Bu şehirde, doğuda bilinen otuz iki kısım küçük boyutlu sanayinin her sınıfına bağlı çok sayıda mahir usta ve eleman bulmak mümkündür. Dışarıya gönderilen kaliteli kereste ve hububat için kullanılan ana iskele Antalya iskelesiydi. Bu nedenle Afşar bölgesine kayıklarla getirilerek depolanan zahireleri bu iskeleye nakletme işinde kullanılmak için getirilen kafileler hâlindeki iri cüsseli Yörük develeri etrafı kaplar. Bu zamanlarda şehrin sokakları yürünülmesi imkânsız bir hâl alır. Bu sevkiyat işi kasım ortasından başlayarak mart sonuna kadar ciddi bir yoğunlukla devam etmektedir. Kereste sevkiyatı ise bahar aylarında Çiyil içerisinden hareketle Antalya Körfezi’ne dökülen Aksu Nehri üzerinden yapılır. Dokuma sanayinin evvelden beri ileri düzeyde olduğu bu şehirde ithal kumaşlara hiçbir zaman ihtiyaç duyulmaz. Fakat yerlilik anlayışı ve ülke menfaati ahlakından nasipsiz tüccarlarımız üç ayda bir İzmir’e giderler ve kazandıklarını oralardaki yabancı mağazalarda satılan çürük kumaşlara harcayarak bunları kumaşçı esnafın başına bela ederler. Yıllara meydan okuyarak eskimeyen ve solmayan yerli kumaşların piyasada dolaşımına engel olmaya devam etmektedirler.
Bu gafil tüccarlar, varlığı sayesinden geçimlerini sağlayıp kazanç elde ettikleri diyarın fakirliğe ve zillete uğraması gibi, yaşadığı bölgenin zararına yabancı tüccarlara hizmetkârlığı kendilerine iş zannetmektedirler. Bunlar, yabancı malları kullanma konusunda böylesi çok istekli olduklarından topladıkları paçavraları çaresiz fukaralara ulaştırmak amacıyla “Çiftçi iflah olursa âlem iflah olur.” atasözünü papağan gibi ağızlarına sakız edip sürekli söylüyorlar. Bilgiçlik tasladıkları ve kafa şişirdikleri zaman dahi “Sanat erbabı şerrinizden hele bir kurtulsun o zaman görürsünüz.” diye cevabını vererek bunları susturan kimse ortaya çıkmıyor. Fakat bunlardan yalnızca çiftçiler ürün almaz. Milletin bunca çaba ve mesai harcayarak ortaya çıkardıkları yerli servetimizi vatanda kıymetlendirecek olan diğer sınıfların ferahlığa ermesinden niçin faydalanmayı tercih etmiyorlar? Zarara uğramayı menfaat zanneden bu sersem tüccarlarımız yabancılara ait mağazalarda Avrupa mahsulü olduğunu bilseler dahi kendi çiftçimize dair iyi niyetli bir bakış açısından mahrum olduklarından sadece ellerindeki yabancı ürünleri satmaya odaklandıkları için çiftçimiz hakkında yarım ağızla söyledikleri bu teveccühün bir karşılığı olmadığından hiçbir şüphemiz olmasın. Yurduna ve milletine karşı erdem duygusunu yitirmenin bu derecesini yapmaktan utanmayan ahmaklara diğer milletler içinde bu zaman kadar şahit olunmamıştır.
Zahire, koyun, yağ, koyunyünü, bal ve bal mumu çok kârlı işler olmaması nedeniyle piyasanın durgunluğundan şikâyetçi olan köylümüzde bu durumun sebebinin yüklendikleri yabancı ürünler olduğunu, yerli malını kullanmadıkları için millette ticaret, memlekette servet ve esnafta güç kalmadığını akıl ederek gerçek değerini bilmedikleri değersiz yabancı mallara para harcamaktan kendileri alamamaktadır. Daha açık ifadeyle ticaretimizin mahvolmasına sebep olan bu o musibetleri yüksek fiyatlara almaktan asla vazgeçmezler. Esnafımız ve çiftçimizin hamiyetsizliği tüccarımızınkinden az değildir. Emeğimizi ve var olan tüm birikimlerimizi yabancıların eline veren bu iki sınıfın düşüncesizliğine memleketin önde gelenleri, varlıklı kişileri ve memurları da destek olmaktadırlar. Cenabıhak bizleri bu basiretsizlikten kurtarsın. Uyarı ve nasihatimizi merhametiyle uygulamaya konmasına imkân vererek huzur nasip etsin. Bu illetin ortadan kaldırılması için bir noktaya kadar çareler bulunabilir ve bu çareler de mevcuttur. Fakat kötü bir alışkanlığın terk edilmesi ve böylesi bir hastalığın çare bulması ancak hidayet ile mümkündür.
Her taraftan lezzetli suların fışkırdığı sık ormanlı dağlar, yeşillik ve çiçeklerle kaplı geniş meralar ve çok bereketli bölgenin ihtiyaçlarından ziyade geniş mezralar etrafında bol miktarda mevcuttur. En yakını en az bir buçuk saat sürmesi nedeniyle oralara yerleşim yapamayınca tarım yapmak, koyun beslemek ve hayvan beslemek bu kasabada mümkün değildir. Böyle olunca da burada yaşamayı talep edince burada sanatsız yaşama imkânı bulunmamaktadır. Meğerki elinde çiftliği ve kasabada ticarethanesi mevcut olsun.
Sahip olduğu harikulade güzelliğinden uzak duramadıkları için bu bölgenin doğasındaki baskınlık şehir halkını birer sanat sahibi olmaya itmiştir. Bu nedenle aralarında yeteneksiz ve sanatsız biri bulmak mümkün değildir. Sanatkârların çoğunluğu dokumacı, derici, demirci ve ayakkabıcı esnafını teşkil etmektedir. Her esnaf grubunun hususi bir yiğitbaşısı ve geneline bakan bir esnaf şeyhi vardır. Esnaflık düzeninin devamlılığı için bu reislere saygı göstermek, verdikleri emirleri yerine getirmek ve gerektiğinde verdikleri cezalara itiraz etmemek gereklidir. Nüfusunun yüzde doksanı sanatkâr olan bu şanslı memleketin tamamıyla bir fabrika görüntüsü vermektedir. Sanayi ile meşgul olan hiçbir sanatkâr gerek olmadıkça tezgâhını terk etmez. Umumi işler düzen içerisinde devam eder. Öyle ki şehrin kadınları dahi bir saat bile boş durmazlar ve tembel bir şekilde hayatlarını sürdürmeyi tercih etmezler. Dokumacılık ile uğraşan aileler icra ettikleri sanatın işlerini bir düzen içinde yürütmek için destek olurlar. Diğer işlere mensup olan kadınlar da gündelik işlerinden arta kalan zamanda çıkrık eğirmek olarak tarif ettikleri pamuktan ham iplik bükme ya da tentene, mendil ve çorap gibi işleri yaparak destek olurlar. İşlerin tatmin edici şekilde yolunda gittiği bahsettiğimiz bu rutin işler esnasında eskiden beri yılda birkaç gün ara vererek ferahlamak niyetiyle topluca gezintiye çıkmaktadırlar. Mukaddes bir görev olarak gördükleri işlerinin başından ancak önemli bir mesele olması durumunda ayrılırlar. Çalışma saatlerine sımsıkı sarılı olarak saniyelerini dahi heba etmezler. Her esnaf çırak7 olarak aldığı çocuğu derece derece sanatını öğreterek kalfa8 hâline getirdikten sonra ustalık ruhsatını vermek ve kendi ifadeleriyle peştamal kuşatmak için her yıl ilkbaharda yaptıkları yukarıda bahsedilen tatil esnasında kasabaya yarım saat mesafede çok güzel bir yer olan Sekibağ’daki gezinti yerinde (teferrücgâh) bir araya gelinir. Eskiden beri sanayisi çeşitli sınıflarına mensup kişilerin bu esnaf birliğine eksiksiz olarak üye olmaları şarttır. Birlik üyelerini ağırlamak maksadıyla gezinti yerinde kurulan büyük kazanlar içinde pişirilen yemekler et, pilav ve helvadan oluşur. Usul olarak bunların dışında bir yemek hazırlanmaz. Bu hizmet için harcanan tüm masrafları mezuniyet sonrası birer usta olarak mensup oldukları sanatı temsil edecek olan mezunlar karşılar.
İçlerinde maddi olarak durumları yeterli olamayanların paylarına düşen masrafları pir unvanıyla ruhsat vermekle onurlanan tarafından bereket olması maksadıyla karşılanarak temin edilir.
Esnaf teşkilatının mezuniyet törenlerinde kuşandıkları kıyafetleri çok ağırbaşlıdır. Bu faydalı insanlar diyanet, hamiyet, kanaat, sabır ve zindelik olarak ifade edilen seçkin huylarla kişiliklerini ve sıfatlarını süslerler. Bir araya gelerek şereflendirdikleri o ruhlara ferahlık veren sahrada ikindi namazını cemaatle kılarlar. Ardından heybetli ve gösterişli bir meclis kurarlar. Esnaf şeyhi olan ile sahip olduğu takva hasebiyle dua yapmak için özellikle davet edilen âlim zat en başta dururlar. Bunların sağ ve sollarından her sınıfın yiğitbaşları sıralanır. Ustalar da işlerinin cins ve mezhep gözetilmeksizin mezuniyet tarihleri ve sahip oldukları kıdem derecelerine göre bir tertip içerisinde sıra gibi kurdukları saflarda kendi yerlerini alırlar. Mükemmel bir düzende hepsi bir sükûnet ve saygı içerisinde diz üstü dururlar. Çoğunluğu münevver kalpli ihtiyarlar olan eli yüzü düzgün bu insanlar temiz kalpleri ve iyi niyetleri ile kurdukları bu meclisin mahiyetinin ne büyük derecede huzur verici ve kutsi olduğunu