Bu dairenin alabildiğine koşan hayvanlar süratiyle bir anda dönmesi göz kamaştıran bir şekil ve suret aldığı gibi bir aralık oyun başı olan Gürcü kendi başındaki kalpağı dairenin dışına on beş adım kadar mesafeye fırlatıp attı. Diğerleri bunu taklit etmediler. Yalnız hepsi tabancalarını çıkarıp sağ ellerine alarak hazır ve amade bulundular. Sağ tarafa doğru dönen dairenin atlıları daire dışındaki kalpağa kurşun atacaklar ise de bu hareket dairenin iç tarafına kurşun atmaya müsait olup dışına müsait olmadığından ne yolda hareket edecekler diye nazarıdikkatimi açmıştım. Bir de oyun başı tarafından verilen kumanda üzerine atlıların tümü birden sağdan geri dönerek daire gerisine doğru geriye dönmeye başlamasın mı?
Bu bir anda gerçekleşen değişiklik ve hareket hakikaten övgüme mazhar oldu.
Oyun başından başka atlılar kalpak hizasına geldikçe tabancalarını boşaltıyorlar ve cümlesi de kurşunlarını hedefe isabet ettiriyorlardı. Son atlı da kurşununu atıp sıra oyun başına gelince gördüm ki kılıcı çekip evvelki eğri hattı değiştirerek kalpağın üzerine yürüdü ve kalpağa kılıç çalmak hareketini taklit etti ise de bu harekette ne kadar mahirce bir süratle hareket ettiğini anlamak için kalpağa yaklaşırken kılıç ile ön tarafa doğru darp etmeyi müteakip kalpağı geride bırakır bırakmaz bir de arka tarafa ikinci bir kılıç darbesi yetiştirmekte olduklarını arz ederim.
Bu kılıç oyunu evvelki daireyi ikiye bölmekle beraber mevkisini de değiştirmişti. Kılıç darbelerinden sonra kılıçlarını kınlarına koyan Gürcüler daima oyun başı en önde olmak üzere kalpağa birer daha hücuma başladılar. “Kaltak boşaltmak” diye tabir olunduğu gibi her biri ağırlıklarını evvela sağ üzengiler üzerine verip sonra kendilerini yavaşça sol ayaklarıyla kaltağa asarak sağ ellerini yere değdirinceye kadar eğiliyorlardı ki bu vaziyetleriyle kalpağı kapıp yirmi adım kadar ileriye götürdükten sonra gerideki süvarinin yetişip kapması için tekrar yere bırakıyorlardı.
İşte bu suretle kalpağı yerden kaldırıp tekrar koya koya biçare kalpağa da ayrı bir daire çizdirdiler. Ondan sonra bu şekil de bozulup atlılar bizim süvari bölüklerinin iki sıra selam hattı teşkil edişleri gibi iki sıra dizildiler ise de her atlının arası beşer altışar adım fasılalı idi. Bu hâlde karşılarında bir düşman farz ederek hücum edeceklerdi. Evvela ilk sıra bir nevi tüylü keçeden mamul kılıfları içindeki zarif tüfeklerini çıkarıp mevhum düşman üzerine ateş ederek akabinde hücuma başladılar ki, bu hâlde tüfeklerini yine kılıflarına koymaları şaşılacak maharetlerdendir. Zira hücumda yüz adımlık yol katetmemiş idiler ki tüfekler yerlerine konulduktan başka hemen tabancalar da çekilip hazırlanmıştı. Arzulanan mesafeden tabancalarla da ateş edilerek yerlerine konulduktan sonra kılıçlar çekilip hayalî olarak farz edilen düşman içine dalındı. Sağa sola, öne arkaya, o kadar seri kılıç sallıyorlardı ki bunların uzaktan resmettikleri şekiller sanki atlıları demirden yapılmış bir kafes içinde gösteriyordu.
Sanki bu ilk sıra askerler yorulmuş veyahut vurulmuş olduğundan arkadaşları yanına gelmeye başlayıp ve sollarını müteakip ikinci sıra evvelkilerin hareketini aynen iade etmişti. Ancak oyunun bu derecesi yarım saat kadar sürmüştü. Bu arada hayvanları gereği gibi yorduğundan ve benim övgülerim ve aferinlerim ise prenste arzulanan derecede memnuniyet oluşturduğundan onun tarafından verilen emir üzerine oyuna son verildi.
O gün akşama kadar üç Gürcü köyüne uğradık. Bu köylerin üçünde de o kadar hürmet ve rağbet gördük ki tarifi lazım gelir ise hükümdarını seven tebaaya layık bir derecede idi demek kâfidir. Köylerde gördüğümüz güzel kadınları ve güzel erkekleri uzun uzadıya tarife hacet var mıdır? Burası zaten endamların ve yüzlerin güzel olduğu bir memleket olduğundan güzel olmayan yoktur ki, onlar arasında bilhassa güzelleri fark edip ayırabilelim.
Prens Danyal her vardığımız köyde bir veya iki kadın veyahut erkeğe akşam kendi köyüne gelmeleri ve misafirin karşısında dans etmeleri emrini verdi. Dolayısıyla bunlar kendi kendilerine prensin ikametgâhına gitmekte olsunlar biz Peşav vadisi içinde yedi sekiz saat zarfında mümkün olabilecek seyahatimizi icra ile bunların tarlalarını, bahçelerini, korularının içlerini, akarsularını, pınarlarını talanlarını temaşa ile günün yarısından sonra prensin ikametgâhına doğru dönmeye başladık.
Dönüş esnasında tercüman vasıtasıyla bugünkü seyahat ve müşahedelerimi, memnun olup olmadığımı prensin sual etmesi üzerine tercümanıma benim sözlerimi aynen tercümeye mecbur olduğunu kesin hatırlatarak dedim ki:
“Prens! Bu kadar ikramdan bu derecelerde rağbetten memnun kalmamak kabil midir? Bahusus ki bu akşam için tertip ettiğiniz ziyafet ve konser de ümidimin, beklentimin kat kat üstünde bir inayet ve ikramdır. Ancak sizden bir şey rica edeceğim ki, eğer bu ricamı kabul buyurmayacak olursanız, işte bu derecelerdeki ikram ve fevkalade cömertliğinizden de memnun olamayarak ve memleketinizden büyük bir merakımı da gideremeyerek dönmüş olacağım.”
Tercüman bu sözleri Gürcü beyine tercüme ettiği zaman prensin tavrında birtakım tuhaf tuhaf garip ve hayret tavırları peyda olmaya başladı. Söz bittikten sonra edeceğim ricanın neden ibaret bulunduğunu sordu. Dedim ki:
“Sabahleyin yaşlı bir adamı sopa ile dövdünüz. Şüphe yok ki bir kabahati vardır da uyardınız. Hatta yaşlılığına hürmeten vurduğunuz sopaları gayet yavaş vuruyor idiyseniz de ihtiyar ziyade feryat ve figanla haykırıyordu. Bununla beraber biz atlara binerken o yaşlının sizi selamlamasına gayet iltifat ve neşe ile karşılık verdiniz. Bunda elbet bir hikmet vardır ki onu anlayamazsam merakımdan çatlayacağım.”
Tercüman bu sözleri tercümeye başlayıp da tam sopaların pek yavaş indiği ve bununla beraber yaşlının pek ziyade bağırdığı noktalarına gelince Prens Danyal kahkahalarla gülmeye başladı. Tercümanın tercümesi bittikten sonra prens dedi ki:
“Gerçi bu pek tuhaf bir şeydir. Durumu size hikâye edersem ihtimal ki bu garip muameleden dolayı bizi belki de küçümsersiniz.”
“Estağfurullah efendim! Sizin gibi akıllı bir asilzadenin sebepsiz, hikmetsiz iş görmeyeceğinden eminim.”
“Başüstüne. Sizi bu cihetten de memnun etmek için yemekten sonra hikâye ederim.”
“Eğer arsızlığıma hamletmezseniz önümüzde iki buçuk üç saatlik bir yol olduğundan bu müddeti şu hikâye ile geçirebilirdik.”
“Gerçi bu da mümkün ise de doğrusunu isterseniz ben hikâyeyi etrafıyla bilmediğimden o acayipçe darp ettiğim ve dövmeye çalıştığım yaşlı adamdan bazı şeyleri sorup malumatımı tamamlamaya ihtiyacım vardır.”
Biçare yaşlı adamı böyle garip bir surette dövmekte bulunduğu hâlde bu işin sebep ve hikmetini kendisinin de tamamıyla bilmemesi beni bütün bütün şaşırttı, bıraktı. Artık ne olursa olsun göze aldırarak bu işi velev ki nakıs olsun kendi malumatı dairesinde mutlaka hikâye etmesini ricaya başladım.
Bu kadar ısrar ve acelemden dolayı prensin bana darılması ihtimalinden pek korkmuş idiysem de latif adam darılmayıp bildiği kadar tatlı tatlı gülerek hikâyeyi bildiği kadar anlatmayı vadetti. Vaadini de derhâl yerine getirmeye başladı.
6
Prens Danyal dedi ki:
“Ben kırk yaşıma yaklaşıyorum.