Allah’ın bildiğini kuldan ne saklayayım. Bana sorsanız, ben artık kadın kalmadı, diyorum. Niçin mi? Şimdiki kadınların hepsi birer erkek Fatma! Sokak bunlar için, kalem bunlar için, tiyatro, sinema bunların. Gitmedikleri neresi var? Amma kabahat kimde? Gene erkeklerde. Bizim zamanımızda bir kadın, dar çarşafla sokağa çıksa polisler çarşafını yırtarlardı. Bir kadın, bir erkek bir arabaya binemezlerdi.
Şimdi istersen omuzuna al da gezdir, polisler başını bile çevirmiyor. Böyle de polis olur mu? Bunları hep o hürriyet yaptı. Bilmem siz de hürriyetçi misiniz?”
“Hayır, değilim.” dedim.
“Doğru, o zaman siz daha çocuktunuz.” dedi. “Aman Allah’ım! Görseniz neler yaptılar. Bizim rahmetli söyledi, ‘Bu millet adam olmaz.’ dedi. Bütün düveller ayağa kalktılar, ‘İlle hürriyet olmayacak!’ dediler. Bulgar Çatalca’ya kadar geldi, gene bir şey beceremediler.”
Biz ihtiyar kadınla konuşurken Faika Hanım odasından çıktı; geldi kapının kenarına dayandı, bizi dinlemeye başladı. Birbirimizi yeni görüyoruz bir selam vermeliydi, bir söz söylemeliydi. Sanki çoktan tanışıyormuşuz gibi biraz sonra söze karıştı. Bu hanımı alıcı gözüyle süzdüm. Hiç fena değil! Yalnız biraz çocuksu… On üç yaşındaki mektepli kızları andırıyor. Elbisesi, giyinişi de bir şoför karısı giyinişine benzemiyor. İpekli entarisi, yeni berber elinden çıkmış dalgalı saçları, yüksek ökçeli, atlas terlikleri ile daha çok yosma kızlara benziyor. Bilmeyenler bunun, iki çocuk anası olabileceğini akıllarına bile getirmezler.
Faika Hanım, şoför Fuat’la evleneli bir buçuk sene olmuş; bu bir buçuk sene içinde Faika bir çocuk doğurmuş, birini de yakında düşürmüş. İlk doğurduğu çocuk, Faika’nın anasının yanında bakılıp büyütülüyormuş. Faika’nın bir de ablası var ki hatırlıca ve paralıca birinin metresi imiş. Bu hanım Faika’ya benzemiyor, çok güzel bir kadın. Çok temiz de giyiniyor. Faika’nın üstü başının düzgün olması da kocasının parası ile değil; anasından, ablasından, üvey babasından aldığı paralarla giyinip kuşanıyor, kocasına da para veriyor.
Faika Hanım’ın üvey babasıyla yiyip içmeleri de ayrı. Ayaşlı, Faika’nın odasına giderse onlarla birlikte yemek yerse misafir gibi gidiyor. Bir iyi yemekleri olursa onu da çağırıyorlar yahut ona da bir tabak veriyorlar. Ayaşlı, oğlu ile beraber yiyip ayrı yaşıyor. Ayaşlı kendisi mutfağa girip yemek pişiriyor. Ekmek, peynir, salata, pastırma ile de günlerini geçirdikleri oluyor.
Ben Faika’nın kaynanasıyla konuşurken mutfak masasının kenarına ilişip oturmuştum. Halide odalardan birinde imiş, biraz sonra o da geldi. Bana sormadan bir kahve pişirip yanıma koydu. Faika da odasından bir hanım sigarası getirdi.
“Kahveniz imansız gitmesin.” dedi.
Teşekkür ettim.
“Gitmesin.” dedim.
İlkin kocakarının dedikodusu, sonra da Faika’nın oraya gelmesi beni mutfakta alıkoydu ve bu üç kadınla aramızda hemen bir dostluk, bir sıcaklık uyandırdı.
Bize kahveyi verdikleri sırada odanın birinden arkasına uzunca bir hırka giymiş, yaşlı bir efendi çıktı, öksürerek banyo odasına girdi. Halide onu görmedi amma öksürüğünden kim olduğunu anladı. Faika Hanım’dan sordu:
“Hamama mı girdi?”
Faika başıyla “evet” diye işaret etti. Halide suratını ekşitti:
“Daha şimdi temizledimdi.” dedi. “Ben onu gitti sanıyordum. Ben böyle pis adam görmedim.”
Faika’nın kaynanası:
“Sus!” dedi.
“Yalan söylemiyorum ya, vallahi şimdi çıksın da gidin bakın! Geçen sabah hem öğürdüm hem temizledim.”
Faika’ya:
“Kimdir bu adam?” diye sordum.
“Şefik Bey.” dedi. Konsolosmuş, şimdi bir sefarette tercümanlık ediyormuş.
“Niçin Halide böyle söylüyor?”
“İhtiyarlamış; kendine bakamıyor, banyoyu kirletiyor. Kim bilir hastalığı da mı vardır nedir!”
Faika’nın kaynanası Halide’ye:
“Allah’ın gücüne gider kızım. Ne oldum dememeli, ne olacağım demeli!” dedi.
“Aman canım, onunki ihtiyarlıktan mı? Kendisi pis insan. Ne ihtiyarlar var. Baba ihtiyar değil mi? Hasan Bey ihtiyar değil mi?”
Bu sözü söyleyince Halide aklına bir şey gelmiş gibi bana baktı:
“Ha, sahi Hasan Bey sizi tanıyormuş; sizi bekledi, uyanmadınız. Onun da işi varmış, gitti. Akşama sizi görecek.” dedi.
“Hasan Bey kimdir?” diye sordum.
Halide:
“İşte bizim beş numarada oturan, sizin hemşerinizmiş.” dedi.
“Benim hemşerim… Nasıl bir adam bu? Uzun boylu mu?”
“Evet, uzun boylu.”
“Kalın sesli.”
Faika da söze karıştı:
“Evet, evet güzel davudi sesi var.” dedi.
“Ha, tanıdım. E, nerede şimdi?”
“İşi varmış, gitti. Akşama gelir.”
“O, burada mı oturuyor?”
“Evet burada, beş numarada oturuyor.”
“Ya! Çok iyi, akşama konuşuruz.”
Biz bunları konuşurken Faika’nın odasından on yedi-on sekiz yaşlarında sanılır bir genç çıktı. Görünce bunun, şoför Fuat olduğunu anladım. Kısa boylu, karısı gibi ufak tefek, açıkgöz olduğu gözlerinden belli bir genç. Kasketi elinde idi. Başı ile beni terbiyelice selamladı.
Faika’ya:
“Beyiniz, değil mi?” dedim.
“Evet.” dedi.
Elimi uzattım. Fuat gene terbiyelice elimi sıktı. Sonra karısına bir şeyler söyledi. Faika:
“Sahi, niçin burada oturuyoruz? Odaya buyurmaz mısınız?” dedi.
“Yok, ben tıraş suyu aramaya gelmiştim, Hanım’ın tatlı sözleri beni alıkoydu, ayrılamadım. Başka bir sabah kahvenizi içerim.” dedim.
Faika: “Buyurursunuz.” dedi.
“Ah, insan evladı nerede olsa bellidir.” diye, kocakarı da beni alkışladı.
Halide:
“Siz kahvenizi içiniz, tıraş suyu hazır. Ama banyoda adam var, o şimdi bir saatte çıkmaz. Siz odanızda tıraş olursunuz.” dedi.
“Olur.” dedim.
Fuat karısına:
“Banyoda kim var?” diye sordu.
Faika ne karşılık verdi bilmem, dinlemedim. Ben Fuat’ın yüzüne baktım. Onda becerikli bir adam suratı var. Açıkgöz bir çocuk… Çapkın değildir. Çapkınlıktan anlamaz da denilemez.
Patron, otomobile binerken “Fuat Efendi bizi bir yere götür biraz eğlenelim!” dese “Nereye efendim?” diye sormaz; yanlış kapı önünde de durmaz. “Fuat Efendi, sen bak bir şeyler bulursun! Vakit geçmiyor işte…” denilse gider bir şeyler bulur, getirir patronu mahzun etmez!