“Hiç şüphesiz, bu kadar kültürlü ve görgülü bir aile iyi yetiştirilmenin önemini biliyordur.” diye karşı çıktı Yucun, hayretler içinde. “Diğer kollar için bir şey söyleyebilecek durumda değilim ama Ning ve Rong konakları çocuklarını yetiştirme tarzlarıyla ün salmışlardır.”
“Ben işte bu iki konaktan söz ediyorum.” dedi Zixing üzülerek. “Beni iyi dinle. Ningguo Dükü ve Rongguo Dükü aynı anneden doğan iki kardeşti. Daha büyük olan Ningguo Dükü’nün dört oğlu vardı. Ölümünden sonra en büyük oğlu Jia Daihua onun unvanını aldı. Onun da iki oğlu oldu ama adı Jia Fu olan büyük oğlu sekiz dokuz yaşlarında ölünce küçük kardeşi Jia Jing o unvanı aldı. O zamanlar Taocu doktrinlere o kadar kendini kaptırmıştı ki iksir hazırlamaktan başka hiçbir şeyle ilgilenmiyordu. Neyse ki erken yaşta Jia Zhen adında bir oğlu oldu, unvanını ona bırakıp bütün zihnini ölümsüzlüğe adadı. Memleketine geri dönmek yerine Taocu rahiplerle şehrin dışında aptalca zaman geçiriyor. Jia Zhen’in de Rong adında bir oğlu var, şimdilerde on altısında. Jia Jing dünyevi meselelerden elini eteğini çekmiş, Jia Zhen de eğitimine hiç zaman ayırmayıp zevk ve sefa sürüyor. Ning Konağı’ndaki düzenin altını üstüne getiriyor ama kimse onu engellemeye cesaret edemiyor. Şimdi sana Rong Konağı’nı anlatayım. Sözünü ettiğim tuhaf olay orada oldu. Rongguo Dükü’nün ölümünden sonra büyük oğlu Jia Daishan onun unvanını aldı ve soylu Jinling ailesinden Marki Shi’nin kızıyla evlendi. Ondan Jia She ve Jia Zheng adlarında iki oğlu oldu. Jia Daishan uzun zaman önce öldü ama dul karısı Büyük Hanımefendi Shi hâlâ hayatta. Büyük oğlu Jia She unvanı devraldı. Cana yakın ve neşeli bir mizacı var ama o da aile meselelerine pek kafa yormuyor. Küçük olan Jia Zheng çocukluğundan beri kitaplara çok meraklıydı, düzgün ve dürüst biri olarak yetiştirilmişti. Büyükbabası ona çok düşkündü ve imtihanları geçerek hayata atılmasını istiyordu ama Jia Daishan ölüm döşeğindeyken, bir vasiyette bulunmuş ve bu da İmparator’a sunulmuş. Majesteleri eski bakanının hatırına, sadece büyük oğlunun babasının makamına getirilmesini emretmekle kalmayıp diğer oğulların da huzuruna çıkarılmasını istemiş. Bir lütufta daha bulunup Jia Zheng’ı bir bakanlığın sekreter yardımcılığına atamış ve bakanlıklardan birinin çalışmaları konusunda tecrübe edinmesini istemiş. Şimdi artık müsteşarlığa yükseldi. Jia Zheng’ın karısı Wang Hanım Jia Zhu adında bir oğul doğurdu, çocuk on dört yaşındayken vilayet imtihanını geçti, yirmisine gelmeden evlenip bir oğul sahibi oldu ama oğlu doğduktan hemen sonra hastalanıp öldü. Jia Zheng’ın ikinci çocuğu kız oldu ve ne garip tesadüf ki kız yeni yılın ilk günü doğdu. Daha da garibi, kadının ertesi yıl dünyaya getirdiği oğlan, ağzında kristale benzer, parlak renkli bir taşla doğmuştu. Üzerinde de bazı yazılar vardı. Dolayısıyla çocuğa Baoyu10 adını verdiler. Şimdi söyle bana, sence de bu çok acayip bir şey değil mi?”
“Gerçekten çok tuhaf!” diye bağırdı Yucun gülümseyerek. “Bu çocuğun geleceği sıra dışı olacak sanırım.”
“Herkes öyle söylüyor.” dedi Zixing, alaycı bir gülüşle. “Bu yüzden büyükannesi onu değerli bir mücevhermiş gibi seviyor. İlk doğum gününde Jia Zheng, çocuğun bir tanesini seçmesi için önüne çeşit çeşit nesneler koyup onun eğilimlerini anlamak istemiş. Beklentilerin tersine, diğer bütün nesneleri görmezden gelip, elini ruja, pudraya ve saç tokalarına uzatmış, onlarla oynamaya başlamış. Zheng Bey önce çok öfkelenmiş, bu çocuğun büyüyünce şaraba ve kadınlara düşkün bir hovarda olacağını iddia etmiş; bu nedenle ondan soğumuş. Ama çocuk her şeye rağmen hâlâ büyükannesinin gözbebeği. Çocukta bundan da tuhaf bir şey daha var! Şimdi yedi sekiz yaşlarında, çok yaramaz olmakla birlikte o kadar zeki ki yüz kişinin içinde onun bir eşini bulamazsın! Bir çocuk için fazlasıyla tuhaf şeyler söylüyor. ‘Kızlar sudan, erkekler çamurdan meydana gelir.’ diyor. ‘Kızlarla beraber olduğumda kendimi temiz ve tazelenmiş hissediyorum ama erkekleri pis, kokuşmuş ve iğrenç buluyorum.’ Şimdi söyle bakalım, bu sözler çok tuhaf değil mi? Giderek çapkın bir hergele olacağına hiç şüphe yok.”
Yüzü birden ciddileşen Yucun hemen araya girdi.
“Öyle olmayabilir. Maalesef siz onun kaderini pek anlamıyorsunuz. Benim saygıdeğer akrabam Jia Zheng bile çocuğun hovarda olacağını düşünüyorsa yanılıyor. Eğer insan çok okuyarak her şeyin doğasını anlama ve gizemi kavrama yeteneği geliştirmezse, bu konuda bir yargıya varacak durumda olamaz.”
Zixing, Yucun’ın söylediklerinin önemini algılayıp daha fazla açıklama yapmasını istedi.
“Aşırı iyilik ve aşırı kötülükle doğanlar haricindeki bütün insanlar, genellikle birbirine benzerdirler.” dedi Yucun. “Fazlasıyla iyi olanlar çok talihli bir dönemde doğarlar; fazlasıyla kötü olanlarsa tehdit altındaki felaketler döneminde. İyilerin doğduğu talihli dönemde dünya düzen içindedir; kötülerin doğduğu talihsiz dönemdeyse dünya tehlike altındadır. Yao, Shun, Yu, Tang, Kral Wen, Kral Wu, Zhou Dükü, Shao Dükü, Konfüçyüs, Mensiyüs, Dong Zhongshu, Ha Yu, Zhou Dunyi, Cheng kardeşler, Zhang Zai ve Zhu Xi uğurlu dönemde ışığı görenlerdendiler. Öte yandan, Chi You, Gong Gong, Jie, Zhou, Qin Shi Huang, Wang Mang, Cao Cao, Huan Wen, An Lushan ve Qin Hui tehlikeli dönemde dünyaya gelmişlerdi.”
“İyiler dünyaya düzen getirdiler; kötülerse dünyayı karmakarışık ettiler. Saflık, akıl, maneviyat ve zekâ doğruluğun hayati özüdür, tüm gökyüzünü ve yeryüzünü kaplar; iyilikle donatılmış insan bunun doğal meyvesidir. Kötülük ve zalimlik, gökyüzüne ve yeryüzüne nüfuz eden şerrin özünü oluşturur, kötücül insanlar bunun etkisi altında kalırlar. Şu anda hüküm süren daimî mutluluk günleri ve iyi talih, tam bir huzur ve sükûnet dönemi yukarıdaki İmparator’dan aşağıdaki köylü ve kültürsüz sınıflara kadar uzanan saf, zeki, ilahi ve ince ruhun ürünüdür. İstisnasız herkes bunun etkisi altındadır. Her yere yayılan bu iyi özün bolluğu başka gidecek bir yer bulamayıp tatlı çiye ya da ılıman esintiye dönüşür ve yayılarak bütün dünyayı kaplar.”
“Ama berrak gökyüzünün ve parlak güneşin altında yayılacak yer bulamayan kötülük ve zalimlik sonunda derin çukurlara ve büyük yarıklara dolup katılaşır. Birden bir rüzgâr onu sürüklediğinde ya da bulutlar zorladığında harekete geçer, bağlarını kopartır, en ufak bir parçası bile hiç beklenmedik bir şekilde bir çıkış yolu bulur, kaçar. Bir yerlerde saf özle karşılaştıkları zaman, iyiler kötülere teslim olmayı reddederken, kötüler iyilere haset eder; ikisi hiçbir zaman birbirlerine uyum sağlayamazlar. Tıpkı dünyada karşılaşan rüzgâr, yağmur, şimşek ve gök gürültüsünün birbirini yok edemeyip ya da teslim olmayıp tükenene kadar savaşmaları gibi, bu özler de bir çıkış yolu bulmak için insanoğluna nüfuz ederler; sonra tamamen yayılıp erkekleri ve kadınları doldurarak bir varlığa dönüşürler. Bu insanlar bilge ya da mükemmel insana dönüşmeseler bile tamamen kötücül de olmazlar.”
“Onları bir milyon insanın içine yerleştirsen, zekâ, incelik ve algı bakımından diğer hepsinin üstünde; kötülük, ahlaksızlık ve acımasızlık bakımından diğer hepsinin altında olduklarını görürsün. Soylu ve zengin bir ailede doğan bu insanlar şehvet düşkünü olurken,