“Onu hareket ettirirsen, oradaki durumun ne olur?” diyordu içeriden biri.
Go oynuyorlardı. Ama Baoyu konuşanın kim olduğunu anlayamadı. Xichun’ün cevabını duydu sonra.
“Umurumda bile değil! Onu alırsan ben de bu tarafa gelirim. Şunu alırsan, bu tarafa gelirim. Sonuçta bütün burayı kuşatırım.”
“Ya böyle yaparsam?”
“Ay!” diye bağırdı Xichun. “Böyle bir hamleye karşı önlemim yok!”
Öteki kızın sesi de tanıdıktı! Ama hâlâ çıkaramadı. Kuzenlerinden biri değildi, bundan emindi. Xichun bir yabancıyı ağırlıyor olamazdı. Kapı perdesini kaldırıp içeriye baktı. Go arkadaşı Yeşil Kafes Manastırı’ndan Eşiğin Ötesindeki Kişi, Miaoyu’ydü. Daha fazla rahatsız etmeye yeltenmedi. Kızlar oyuna öyle dalmışlardı ki gizlice izlendiklerinin farkında bile değillerdi. Baoyu orada durup seyretmeye devam etti. Miaoyu oyun tahtasının üzerine eğildi.
“Bu köşeyi istemiyor musun?” diye sordu Xichun’e.
“İstiyorum tabii.” dedi Xichun. “Ama senin bütün taşların öldü, korkacağım ne var ki?”
“Emin misin? Bir dene bakalım.”
“Tamam. İşte hamlem. Sen ne yapacaksın görelim.”
Miaoyu’nün yüzünde hafif bir gülümseme belirdi. Taşını zaten tahtanın kenarında var olan taşıyla birleştirdi, sonra Xichun’ün taşlarından birinin üzerinden atlayıp bütün köşeyi ele geçirdi.
“Buna tersyüz etmek denir!” dedi gülerek.
Xichun henüz cevap veremeden, sessiz seyircileri kendisini tutamayıp bir kahkaha attı. İki kızın ödleri patladı.
“Tek kelime etmeden gizlice içeri girmek de ne demek?” diye bağırdı Xichun. “Bu nasıl bir kabalık! Ne zamandır oradasın?”
“O köşede oynamaya başladığınızda gelmiştim.”
Miaoyu’ye selam verdi.
“Merhaba, Muhterem Kardeş’im!” dedi gülerek. “O mistik Zen kapısından bu nadir ayrılış neden? Hangi karma seni tozlu diyara getirdi?”
Miaoyu kulaklarına kadar kızardı, hiçbir şey demeden başını önüne eğip go tahtasına baktı. Baoyu onu utandırdığını fark etti ve telafi etmeye çalıştı.
“Gerçekten, sıradan fâniler dünyadan elini eteğini çeken senin gibilerle nasıl kıyaslanabilir?” dedi sevimli bir gülümsemeyle. Her şeyden önce iç huzuruna ermişsin. Bu huzurla beraber derin bir maneviyat, bu maneviyatla beraber de net bir sezgi gelir.”
O konuşurken, Miaoyu hafifçe gözlerini kaldırıp baktı. Sonra hemen tekrar bakışlarını indirdi ve koyu bir kızarıklık yüzüne yayıldı. Baoyu, onun bilerek kendisini görmezden geldiğini fark etti, masanın yanına oturdu. Xichun oyuna devam etmek istedi ama Miaoyu kısa süren sessizliği bozdu.
“Başka bir gün oynayalım.” diyerek ayağa kalktı; üstüne çekidüzen verip tekrar oturdu. Sonra Baoyu’ye döndü, tuhaf bir ses tonuyla, “Nereden geliyorsun?” diye sordu.
Kendisiyle konuşması Baoyu’yü çok rahatlattı; önceki gafını telafi etme fırsatı bulduğuna memnun oldu. Sonra birden bu sorusunun göründüğü kadar basit olmadığı geldi aklına. Bu da Zen kurnazlıklarından biri miydi? Dili tutulmuş, yüzü kızarmış bir hâlde oturdu. Miaoyu gülümseyerek Xichun’e döndü. Xichun de güldü.
“Kuzen Bao, bu kadar zor bir soru muydu? ‘Geldiğim yerden geliyorum.’ deyimini duymadın mı? Yüzünün rengini gören de yabancıların arasındasın sanır. Utanma!”
Miaoyu bu konuşmayı üstüne alınmış gibi görünüyordu. Tuhaf bir duygu kıpırdanması hissetti ve yüzüne sıcak bastı. Yine kızaracağını hissedip daha fazla kızardı. Ayağa kalktı.
“Çok kaldım. Artık manastıra dönmem lazım.” dedi.
Xichun, Miaoyu’nün mizacının çok tuhaf olduğunu bildiğinden kalması için ısrar etmedi. Onu geçirirken, Miaoyu gülümseyerek, “Seni görmeye gelmeyeli çok zaman oldu. Dönüş yolu kıvrımlar ve dönemeçlerle dolu. Yolu bulamamaktan korkuyorum.” dedi.
“Ben sana yol göstereyim!” diyerek atıldı hemen Baoyu.
“Şeref duyarım.” dedi kız. “Lütfen buyurun!”
Xichun’le vedalaşıp beraber Kokulu Lotus Köşkü’nden çıktılar. Kıvrımlar çizen yol onları Bambu Evi’nin yakınlarına getirdi, oraya yaklaşırlarken müzik sesi duydular.
“Qin çalınıyor.” dedi Miaoyu. “Nereden geliyor acaba?”
“Kuzen Lin odasında çalıyor herhâlde.” dedi Baoyu.
“Sahi mi? Bu da bir başka yeteneği mi? Sözünü ettiğini hiç duymadım.”
Baoyu, Daiyu’nün ona anlattıklarını tekrarladı.
“Gidip seyredelim mi?” dedi.
“Dinleyelim demek istiyorsun sanırım.” dedi Miaoyu. “İnsan qini dinler, seyretmez.”
“İşte bu!” dedi Baoyu sırıtarak. “Ben sıradan bir fâni olduğumu söylemiştim.”
Bambu Evi’nin yanındaki kayalığa geldiler. Oturup sessizce dinlediler, melodinin dokunaklılığı onları etkisine aldı. Sonra bir mırıltı eşlik etmeye başladı.
Sonbahar şiddetleniyor, rüzgâr acı esiyor,
Aşkım çok uzakta, ben yalnız başıma.
Evime doğru bakıyorum, nerede?
Gözyaşları içinde dururum balkonumda.
Kısa bir aradan sonra şarkı tekrar başladı.
Uzak tepeler, uzun nehirler geceye karışır.
Parlak mehtap penceremi ışıtır.
Uykusuz uzanırım samanyolunun altında.
İpekler içinde titrerim, rüzgâr ve çiy üşütür.
Yine kısa bir duraklama oldu.
“Birinci dörtlükte ‘başıma’ ile kafiye yapılmış, ikincide ‘karışır’ ile. Acaba sonrakinde ne olacak?” dedi Miaoyu.
Şarkı tekrar başladı.
Kaderimizi seçemeyiz,
Benimki dert dolu;
Sen ve ben iyi dostuz,
Eskilere saygı duyup teselli buluruz.
“İşte bir kıta daha ama çok trajik!” dedi Miaoyu.
“Müzik konusunda pek bir şey bilmiyorum ama çok hüzünlü geliyor kulağa.” dedi Baoyu.
Bir sessizlik daha oldu ve Daiyu’nün qini akort ettiğini duydular.
“Si bemol çok yüksek perdeden!” dedi Miaoyu. “Ölçeğe uymuyor.”
Şarkı yine başladı.
Bu dünyadaki yaşam toz zerresi,
Karma,