“Bu resmi yeni mi astın, kuzen?” diye sordu.
“Evet. Dün odayı toplarlarken aklıma geldi, çıkarıp asmalarını istedim.”
“Hikâyesi nedir?”
“Bilmen lazım! Çok tanınan bir şiirdir.” dedi Daiyu gülerek.
“Şu anda hatırlayamadım. Söylesene, kuzen.”
“Li Shangyin’in7 dizelerini hatırlamıyor musun?
Soğuğa katlanıyor,
Buz Perisi ve Ay Tanrıçası,
Yarıştırıyorlar güzelliklerini…”
“Tabii ya!” diye bağırdı Baoyu. “Ne kadar orijinal ve muhteşem! Duvara asmak için tam mevsimi.”
Odada dolaşıp etrafı incelemeye devam etti, Xueyan ona çay getirdi. Daiyu de kısa süre içinde kopyalamasını bitirip kalktı.
“Affedersin.” dedi.
“Biliyorsun bana karşı resmiyete hiç gerek yok.” dedi Baoyu gülümseyerek.
Baoyu, Daiyu’nün, soluk mavi, içi kürklü, çiçek işlemeli bir elbise, kakım kürkünden, kolsuz bir ceket giydiğini fark etti; saçını her günkü gibi toplamış, sadece saf altından, düz bir toka takmıştı, çiçek süslemeleri yoktu. Çiçek işlemeli, kapitone iç eteği pembeydi. Ne kadar da zarif görünüyordu, tıpkı rüzgârda eğilen yeşim ağacı gibi; ne kadar asil, tıpkı yaprakları çiyle ıslanan kokulu lotus gibi!
“Son günlerde qin çalıyor musun?” diye sordu.
“Bir iki gündür çalmıyorum. Sutra yazmak parmaklarımı üşüttü.”
“Olabilir. Belki de çalmamak daha iyidir. Qin güzel bir enstrüman olabilir ama ben pek faydalı olduğunu sanmıyorum. Refah ya da uzun ömür getirdiğini hiç duymadım; sadece hüzün ve üzüntüye neden oluyor. Tablatureleri öğrenmek de çok zahmetli olmalı. Hassas bünyenle yorucu işlerden kaçınmalısın, kuzen.”
Daiyu hiçbir şey demeden küçümser gibi güldü.
“Şu qini mi çalıyorsun?” diye sordu Baoyu, duvarda asılı olanı işaret ederek. “Çok kısa değil mi?”
“Yok.” dedi Daiyu. “Ben küçükken, ilk öğrenmeye başladığımda, normal büyüklükteki qine yetişemiyordum, bu benim için özel olarak yapılmıştı. Çok istisnai bir şey değil ama malzemesi ve parçalarının oranları çok iyi. Ahşabının damarlarına baksana. Sığır kılı kadar ince değil mi? İnce işçiliği sayesinde çok net bir tınısı var.”
“Şiir yazıyor musun peki?” diye sordu Baoyu.
“Son kulüp toplantısından beri yazmadım.”
“Beni kandırmaya çalışma!” dedi Baoyu gülerek. “Şarkı söylediğini duydum: Öyleyse üzülmek de nesi? Ay gibi bir saflık yüreğimin gayesi. Qinle eşlik ediyordun. Çok çarpıcıydı. Sen yazdın bu sözleri, değil mi?”
“Nasıl duyabildin ki?” dedi Daiyu.
“Birkaç gün önce Kokulu Lotus Köşkü’nden dönerken çaldığını duydum. Müzik çok güzeldi, seni rahatsız etmek istemedim, bir süre sessizce dinledikten sonra yoluma devam ettim. Sadece bir şey soracağım. İlk bölümde düz tonlama kullandığını fark ettim ama sonunda eğimli tona döndün. Bunun sebebi nedir?”
“Müzik yürekten gelir.” dedi Daiyu. “Belirlenmiş bir kuralı yoktur, nasıl hissedersen öyle çalarsın.”
“Anlıyorum! Galiba bu tür incelikler benim eğitimsiz kulaklarımda kaybolup gidiyor.” dedi Baoyu.
“Gerçek müzik âşıkları çok azdır.”
Baoyu, istemeden yanlış bir şey söylediğini fark etti ve Daiyu’yü kırmaktan korktu. Bir süre daha oturdu. Söylemek istediği çok şey vardı ama tekrar ağzını açamayacak kadar gergindi. Daiyu de düşünmeden konuşmuştu, o kadar iğneleyici konuştuğuna pişman oldu ve sessizce kabuğuna çekildi. Onun sessizliği Baoyu’nün kuruntularını daha da artırdı; sonunda biraz mahcup bir şekilde ayağa kalktı.
“Tan’i görmeye gideceğim. Sen kalkma lütfen.” dedi.
“Selam söyle.” dedi Daiyu.
“Tamam.” dedi Baoyu ve çıktı. Daiyu onu kapıya kadar geçirdikten sonra sandalyesine dönüp düşünmeye başladı.
“Baoyu son zamanlarda çok tuhaflaştı. Sanki düşündüklerini söylemiyor gibi. Bir an geliyor çok yakın, bir başka an çok uzak. Ne demek oluyor acaba?”
O sırada Zijuan içeri girdi.
“Bugünkü kopyalama işini bitirdin mi, hanımım? Yazı malzemelerini kaldırayım mı?”
“Artık yazmayacağım.” dedi Daiyu. “Kaldırabilirsin.”
Daiyu içeri odaya girip yatağına uzandı ve her şeyi zihninde evirip çevirdi. Zijuan gelip çay ister mi diye sordu.
“Hayır, teşekkür ederim. Yalnız kalıp biraz uzanmak istiyorum.”
“Peki, hanımım.”
Zijuan dışarı çıkınca Xueyan’i kapıda durmuş, önüne bakarken buldu. Yanına gitti.
“Neyin var?” diye sordu.
Düşüncelere dalan Xueyan bu soruyla irkildi.
“Sesini çıkarma! Bugün çok tuhaf bir şey duydum. Sana söylerim ama hiç kimseye söylemeyeceğine söz vermen lazım.”
Bunu söylerken dudaklarını büzerek Daiyu’nün odasını gösterdi. Zijuan’e peşinden gelmesini işaret ederek biraz ileri doğru yürüdü. Merdivenlerin dibinde fısıltıyla konuşmaya başladı.
“Baoyu’nün nişanlandığını duymuş muydun?”
Zijuan irkildi.
“İnanmıyorum! Doğru olamaz!”
“Doğru! Bizden başka herkes biliyor.”
“Sana kim söyledi?”
“Daishu. Kızın babası valiymiş. Zengin bir aileden gelen çok güzel bir kızmış.”
Xueyan konuşurken Zijuan, Daiyu’nün öksürdüğünü duydu, kalktığını sandı. Dışarıya çıkıp onları duyacağından korkup Xueyan’in elinden tutup sessiz olmasını işaret etti. İçeriye baktı, her şey sakin görünüyordu.
“Daishu tam olarak ne dedi?” diye sordu fısıltıyla.
“Hatırlıyor musun, bir iki gün önce, bir şey için teşekkür edeyim diye beni Bayan Tan’e göndermiştin? Evde yoktu ama Dais-hu oradaydı. Sohbete başladık, birimiz Efendi Bao ve yaramazlıklarından söz açtık. ‘Efendi Bao ne zaman büyüyecek? Hiçbir şeyi ciddiye almıyor. Artık nişanlandığı hâlde hâlâ eskisi gibi budala!’ dedi Daishu. ‘Nişan kararlaştırıldı mı?’ diye sordum. ‘Evet.’ dedi, çöpçatan da Bay Wang diye biriymiş, Ning tarafından bir akrabaymış, her şey sonuçlanmış.”
Zijuan başını bir tarafa eğip, “Çok tuhaf!” diye düşündü.
“Neden ailede hiç kimse bundan söz etmedi?” diye sordu.
“Bu