Cermenlik, Islavlık, Yunanlılık gibi yeni nesli birçok kadim insanlarıyla karışarak başkaca bir insan cinsi oluşturan Avrupa ahalisi diğer kıtalarda görülen siyah, sarı ve kırmızı renkli ve acayip ve garip yüzlü insanlara nispetle en güzel sayılacağına şüphe edilemez ise de işin içine bir Kafkaslık katmak lazım gelince bu addan beklenilen mükemmel yüz ve endamın tenasübünü şuraya gelip de asıl Kafkaslarda görmelidir.
Ben bir Avrupalı gözüyle bu halkı temaşa ve tetkik ettiğim zaman eleştirecek âdeta hiçbir çirkine tesadüf etmediğimi itiraf ederim. Hakikaten bunların alelade çirkinleri Avrupa’nın alelade güzellerinden daha güzeldirler. Hâlbuki bunların kendi nazarlarında da yüz ve letafetçe birtakım mertebeleri vardır ki, zikredilen mertebenin aşağılarında bulunanlara esirgedikleri “güzel” unvanını zikredilen mertebenin yukarısında bulunanlara layık görerek onlara tahsis ederler.
Prenses Danyal işte umum Gürcülerin benzersiz saydıkları en güzel kadınlardandır. Onun tenindeki beyazlığı Avrupa kadınlarının türlü türlü makyajlarla terbiye edip süsledikleri vücutlarında, ciltlerinde aramak abestir. Avrupa kadınlarının şu farklı renklerdeki güzelleri, Prenses Danyal’ın rengiyle mukayese edilecek olursa mutlaka daha çirkin görülürler. Kaşlarının, kirpiklerinin kılca bolluğundan başka koyu kumral rengini ve belden aşağıya sarkan örgülerin çözüldükleri zaman daha ziyade uzanacaklarını hayal ettirdikleri saçların bereketini ilk nazarda insanın tabii göremeyip suni olduklarına hamledeceği gelir. Zira Avrupalılar alışmış oldukları kendi güzellerini hep tabii olmayan hâlleriyle temaşa etmeye alıştıklarından, tabii olarak güzel olan bir kadını ilk gördüklerinde bir anda tereddüt edip hayrette kalırlar. Fakat ilk hayret ve şaşkınlığın geçmesinden sonra hakikati görüp onu bizzat müşahede edince gerçek ile sahte arasındaki farkı ancak o zaman anlarlar ve asıl güzelliği de o zaman görürler.
Prenses Danyal Avrupa kadınlarının terbiyesini almamış bulunduğundan öyle latif latif hareketler göstermesini ve zarif zarif sözler söylemesini bilmiyordu. Fakat Avrupa terbiyesinin bu cihetlerce cahili olması kendisi için bir kusur sayılır mı? Gerçi Avrupa kadınlarının bu gibi takdim ve tarifleri esnasındaki vaziyet ve hareketleri Avrupa’da başka türlüsünü görmediğimiz için hoşlarımıza gider. Ama biraz düşünelim ki, Avrupa kadınlarının hareketlerinde, tebessümlerinde, zarifane sözlerinde kibrin zillete, istihzanın istihsana karışması ve hele bunların tümü üzerine bir de asıl erkek kendisi imiş de kadınlık sıfatı da erkeğe intikal etmiş gibi erkeği mahcup edecek derecelerde hemen hemen erkeğe meydan okurcasına cüretli tavırlar ilave edilmesiyle asıl kadınlık meziyeti de zayi olup gitmektedir. Kadın denilen şey, gözlerini kaldırıp erkeğin yüzüne baktığı zaman güya hem erkeği hem kendisini mahcup edecek bir sır içermesi icap eder. Bu arada kadın için asıl “naz” denilen bu şeyin gerçeğini de vücuda getirmiş olur. Erkek kendisine hitap ettikçe, kadının cevaptaki çekingenliğinin artması “edep” hasletine en ziyade şayan olan hâllerdendir. Kadının tebessüm hususunda dikkat etmesi de onun vakarını tamamlayan bir özelliktir. Bununla beraber zikredilen hâller kibirden, yapmacıklıktan tamamıyla uzak olması da lazımdır ki asıl kadının ne olduğu o zaman ortaya çıkabilsin.
İşte bu vasıflar ziyadesiyle Prenses Danyal’da toplanmıştır. Prensesi, Paris’in en zarifane bir salonuna götürseler zanneder misiniz ki bu vasıflarıyla salon içinde pek soğuk bir kadın gibi görünsün.
İhtimal ki o salonların sırnaşıklıkla iftihar eden madamları hasetlerinden Prenses Danyal için böyle bir hüküm verebilsinler. Ama o hükmü kaldıracak mahkeme erkeklerin nazar ve vicdanlarıdır. Bir de onlara sorsunlar. O zaman güneş doğduğunda semadaki tüm parlayan yıldızların şaşaası kalktığı gibi prensesin salonda görünmesiyle diğer gök cisimlerinin nasıl söndüklerini anlayıp asıl kendi güzelliklerinin derecesini kendileri de takdir etmiş olurlar.
Prenses benim yanımda dilsiz gibi bulunmadı. Lisanıma vâkıf olmadığı ve arada bir tercüman vücuduna ihtiyaç görüldüğü hâlde benimle pek güzel konuştu. Kendi memleketlerini nasıl bulduğumu sormakla beraber her ne kadar Gürcistan dağları resimlerini müşahede etmiş olduğu Avrupa’nın o düzenli olan beldelerine benzemez ise de buraları görmek de insana başka bir safa verebileceği hakkındaki mülahazalarını pek güzel, pek sırasıyla ortaya koydu. Zannedebilirim ki bir Avrupalı kadın kendi lisanını bilmeyen bir yabancı ile bu kadar sıralı konuşamaz. Ya o acemi yabancıyı kendisi istihzaya başlaması veyahut kendisini o yabancı nezdinde istihzaya düçar etmesi gibi hadiselerden, arızalardan pek de kendisini kurtaramaz.
Bununla beraber düşünmelidir ki, Avrupa kadınları çocukluktan çıkar çıkmaz türlü türlü mürebbiler elinde terbiye görmekte bulundukları hâlde Gürcistan kadınları okuyup yazmak derecesinde bile tahsil ve terbiye görmeyerek insana her ne tavır gösterirler ise yaratılışında olan fıtri tavırlarını göstermiş olurlar.
Prensesin gelişiyle aramızdaki ilk münasebet hasıl oluncaya ve ilk konuşmalar tamamlanıncaya kadar sofradakiler ortadan kaldırılmış olmasıyla saz ve dansın kinci faslına da başlandı. Artık bendeki neşeyi sormayınız. En ziyade merak ettiğim şey Tigran’ın söyleyeceği hikâye değil midir? Eğer Tigran şu anda hikâyeyi nakle başlamış olsa idi kulak bile vermeyecektim.
Gece yarısına yakın bir zamana kadar göl başında eğlendikten sonra ikametgâha döndük. Diğer köylerden gelmiş olan misafirler münasip dairelere tevzi kılınarak yatırıldıkları gibi biz de kendi dairemize geldik. Prens Danyal ihtiyar Tigran’ı da o gece bizim dairemize göndermişti. Kendisinden istenen hikâyeyi hemen söylemeye başladı ise de hikâye uzanıp vakit geçerek uyku da galebe etmekle kalanı ertesi sabah tamamlamaya mecburiyet hasıl oldu.
Bu hikâyeyi size nakil için “Tigran dedi ki. Falan şey falan olmuş dedi.” ifade tarzını benimseyecek olsam hikâyeyi birçok “dediler” ile doldurmak lazım gelecektir. Dolayısıyla hikâyenin bu kısmını Tigran’ın yerine kendimi koyarak güya o hikâye ediyormuş gibi nakil ve rivayet etmeyi tercih ettim.
İKİNCİ KİTAP
MERYEM ÇİÇİYANO
1
İşte Tigran’ın lisanından diyorum ki:
Miladi senenin bin sekiz yüz altmış dördüncüsünde değil miyiz? O hâlde tam altmış sene oluyor ki, şimdi taklidini gördüğünüz dayağı ben akşam sabah yemekteyim. Prensin size söylemiş olduğu gibi bu dayağın kırk yıl kadar devam eden ilk kısmı, böyle taklitten ibaret değildi. Pek ciddi, hakiki ve daimî bir işkence idi. Ondan sonra artık gerek Prens Danyal pederinin intikamından usanmış olsun gerek ihtiyarlığıma merhamet etmeye başlamış bulunsun beni bu işkenceden kurtarıp işi taklide bozmuştur. Pederine vermiş olduğu vaat ve etmiş bulunduğu yemin gereğince tümüyle vazgeçemez. Zira bu Gürcistan asilzadesinin yeminsiz falansız olarak bir kere “yaparım” dedikleri şeyde ömürlerinin son nefeslerine kadar devamları yaratılışlarının gereğidir.
Dolayısıyla prensin size haber vermiş olduğu üzere ben bu şiddetli ve daimî işkenceye hakikatte layık ve müstahakım. Zira pederine el kaldırmışımdır. Benim gibi pespaye bir Ermeni’nin Gadilla gibi büyük bir prense el kaldırması ölümden büyük bir ceza ile cezalandırılmaya şayan küstahlıklardandır. Ömrümün sonuna kadar akşam sabah beni dövmesi de işte ölümden büyük ceza olmak üzere düşünülmüş taşınılmış, kararlaştırılmış bir cezadır. Özellikle ki Prens Gadilla’ya el kaldırışım zavallı asilzadenin elleri bağlanmış olduğu bir felaket zamanında olmasıyla benim ettiğim alçaklığın dehşeti bir kat daha artmış olması ve onun intikam fikrini kat kat şiddetlenmiş bulunması tabii ve zaruridir.
Çocukluk