“Yeğenimi ben götürürüm, bu daha uygun olur!” dedi gülümseyerek.
“Çok güzel.” diye kabullendi Büyük Hanımefendi Shi. “Sonra tekrar buraya gelmene gerek yok, eve gidebilirsin.”
Xing Hanım bunu onaylayıp Daiyu’ye Wang Hanım ile vedalaşmasını söyledi. Sonra hep birlikte onları giriş salonuna kadar geçirdiler. Birkaç hizmetkâr süslü kapının önüne yalıçapkını mavisi perdeli, açık mavi cilalı bir araba getirmişti. Xing Hanım Daiyu’yü elinden tutup arabaya bindirdi. Hizmetçiler perdeleri indirdiler ve taşıyıcılara arabayı kaldırmalarını söylediler. Genç taşıyıcılar arabayı kaldırıp açıklık alana götürdüler ve iki katır bağladılar. Batıdaki yan kapıdan çıkıp, doğuya doğru ilerleyerek Rong Konağı’nın ana girişini geçtiler, siyah boyalı büyük bir kapıdan girip merasim kapısına geldiler. Orada hizmetkârlar perdeleri kaldırdılar ve arabadan inen Xing Hanım Daiyu’yü elinden tutup avluya doğru yönlendirdi.
Daiyu bu binaların ve toprakların aslında bir zamanlar Rong Konağı’nın bahçesinin bir parçası olduğunu düşündü çünkü üç merasim kapısından geçtikten sonra, biraz küçük olsa da sanatsal ve eşsiz güzelliğe sahip salonları, verandaları ve üstü kapalı geçitleriyle ana binayı görmüştü. Bunlar geldikleri konağın azametli, etkileyici ve lüks mimarisine sahip olmasa da dekoratif ağaçlar, bitkiler ve taşlı yollar müthiş bir zevki yansıtıyordu.
Ana salona girdiklerinde ağır makyajlı ve zengin kıyafetli bir hizmetçi kalabalığı tarafından karşılandılar. Xing Hanım bir uşağı kocası Jia She’yı çağırmak için kütüphaneye gönderirken Daiyu’yü de oturttu.
Uşak kısa bir süre sonra geri geldi.
“Efendim, birkaç gündür kendisini iyi hissetmediğini, küçük hanımla karşılaşmalarının her ikisini de rahatsız edeceğini, şu anda buna hazır olmadığını, Bayan Lin’in üzülmemesini ve burada sıla hasreti çekmemesini, büyükannesi ve yengeleriyle kendisini evinde hissetmesini, kuzenleri pek zeki olmasalar da bir araya gelince onu oyalayabileceklerini, ona nazik davranmayan biri olursa hemen bildirmesini, kendilerini yabancı gibi görmemesini söyledi.” dedi.
Daiyu saygıyla ayağa kalkıp kendisine iletilen mesajı dinledikten sonra yine yerine oturdu. Kısa bir süre sonra da gitmek üzere tekrar kalktı. Xing Hanım, yemeğe kalsın diye onu ikna etmek için her yolu denedi.
“Normal şartlar altında sizin bu nazik davetinizi reddetmezdim, yengeciğim ama Zheng dayıma saygılarımı sunmam gerekiyor, geç kalıp kabalık etmekten korkuyorum. Bir dahaki sefere mutlaka yemeğe kalacağım, umarım beni bağışlarsınız.” dedi gülümseyerek.
“Madem öyle, tamam o zaman.” dedi Xing Hanım. İki hizmetkâra yeğenini aynı arabayla geri götürmelerini söyledi, bunun üzerine Daiyu oradan ayrıldı. Xing Hanım merasim kapısına kadar ona eşlik etti, hizmetkârlara talimatlar verdikten sonra gözden kaybolana kadar arabanın arkasından bakıp geri döndü.
Kısa süre sonra Rong Konağı’na varan Daiyu arabadan indi. Dadılar onu doğuya yönlendirdi, bir köşeyi dönüp giriş salonundan geçti, güneye doğru ilerleyip merasim kapısından büyük bir avluya girdi. Avlunun bir ucunda, geyik boynuzları gibi iki tarafından uzanan kanatlarıyla, beş daireli büyük bir ana bina vardı. Bir tepenin geçitlerine benzeyen yan kapılar bütün çevreyle bağlantıyı sağlıyorlardı. Heybetli, sağlam ve ihtişamlı olan ana bina Büyük Hanımefendi Shi’nin evinden çok daha etkileyiciydi.
Daiyu burasının bütün konağın ana dairesi olduğu sonucuna vardı. Yükseltilmiş, genişçe bir yol doğrudan büyük bir kapıya gidiyordu. Salona girip başını kaldırınca, ilk önce duvarda, üzerinde kırmızı altından dokuz dragon olan büyük, mavi bir pano gördü. Panonun üzerinde kocaman harflerle “Büyük Mutluluk Salonu” yazıyordu.
Sonunda daha küçük harflerle, bu panonun hangi tarihte İmparator tarafından Rongguo Dükü Jia Yuan’e verildiği, gün, ay ve yıl olarak belirtiliyordu ve İmparatorluk mührünü taşıyordu. Panonun yanı sıra İmparator’un imzasını taşıyan sayısız değerli nesne de vardı. Üzerine dragonların oyulduğu, kırmızı sandal ağacından büyük bir masada yaklaşık doksan santim yüksekliğinde, yeşil pasla kaplı, eski bir bronz ding12 duruyordu. Duvarda dalgaların arasından çıkan siyah dragonların resmedildiği büyük bir tablo asılıydı; böylesi ancak Sui Hanedanlığı’nın bekleme salonlarında görülebilirdi. Bunun bir yanında altın kakmalı bronz bir kadeh diğer yanında kristal bir kâse vardı. Duvarların önüne iki sıra hâlinde, sedir ağacından on altı sandalye yerleştirilmişti. Sandalyelerin üst tarafında asılan bir çift abanoz levhada altın kakma harflerle şu dizeler yazılıydı:
Buradaki incilerin parıltısı güneşi ve ayı gölgede bırakır;
Salondaki şeref nişanı parlak gökyüzü gibi ışıldar.
Alt tarafındaki bir grup küçük harfli yazı, bunun ailenin eski bir dostu, taşralı Mu Shi tarafından yazıldığını belirtiyordu. Değerli hizmetlerinden dolayı Dungan Prensi unvanını almıştı.
Oturup dinlenmek için doğu tarafındaki üç yan odayı kullanan Wang Hanım bu salonda pek bulunmadığından, dadılar Daiyu’yü doğu kanadına yönlendirdiler.
Pencerenin yanındaki sobalı sedirin13 üzerine kırmızı bir kaşmir kilim serilmişti. Tam orta yerinde, dragon desenli madalyonları olan kırmızı sırt yastıkları ve aynı şekilde dragon desenli kızıl kahverengi, uzun bir minder vardı. Sedirin her iki ucunda gül şeklinde, küçük, lake sehpalar duruyordu. Soldaki sehpanın üzerinde bir ding, kaşıklar, yemek çubukları ve esans şişeleri, sağdakinin üzerinde güzel kız resimleriyle bezeli, ince belli porselen bir vazo, içinde de mevsim çiçekleri, ayrıca çay fincanları, bir demlik ve benzeri malzemeler vardı. Odanın doğu tarafında üstleri kırmızı çiçeklerle süslü bir kumaşla kaplanmış dört sandalye diziliydi, bu sandalyelerin ayaklarında dört tabure vardı. Bunların da her iki tarafında bir çift yüksek sehpa duruyordu, üstlerine çay fincanları ve vazolar konmuştu. Diğer detaylara girmeye gerek yok.
Yaşlı dadı, Daiyu’nün sedire oturması için ısrar etti ama sedirin kenarlarında karşılıklı olarak yerleştirilmiş iki işlemeli yastığı gören kız, buranın dayısıyla yengesinin yeri olduğunu düşünerek sedire değil, odanın doğu tarafındaki sandalyeye oturdu. Hizmetçiler çay servisi yaptılar. Daiyu çayını içerken onları inceledi. Makyajları, kıyafetleri ve tavırları diğer evlerde gördüklerinden çok farklıydı. Daha çayını bitirmeden, kırmızı ipek bir elbise ve kenarları fistolu, kolsuz, mavi, saten bir ceket giyen bir hizmetçi içeri girdi.
“Hanımım, Bayan Lin’in içeri gelip yanında oturmasını istiyor.” dedi gülümseyerek.
Bunu duyan yaşlı dadılar hemen Daiyu’yü bu daireden çıkarıp, doğu koridorundan geçirerek üç odalı, küçük ana binaya götürdüler.
Pencerenin yanına, odanın başköşesine yerleştirilen sobalı sedirin üzerinde alçak bir masa, onun da üzerinde kitaplar ve çay servisi vardı. Pek yeni olmayan, mavi satenden bir sırt yastığı doğu tarafındaki duvara yaslanmıştı.
Bayan Wang batı tarafındaki alçak yerde, mavi satenden, arkalıklı bir minderin üzerine oturmuştu. Daiyu’nün geldiğini görünce hemen sedirde karşısına oturmasını istedi. Ama bu yerin Jia Zheng’a ait olduğunu tahmin eden Daiyu, sedirin yanına dizilmiş, siyah puanlı kumaşla kaplı, eski görünümlü üç sandalyeyi fark edip onlardan birine oturdu. Bayan Wang sedire oturması için çok ısrar edince, sonunda yengesinin yanında yerini