“Pekâlâ, şimdi, Jüpiter sana söyleyeceklerimi yap. Beni işitiyor musun?”
“Evet mösyö!”
“İyi, dikkat et… Kafatasının sol gözünü bul!”
“Oh, oh, işte tuhaf bir şey! Kafanın hiç sol gözü yok!”
“Melun, ahmak! Sağ elini, sol elinden ayırmasını bilir misin?”
“Evet bilirim. Bütün bunları biliyorum, sol elim odun yardığım eldir.”
“Şüphesiz. Sen solaksın. Sol gözün sol elinin bulunduğu taraftadır. Şimdi zannederim ki kafatasının sol gözünü yahut sol gözünün yerini bulabilirsin. Buldun mu?”
Uzun bir zaman geçti. Nihayet zenci sordu:
“Kafatasının sol gözü, kafatasının sol elinin bulunduğu tarafta mı? Lakin kafatasının sol eli mevcut değil. Fakat zararı yok! Ben sol gözü buldum. Şimdi ne yapayım?”
“Hunfesayı delikten geçir, mümkün olduğu kadar aşağıya sarkıt. Lakin ipin ucunu bırakmamaya dikkat et.”
“İşte, dediğinizi yaptım Mösyö Will! Hunfesayı delikten geçirmek kolay bir şey. Bakınız! Aşağıya sarkıttım.”
Bu konuşma esnasında Jüpiter’in kendisi görünmüyordu. Lakin iple aşağı sarkıttığı haşere, şimdi ipin ucunda görülüyor ve batan güneşin son şualarıyla esmerleşmiş altın yuvarlak gibi parlıyor ve bu şuaların birkaçı da üzerinde bulunduğumuz tümseği aydınlatıyordu. Hunfesa aşağı uzatılırken dalların arasından çıkıyordu. Eğer Jüpiter ipi bıraksaydı tam ayak ucumuza düşecekti. Legrand hemen orağı aldı. Hunfesanın üst tarafından üç dört yardalık yerdeki dalları dairevi bir açıklık teşkil edecek surette kesti. Bu işi bitirdikten sonra, ipi bırakıp ağaçtan inmesini Jüpiter’e emretti.
Dostum pek büyük bir itina ile toprağa bir kazık çaktı. Bu kazık hunfesanın tam düştüğü noktaya çakılmıştı. Sonra cebinden bir ölçü şeridi çıkardı. Bu şeridin bir ucunu ağaç gövdesinin kazığa en yakın mahalline raptetti. Şeridi kazığa kadar açtı. Kazıkla ağaç gövdesi istikametinde şeridi uzatmaya devam etti ve elli kadem mesafeye kadar uzattı. Bu esnada Jüpiter orakla çalıları kesiyordu. Elli kadem uzattıktan sonra dostum vardığı noktaya ikinci bir kazık çaktı. Bu kazık merkez olmak üzere etrafına takriben dört kadem çapında bir daire çizdi. O zaman bir bel yakaladı Jüpiter’e. Bir tane de bana verdi. Mümkün olduğu kadar süratle kazmamızı rica etti.
Açık söyleyeyim: Böyle bir eğlence benim hiç hoşuma gitmiyordu ve şimdiki hâlde bunu yapmak istemiyordum çünkü gece olalı hayli zaman olmuştu. Ben de yaptığım hareketlerle oldukça yorulmuştum. Lakin bundan kurtulmak için hiçbir çare göremiyor ve zavallı dostumun harikulade sükûnetini bir ret ile ihlal edeceğim diye titriyordum. Eğer Jüpiter’in yardım edeceğinden emin olabilseydim mecnunu cebren evine götürmekte tereddüt etmezdim. Lakin ihtiyar zencinin ahlakını çok iyi biliyordum. Efendisiyle herhangi bir mücadelede ondan yardım bekleyemezdim. Legrand’ın güneylilerdeki define bulmak vehmiyle dimağının bozulmuş olduğunda ve bu vehmin, bulunan altın hunfesa ile belki de Jüpiter tarafından bu hunfesanın hakiki altın olduğunun iddia edilmesiyle kuvvetlenmiş bulunduğunda şüphem yoktu. Delirmiş bir dimağ böyle bir telkine; hususiyle bu tevafuk zihninin evvelce saplanmış olduğu bir fikre muvafık gelirse pekâlâ kapılabilirdi. Sonra zavallı adamın hunfesa hakkında servet alameti diye irat ettiği nutku hatırlıyordum. Bundan başka son derece endişeli ve mütereddit idim. Lakin nihayet canım sıkılmakla beraber arzusuna uygun davranmaya karar verdim. Gayretle kazmaya ve vehimli arkadaşıma, tahayyüllerinin beyhudeliğini mümkün olduğu kadar çabuk olarak ve kendi gözüyle göstererek onu ikna etmeye azmettim.
Fenerleri yaktık. Jüpiter’le birlikte daha makul bir işe layık bir gayretle kazmaya başladık. Fenerlerin aydınlığı bazen bizi, bazen belleri aydınlattığı sırada teşkil ettiğimiz grubun gayet garip bir şey olduğunu düşünmekten kendimi alamadım. Eğer tesadüfen aramıza biri gelip de bizi bu hâlde görseydi çok garip ve çok şüpheli bir iş gördüğümüze hükmederdi.
İki saat büyük bir gayretle kazdık. Az konuşuyorduk. Başlıca sıkıntımız işimizle pek ziyade alakadar olan köpeğin havlaması idi. İşin sonunda gürültüsü o kadar çoğaldı ki civarda dolaşanlardan birinin yanımıza gelmesinden korkmaya başladık. Bizden ziyade Legrand böyle bir şeyden çekiniyordu. Çünkü bana gelince serseriyi eve götürmek fırsatını bana temin edecek her kesintiden pek ziyade memnun olacaktım. Nihayet gürültü Jüpiter sayesinde kesildi. Jüpiter hiddetle çukurdan fırladı ve pantolon askısıyla hayvanın ağzını bağladı. Sonra muzafferce bir güldü. Vakur bir tavır alarak işine döndü.
İki saat sonra kazdığımız çukur beş kadem derinliğe inmişti. Hiçbir define alameti görülmüyordu. Hepimiz biraz oturduk. Ben maskaralığın sona ermek üzere olduğunu tahmin etmeye başladım. Bununla beraber Legrand şüphesiz pek şaşırmış olmasına rağmen düşünceli bir hâlde alnını sildi; tekrar bele yapıştı. Açtığımız çukur, dört kadem çapındaki dairenin bütün çevresini işgal etmişti. Biz bu hududu biraz yani iki kadem aştık. Hiçbir şey meydana çıkmadı. Benim altın arayıcıma cidden acıyordum. Nihayet simasında en feci bir ümitsizlikle çukurdan fırladı. Sanki teessüf ediyormuş gibi işe başlamadan çıkarmış olduğu elbisesini giymeye başladı. Bana gelince bir mülahazada bulunmaktan sakınıyordum. Jüpiter, efendisinin bir işareti üzerine aletleri toplamaya koyuldu. Bu iş bitince köpeğin ağzı açıldı. Derin bir sükût içinde yola düzüldük.
Ancak on iki adım kadar yürümüştük. Legrand dehşetli bir küfür savurdu; Jüpiter’in üzerine atıldı. Boğazını tuttu. Legrand heceleri söylerken dişlerinin arasından ıslıklar çıkararak haykırıyordu:
“Şaki! Cehennemlik zenci! Zencilerin alçağı! Sana diyorum! Söyle! Hemen bana cevap ver! Sakın hainlik etme! Sol gözün hangisidir?”
Dehşet içinde kalan Jüpiter diz üstü düştü ve haykırdı:
“Merhamet Mösyö Will! Hiç şüphesiz sol gözüm bu! Değil mi?”
Parmağını sağ gözünün üstüne koydu. Sanki efendisinin gözünü çıkarmasından korkuyormuş gibi meyusça bir ısrar ile parmağını oradan kaldırmadı.
Legrand, zenciyi bıraktı. Hizmetçinin mütehayyir nazarları karşısında birçok kere sıçradı ve takla attı, bir taraftan da bağırıyordu:
“Ben de şüphe etmiştim! Bunu pek iyi biliyordum! Horra!”
Zenci ayağa kalkmış, gözlerini efendisinden bana, benden efendisine çeviriyordu.
Legrand dedi ki:
“Haydi! Geri dönmek lazım. Parti kaybolmamıştır.”
Tekrar tulipieye doğru yürümeye başladı. Ağacın altına vardığımız zaman dedi ki:
“Jüpiter, buraya gel! Kafatası dalın üzerinde yüzü dala dönük olarak mı yoksa dışarı dönmüş olarak mı çivili bulunuyor?”
“Yüzü dışarı doğru dönüktü. O suretle ki kargalar gözlerini zahmetsizce oyabilmişlerdir.”
“Pekâlâ, o hâlde sen hunfesayı bu gözden mi öteki gözden mi geçirerek sarkıttın?”
Legrand sırasıyla Jüpiter’in her iki gözüne dokunuyordu.
“Bu gözden mösyö. Söylediğiniz gibi sol gözden.”
Zavallı zenci hâlâ sağ gözünü işaret ediyordu.
“Haydi, haydi! İşe yeniden başlamak lazım.”
O