Sara odaya girdiğinde Lottie yere yatmış, bağırıp çağırıyor, küçük tombul bacaklarıyla çılgın gibi tekmeler savuruyordu. Bayan Amelia şaşkınlık ve umutsuz bir hâlde, kıpkırmızı bir suratla ve kan ter içinde ona doğru eğilmişti. Lottie kendi çocuk yuvasında ve evinde, tekmeler savurup bağırarak istediği her şeyi daima elde etmeye alışmıştı. Zavallı, tombul Bayan Amelia onu susturmak için bir o yöntemi, bir bu yöntemi deniyordu.
Önce “Zavallıcık!” diyordu. “Annenin olmadığını biliyorum, zavallım…” Sonra da ses tonunu değiştiriyordu. “Eğer sesini kesmezsen Lottie, seni silkelerim. Zavallı küçük melek! Al bakalım! Seni gidi cadaloz, yaramaz, iğrenç çocuk seni, seni pataklayacağım! Yaparım bak!”
Sara sessizce yanlarına yanaştı. Ne yapacağını bilmiyordu fakat bu kadar çaresizlikle ve telaşla birbirinden böylesine farklı şeyler söylememesi gerektiğinin de içten içe farkındaydı.
“Bayan Amelia.” dedi kısık bir sesle. “Bayan Minchin onu susturmayı deneyebileceğimi söyledi. Deneyebilir miyim?”
Bayan Amelia ona doğru dönüp umutsuzca baktı. “Ah, SENCE yapabilir misin?” diye sordu.
“Bilemiyorum.” diye cevapladı Sara, hâlâ fısıldar gibi konuşarak. “Ama deneyeceğim.”
Bayan Amelia derin bir iç çekişle dizlerini yerden kaldırdı ve Lottie’nin tombul küçük bacakları daha da kuvvetli tekmeler savurmaya başladı.
“Siz odadan çıkabilirseniz…” dedi Sara, “ben onunla kalabilirim.”
“Ah, Sara!” diye sızlandı Bayan Amelia. “Hiç böyle beter bir çocuk görmedik. Onu burada tutmaya devam edebileceğimizi sanmıyorum.”
Fakat odadan çıktı ve çıkarken bir bahanesi olduğu için çok rahatlamıştı.
Sara uluyan öfkeli çocuğun başında birkaç dakika bekledi ve tek bir kelime etmeden onu izledi. Sonra yanına oturdu ve bekledi. Lottie’nin öfke çığlıkları dışında, oda oldukça sessizdi. Bağırıp çağırdığında insanların bir karşı çıkıp, bir yalvarıp yakarmasına, bir emirler yağdırıp, bir tatlı dil dökmesine alışkın olan Bayan Legh için bu alışılmışın dışında bir durumdu. Yere yatıp tepinirken ve çığlık atarken yanındaki tek insanın hiç dikkatini çekmiyor olmak onun ilgisini cezbetmişti. Yanındakini görmek için sımsıkı kapadığı gözlerini açtı. Orada duran yalnızca başka bir küçük kızdı. Fakat o Emily ve diğer tüm güzel şeylere sahip olan kızdı. Ona sabit bir şekilde, bir şeyler düşünüyormuş gibi bakıyordu. Ona bakmak için birkaç saniye ara veren Lottie yeniden başlaması gerektiğini düşündü ama sessiz oda ve Sara’nın tuhaf, ilginç suratından dolayı ilk feryadı gönülsüz çıkmıştı.
“Benim… benim… bir… an… anne… annem… yok!” dedi fakat sesi pek güçlü çıkmadı.
Sara ona gözlerini iyice sabitleyerek baktı; ancak bakışlarında onu anladığını gösteren bir ifade vardı.
“Benim de annem yok.” dedi.
Bu, o kadar beklenmedik bir cevaptı ki Lottie afalladı. Bacaklarını aşağı indirip biraz kıpırdandı ve uzanıp Sara’ya baktı. Ağlayan bir çocuğu, sadece yeni bir şey durdurabilir. Ayrıca, Lottie aksi Bayan Minchin’i ve fazla anlayışlı Bayan Amelia’yı sevmemesine rağmen Sara’yı çok az tanısa da seviyordu. Sızlanmayı bırakmak istemiyordu fakat dikkati dağılmıştı, böylece yine kıpırdandı ve biraz daha mızmızlandıktan sonra, “O nerede?” diye sordu.
Sara bir an durdu. Çünkü ona annesinin cennete gittiği söylenmişti. Bu konu hakkında uzun uzun düşünmüştü ve düşünceleri diğer insanlarınkinden oldukça farklıydı.
“Cennete gitti.” dedi. “Ama ben onu göremesem de arada bir beni görmeye geldiğinden eminim. Seninki de geliyordur. Belki şu anda ikisi de bizi görebiliyordur. Belki ikisi birden şu anda odadadır.”
Lottie doğrulup oturdu ve etrafına bakındı. Güzel, küçük, kıvırcık saçlı bir çocuktu ve yuvarlak gözleri ıslak unutmabeni çiçeği rengindeydi. Annesi onu son yarım saat içinde gördüyse onun gibi bir çocuğun meleğe benzemediğini düşünmesi işten bile değildi.
Sara konuşmaya devam etti. Belki bazıları anlattıklarının masal olduğunu düşünebilirdi ancak kendi hayal dünyasına göre son derece gerçek olduğu için Lottie onu ister istemez dinlemeye başladı. Sara ona annesinin kanatları ve tacı olduğu söylemiş ve melek olduğu söylenen güzel beyaz gecelikli kadınların resimlerini göstermişti. Fakat Sara gerçek insanların olduğu güzel bir ülkede geçen gerçek bir hikâye anlatıyor gibiydi.
“Orada tarlalar dolusu çiçek var.” dedi, her zamanki gibi kendini kaybederek ve rüyadaymış gibi konuşarak. “Tarlalar dolusu zambak! Ve üzerinde esen meltemler havaya o zambakların kokusunu yayıyor! Ve herkes o çiçek kokusunu içlerine çekiyor çünkü orada daima meltem esiyor. Zambak tarlalarında küçük çocuklar koşturuyor ve kucak dolusu çiçekler topluyor, gülüşüp küçük çelenkler yapıyor. Yollar pırıl pırıl. İnsanlar ne kadar uzaklara yürüseler de yorulmuyorlar. İstedikleri yere süzülerek gidiyorlar. Tüm şehir inciden ve altından duvarlarla çevrili fakat insanların eğilerek dünyaya bakıp gülümseyebilecekleri ve güzel mesajlar gönderebilecekleri kadar alçaklar.”
Sara nasıl bir hikâye anlatırsa anlatsın Lottie, şüphesiz, ağlamayı kesecek ve büyülenmiş bir şekilde dinleyecekti; ancak bu hikâyenin diğer tüm hikâyelerden daha güzel olduğu yadsınamazdı. Lottie, Sara’ya sokuldu ve sonu ona göre çok çabuk gelen hikâyenin her bir kelimesini kana kana içti. Hikâye bitince o kadar üzüldü ki dudaklarını kaygı verici bir şekilde büzdü.
“Oraya gitmek istiyorum!” diye bağırdı. “Benim bu okulda annem falan yok!”
Sara tehlike sinyalini gördü ve rüyasından çıktı. Kızın tombik elini tuttu ve tatlı tatlı gülümsemeyerek onu kendine doğru çekti.
“Ben senin annen olurum.” dedi. “Benim küçük kızımmışsın rolü yaparız. Emily de kız kardeşin olur.”
Lottie’nin gamzeleri belirmeye başladı.
“Kız kardeşim olur mu?”
“Evet.” diye cevapladı Sara ayağa kalkarak. “Haydi gidip ona da anlatalım. Sonra da senin yüzünü yıkayıp saçlarını tararım.”
Lottie bunu neşeyle kabul etti ve onunla birlikte odadan çıkıp üst kata gitti. Son bir saatki tüm sıkıntının öğle yemeği için yıkanıp saçının taranmasını reddetmesinden ve Bayan Minchin’in müthiş otoritesini kullanması için çağırılmasından kaynaklandığını unutmuş gibiydi.
O andan itibaren Sara onun manevi annesi oldu.
5
BECKY
Elbette Sara’nın sahip olduğu en büyük güç ve ona daha fazla taraftar kazandıran şey, lüks eşyaları ve Lavinia ile diğer bazı kızların en çok kıskandıkları ve en çok imrendikleri “gözde öğrencilik” değil, hikâye anlatması ve gerçek olsun veya olmasın sözünü ettiği her şeyi hikâyeleştirebilmesiydi.
Okulda hikâye anlatan bir arkadaşı olan herkes merak ne demek bilir; o kişinin peşinden nasıl koşulduğunu, masallar anlatması için ona nasıl fısıltıyla yalvarıldığını, hikâyeyi dinleyenlerin arasına dâhil edilip anlatılanları