikleri.
Bu dedikoduları çok dinledikten sonra işin doğrusunu kendisinden öğrenmek istedim. Sordum, hiçbir şey söylemedi. Yalnız bana değil, kimseye de söylemiyormuş. Yalnız evli olduğunu, kadına darıldığı için eve gitmediğini söyletebildim.
Bu ihtiyara bir yandan acıyorum bir yandan da Halide’nin parasını vermediğini düşünüp kızıyorum. Parası olmasa da vermese neyse!.. Ayaşlı onun epey parası olduğunu söylüyor. Bir gün de kendisi bana, bankaya gelmişti; para kurlarını sordu. Parası olanın soruşundan bellidir. Anladım ki frangın düşmesinden korkuyor. Birkaç gün sonra da İstanbul’a gitti. İhtiyar, dalgın, sersem gibi görünen Şefik Bey’i para işlerini konuşurken görseniz şaşarsınız. Diyebilirim ki para işlerini benden daha iyi biliyor, çok çabuk anlıyor. Başka işler konuşulduğu zaman ise bunak adamlara