Seyahatü'l Kübra. Karçınzade Süleyman Şükrü. Читать онлайн. Newlib. NEWLIB.NET

Автор: Karçınzade Süleyman Şükrü
Издательство: Elips Kitap
Серия:
Жанр произведения:
Год издания: 0
isbn: 978-625-99843-1-5
Скачать книгу
işaret neticesinde ruhsat verecek ustaların ilk başta en kıdemlisi kalkıp yerinden hareket ederek meclisin konumlandığı meydanın ortasına geldikten sonra büyük bir saygı içerisinde beklemeye durur. Bu esnada elinde ipek bir peştamal bulunur. Ustanın sağ tarafında ona üç adım geride beklemekte olan esnaf çavuşu ruhsat alacak kalfayı ismi ile çağırır. Çağrılan bu kalfa çağımız medeniyetinin en mühim davranış tarzına uygun olarak makbul bir vaziyette meclisin hale gibi etrafını çevirdiği meydana girer. Burada ustasının karşısında eli göğsünde büyük bir hürmetle nezaketli bir şekilde ayakta bekler. Bu esnada ustası sesli bir şekilde söze başlayarak şöyle konuşur: “Sanatında tam olarak beceri elde edip kendi başına tezgâh açmak ve ustalık yapmak ruhsatını almaya hak kanmış olan filan kişinin bendesi bu kişidir.” Bu sözü duyan esnaf da hep bir ağızdan tek kelime olarak “Maşallah” duasını (gülbankını) tebrik olarak seslendirirler. Ardından mezun olan kişinin mensup olduğu sanatta ustalıklarıyla bilinen eski üstatlardan bir kaçı güya imtihan yapıyormuş gibi bazı sorular sorarlar. Cevaben aldıkları doğru yanıtlar sonucunda kendisine aferin, ustasına da övücü cümlelerle mukabelede bulunurlar.

      Kendisine gösterilen bu teveccühten kaynaklı mutluluk ve gurur ile koltuğuna karpuz sığmayan usta, sağ tarafında üç adım ileride hürmet içerisinde bekleyen esnaf çavuşunun el üstünde tuttuğu peştamalı büyük bir hürmet ve ağırbaşlılık ile eline alır. Ardından “Esenler, evliyalar, pirler, şehitler ruhuna, peygamberler canına, salavat diyelim Muhammed’e.” cümlesini üç defa tekrarlar. Orada hazır bulunanlar da salavat ve selam nidalarını havada yankılatarak icra ederler. Bu esnada yapılan birçok manevi dua neticesinde sevincinden ağzı kulakların erişen kalfanın beline ustası besmele ile peştamal bağlar. Her taraftan “Mübarek olsun!” sedaları yükselir. Bu mezun kalfa öncelikle ustasının, sonrasında da esnaf şeyhinden başlayarak orada buluna âlim zat ile bütün ustaların ellerini öper ve karşılığında her birisinden “Berhurdar olasın!” cevabını alır. Bu fasıl nihayetinde arkasını dönmeden geriden geriye meclisten çekilerek en aşağıda diz üstüne oturur.

      Bundan sonra ise duacı efendi tarafından Fatiha suresi okunur. Akabinde ise tafsilatlı bir dua yapıldıktan sonra mezuniyet töreni tamamlanmış olur. Bu şekilde bir tören ile mezun olmayanların bağımsız bir şekilde dükkân açıp tezgâh kuramaz, ancak başka bir ustanın yanında kalfalık yapabilirler. Babaları vefat etmiş olan usta çocukları ise miras kalan dükkân ve tezgâh kapanmasın diye isabetli bir düşünceye dayanarak bu konuda bir istisnaları söz konusudur. Ruhsat alma masraflarını karşılayamayan güçsüz durumdaki kalfaların izinleri bazı durumlarda bu gibi cemiyetler arasında gerçekleştirilir. Bu ağır durumu utanılacak bir şey olarak kabul etmelerinden dolayı çok az sayıda kalfa bunu kabul eder. Bu şekilde yapılan merasim tamamlandıktan sonra çimenliklere sarılan sofralar üzerinde hazırlanan yemekler yenir. Genç ve orta yaşlı olanlar ihtiyarlardan müsaade alarak bir sevinç gösterisi olarak eğlenceli faaliyetler yaparlar. Yaşları ileri olan ihtiyar kesim ise kendi aralarında ufak meclis halkaları kurup muhabbet ederler. Bu kutlama gece yarısına kadar devam ettirilir. Çünkü bu gibi merasimleri güneşin doğuşuna kadar sürdürmek bir eskiden beri devam ettirdikleri âdetlerindendir.

      Mezuniyete dair yaptıkları toplantılarda esnaf dışına birilerinin bulunması kabul ettikleri kuralarla aykırı ise de şahsım memnuniyetle bir defasında tesadüfen katılıp şu güzel uygulamalarını hayranlıkla izleme fırsatı buldum. Evlerinde gece gündüz uğraş veren kadınlar da güldürümü, çıtlak ve seyir adıyla etkinlik yaparlar. İki defa Yazla adı verilen yere giderler; haziran sonunda daha önce bahsedilen Sekibeğ kırlığında toplanırlar ve eylül ayı içerisinde de Çiçeklikaya, Irmakkenarı ve Pınarpazarı adlı gezintilere çıkarlar. Böylelikle bu mevsimlerinin yalnız birer gününü çok güzel bir şekilde değerlendirirler.

      Bu seyirlerin gerçekleştirildiği günlerde o yerlere hiçbir erkek uğrayamaz. Zira bu bölgenin etrafı yönetim ve ahali tarafından birlikte gönderilen yaşı ileri emin muhafızlar ile birkaç mil uzaktan gözetim altında tutulur.

      Yılın bütün günlerini evinde meşgul geçirip ara sıra gerçekleşen düğünlerden başka birbirleriyle bir araya gelmeye imkân bulamayan bu zavallı kadınlar genel olarak buluştukları şenlikli günleri bu bahsedilen etkinliklerden ibarettir.

      Kasabanın bağlarından 1 kilometre mesafedeki gölün güneydoğusunda Boğazova adlı güzel bölge bulunmaktadır. Kasaba halkının geneli ve hatta yönetim Rumi yılın 10 Eylül’ünde bağlara göçerler. Burada çok miktarda elde edilen üzümlerden pekmez, pestil, bandırma ve hevenk yaparlar. Ardından 7 Ekim’de de geri dönerler. Yönetim tarafından resmen ilan edilmedikçe ne bağa göçülebilir ne de şehre dönülebilir. Bu mevsimde kasabada bekçiler dışında kimse kalmaz. Nis adasından yaşayanların bağları gölün doğu sahilinde bulunan Eğerim Beli yakınındaki Karabağlar olarak adlandırılan ayrı bir bölgededir. Kasabalılar bağlarda bulundukları zaman günlük alışverişlerini Çaybaşı adı verilen yerde, haftalık alışverişlerini de haftanın ilk günü kurulan Pınarpazarı adlı ferah yerde yaparlar.

      Kasaba halkı cuma namazı için de buraya gelirler. Çünkü büyük cami buradadır. Bağlarda bulundukları dönem ahali pazar günleri kurulan Pınarpazarı dışında cumartesileri kasaba içerisinde ayrıca kurulan Dernek pazarında da alışveriş yapar. Kasım mevsiminden sonra Antalya taraflarına göçen on iki kalem yani kabile Yörük aşiretinin Eğirdir’e yakın yaylalardan kışlaklarına dönüşleri ile aynı zamana denk geldiği için pazar yerine sürüler hâlinde sayılmayacak miktarda koyun gelir. En kaliteli etin okkası, yani dört yüz dirhemi, orman kasaplarında yaklaşık on paraya satın alınır. Sözün kısası bu gösterişsiz kasabada geçinebilecek kadar servet, çok güzel feyiz ve bereket ve insanların kalbinde gayet derecede güzellik bulunmaktadır. Hepsi hâlinden memnun ve şükür içerisinde, Allah yolunda vakarla mutlu bir şekilde hayat sürmektedirler. Alın teriyle kazandıkları varlıklarını boş yere sarf etmeden ağız tadıyla tüketirler. Güçleri yettiğince hayır hasenat yaparak İslami bir hayattan asla taviz vermezler. İçlerinde sanatı hor görüp beyefendi gözükmeye yeltenen hünersizlerden başka zaruret ve sefalete düşmüş hiçbir kimse mevcut değildir.

      BOĞAZOVA’NIN ÖZELLİKLERİ

      Cennet bahçesinin dünyadaki timsali olan bu iç açıcı alan gölün güneydoğu sahilinde konumlanmıştır. Uzunluğu 30 kilometre ve genişliği ise en dar yeri 4, en geniş yeri de 7 kilometreye kadar uzanmaktadır. Gölden taşan suların meydana getirdiği ırmak, ovanın kuzeybatısından geçerek Mücevre ve Maltaşı dolaylarından Tasmacı bölgesine ulaştıktan sonra doğu istikametine kıvrılarak Tepeli Çayırı kenarından akarak güney ucundan bulunan Kovada Gölü’ne dökülmektedir. Bunun dışında diğer bir çay da ovanın doğusundan başlayarak bu bölgenin ortasından geçer ve Cire Köprüsü yakınında bu ırmağa dâhil olur.

      Meşhur Toros Dağları’ndan gelen sel sularından ortaya çıkan bu dehşetli çay bahar mevsiminde coşarak yatağından taşacak hâle gelir. Dağlarda kış boyu biriken karların erimesi neticesinde ya da şiddetli yağmurların yağması sonucunda coşan bu çayırın gür sularının eskiden beri bu dönemlerde dehşetli şelaleler meydana getirdiği bilinmektedir. Yılgıncık belinde göle döküldüğünü ispat eden izler Göktaş9 mevkisinde hâlen görülebilmektedir. Sonraki dönemlerde gerçekleşen şiddetli depremler aynı ismi taşıyan Çay köyünün yakınında buluna Havutlu Dağı’nı ikiye ayırmıştır. Jeoloji bilimiyle ilgilenenler Kabız adı verilen geçidin bu doğa olayı neticesinde oluştuğunu ilk görüşte anlayabilirler.

      Doğudan batıya doğru akan ve Cire köyü karşısında ırmağa karışan Pınar Suyu adı verilen küçük akıntı ise üzüm bağlarının güney sınırını meydana getirir.

      Hem


<p>9</p>

Göktaş, gökçe ve gökçek taştan gelmektedir. Çünkü Göktaş mezrası mevkisinde bulunan taşlar beyaz ve sarı renklerde olup kâse kırıklarını andırırlar. Güzel manzaralı kayraklar olan bu taşlar birbirlerine dokundurulduğunda çinkonun çıkardığı sese benzer sesler verirler.