Xifeng güldü.
“Haydi ama. Gevezeliği bırak. Ne oluyor? Otur da anlat.” dedi.
Jia Yun sandalyenin ucuna ilişti, hediyesini yavaşça yanındaki masaya bıraktı.
“Darda olduğunu biliyorum.” dedi Xifeng. “Neden böyle şeylere para harcayıp duruyorsun? Bunlara ihtiyacım yok, senden bir şey beklemiyorum. Haydi, söyle bakalım, asıl ne için geldin?”
“Şimdiye kadar dile getirmediğim minnet duygumu iletmekten başka bir neden yok.” dedi zoraki gülümseyerek.
“Bırak şimdi bunları.” dedi Xifeng. “Senin para işlerini bilirim ben. Neden karşılık beklemeden benim için para harcayacaksın ki? Hediyeni kabul etmemi istiyorsan, doğruyu söyle. Lafı böyle dolandırıp durursan hiçbir şeyini kabul etmem.”
Jia Yun sadede gelmek zorunda kaldı. Ayağa kalktı, en yaltakçı gülümsemesini takındı.
“Mütevazı ama mantıksız olmadığını sandığım bir umudum var. Birkaç gün önce Bakanlık’taki bir anıt yapımının denetiminin Sör Zheng’a verildiğini duydum. Bu işte tecrübeli bir iki arkadaşım var, çok da usta olduklarını eklemeliyim, acaba onlar adına Sör Zheng’la konuşabilir misiniz? Bir iki iş alabilirlerse, sonsuza kadar size borçlu olurum. Burada, konakta yapılması gereken bir şey olursa, hizmetinizde olduğumu söylememe gerek yok tabii.”
“Çoğu konuda belli bir etkim olduğunu biliyorum.” dedi Xifeng. “Ama bu tür bir iş söz konusu olduğunda, büyük sözleşmeler tamamen Bakan ve diğer kıdemli memurların yetkisindedir ancak küçük işlerin dağıtımını memurlar yapar. Başka hiç kimsenin şansı olmaz. Bizim insanlarımız ancak Sör Zheng’ın kişisel personeli olarak çalışabilirler. Lian amcan bile yalnızca aileyle ilgili işler için oraya gidebiliyor. Resmî işlere karışamıyor. Evde de bir sorun halledilince bir başkası patlak veriyor. Zhen Bey bile doğru dürüst başa çıkamıyor. Senin gibi bir genç hiç beceremez. Hayır, Bakanlık’ta her ne iş varsa muhtemelen verilmiştir. İnsanlar iş diye kıvranıyorlar. Geçimini kazanmak için evde el atabileceğin bir şey vardır. Ciddiyim. Eve gidip bir düşün bakalım. Minnetine gelince, ifade edilmiş olarak kabul ediyorum. Getirdiklerini geri götür.”
Xifeng konuşurken birkaç dadı küçük Qiaojie ile beraber içeri girdiler. Küçük kız, rengârenk işlemeli bir önlük giymişti, kucak dolusu oyuncak taşıyordu. Konuşup gülerek annesine koştu. Jia Yun yine ayağa kalktı; ilgisini ve sahte gülücüklerini Xifeng’dan kızına çevirdi.
“Demek benim saygıdeğer kuzenim bu! Benden istediğin bir hediye var mı, miniğim?”
Kız birden ağlamaya başladı, Jia Yun geri çekildi.
“Tamam, tamam, korkma, yavrucuğum!” dedi Xifeng kızı kendisine doğru çekerek. “Bu senin kuzenin Yun. Çekinme.”
Jia Yun bir deneme daha yaptı.
“Ne tatlı bir kız! Böyle şirin bir yüz ömür boyu mutluluk vadeder.”
Qiaojie, Yun’e bir kere daha bakmak için başını çevirdi ve yine ağlamaya başladı. Jia Yun artık daha fazla kalmaması gerektiğini anlayıp kalktı.
“Şunları da götür.” dedi Xifeng.
“Lütfen Feng yenge! Bana bir iyilik yap…”
“Sen götürmezsen ben arkandan biriyle gönderirim. Gerçekten Yun, işleri halletmenin yolu bu değil. Sen yabancı değilsin. Eğer bir şey çıkarsa, kesinlikle haber veririm. O zamana kadar yapabileceğim bir şey yok. Böyle paranı ve zamanını harcayarak bir şey elde edemezsin.”
Jia Yun onun yumuşamayacağını anladı. Yüzü kızararak gitmek için hareketlendi.
“Ben yine de kabul edeceğin bir hediye aramaya devam edeceğim.” dedi.
“Xiaohong, bunları Bay Yun için dışarı götür.” dedi Xifeng sert bir şekilde. “Kendisini yolcu et.”
“İnsanlar haklıymış.” diye düşündü Yun, dışarı çıkarken. “Tam bir zalim! Bir santim bile kıpırdamıyor. Çivi gibi sert! Vârisi olmazsa hak ettiğini bulacak! Kızı bile tuhaf, sanki geçmiş hayatımızdan kalan kinimiz varmış gibi davrandı bana! Ne lanet kader! Bunca zahmet boşa gitti!”
Onun terslenmesi, elinde paketle peşinden gelen Xiaohong’a da yansıdı. Jia Yun paketi kızın elinden aldı ve etrafta kimse yokken açtı; birkaç nakışı çıkarıp kıza verdi. Xiaohong önce kabul etmek istemedi ve fısıltıyla reddetti.
“Hiç gerek yok, Bay Yun. Eğer Bayan Lian duyarsa, ikimiz için de çok korkunç olur.” dedi.
“Saçmalama. Al sen. Nereden haberi olacak? Almazsan hakaret olarak kabul ederim.”
Xiaohong gülümseyerek aldı.
“Madem ısrar ediyorsunuz. Ama istemiyorum. Gerçekten ne düşüneceğimi hiç…”
Yüzü alev alev yanmaya başladı.
“Önemli olan düşünmek.” dedi Jia Yun gülerek. “Ayrıca çok da mühim bir şey değil ki.”
O sırada dış kapıya kadar gelmişlerdi. Xiaohong gitmesi için baskı yaparken, Jia Yun hediyeden geriye kalanları ceketinin içine sokuşturdu.
“Artık gitmeniz lazım.” dedi kız. “Buradan bir şey isterseniz bana bildirin. Şimdi Bayan Lian’e hizmet ettiğimden doğrudan bana başvurabilirsiniz.”
Yun başını salladı.
“O zalimin biri! Çok sık gelmem! Söylediklerimi unutma. Tekrar seni görme fırsatım olursa, diyeceklerim var.”
Xiaohong kulaklarına kadar kızardı.
“Gitseniz iyi olacak. İstediğiniz zaman gelin. Eğer Bayan Lian’den uzaklaştıysanız, bunun kabahati sizde.”
“Tamam. Anladım.”
Jia Yun yoluna gitti, Xiaohong kapıda durup, dalgın dalgın arkasından baktı. Sonra eve döndü.
Bu arada Xifeng akşam yemeği için talimat veriyor, hizmetçilerine pirinç lapası pişirildi mi diye soruyordu. Kızlar hemen gidip araştırdılar ve kısa bir süre sonra hazır olduğunu söylediler.
“Yanında güneyden gelen salamura sebzelerden de bir iki tabak istiyorum.” dedi Xifeng. Qiutong bu işi üstlendi ve genç hizmetçileri gönderdi. Bu arada Pinger geldi.
“Bir şey söylemeyi unuttum, hanımım.” dedi gülümseyerek. Öğlen sen büyük hanımefendinin yanındayken, Sudaki Ay Manastırı’ndan başrahibenin kızlarından biri seni görmeye geldi, güneyden gelen salamuradan iki kavanoz ve gelecek ayların ödemelerinden avans istedi. Başrahibe hastaymış. Ne olduğunu sordum, dört beş gün önce başlamış. Manastırdaki bazı Budist ve Taocu rahibe adaylarıyla sorunları varmış; uyarmalarına rağmen geceleri ışıklarını açık bırakıyorlarmış. Bir gece ışıkların hâlâ yandığını görünce birkaç kere onlara seslenmiş. Cevap gelmeyince, uyuduklarını düşünerek ışıkları söndürmeye gitmiş. Odasına geri döndüğünde, tuhaf şeyler olmuş. Sedirde bir adamla kadının oturduğunu görmüş; kim olduklarını sorunca, boynuna bir ip bağlamışlar. Yardım isteyerek herkesi kaldırmış, ışıkları yakıp gelen rahibe kızlar onu yerde, ağzı köpük içinde bulmuşlar. Neyse ki kendine getirmişler. Hâlâ doğru dürüst yiyip içemiyormuş. Bu yüzden salamura sebze aklına gelmiş. Sen evde olmadığın için ben kendiliğimden vermeye yeltenemedim, sana soracağımı söyleyip gönderdim. Şimdi sözünü etmesen tamamen unutmuştum.”
Xifeng