“Buna dikkat etmek hiç aklıma gelmedi.” dedim.
Dupin devam etti:
“Bir ‘bulmaca’ oyunu vardır. Bu, bir coğrafya haritasıyla oynanır. Oyunculardan biri diğerine herhangi bir kelime, mesela bir şehir, bir nehir, bir hükûmet veya bir imparatorluk ismi tutmasını rica eder. Hülasa haritanın rengârenk ve karışık sahası içinde herhangi bir kelime tutulur. Oyunun acemisi olan bir kimse genellikle karşısındakinin kolay bulamaması için haritada en küçük harflerle yazılmış isimleri tutar. Hâlbuki oyunda mahir olanlar haritanın bir ucundan öbür ucuna kadar uzanan büyük harflerle yazılmış kelimeleri seçerler. İşte büyük harflerle yapılan ilanlar gibi bu harflerle yazılan kelimeler de son derece meydanda olmaları dolayısıyla gözden kaçarlar. Burada da maddi unutkanlık; müptezel ve göze girecek kadar meydanda ve el ile tutulacak bir hâlde olan mülahazaları gözden kaçıran bir fikrin manevi dikkatsizliğine tamamıyla mümasildir. Lakin öyle görünür ki bu durum polis müdürünün zekâsının biraz altında veya üstünde bir durumdur. O, nazırın mektubunu, herhangi bir şahsın görmesine mâni olmak için herkesin gözüne sokacağını hiçbir zaman imkân ve ihtimal dâhilinde zannetmedi.
Lakin ben D…’nin cüretkâr, seçkin ve parlak fikrini ve mektubu istediği zaman kullanmak üzere daima el altında bulundurmak mecburiyetinde olduğunu ve polis müdürünün bize verdiği kati tafsilat üzerine mektubun alelade ve usulü dairesinde yapılan araştırmalar sahasında olmamasının tabii bulunduğunu ne kadar düşündümse o kadar kani oldum ki nazır mektubunu gizlemek için dünyanın en mahirce, en geniş bir çaresine tevessül ederek onu saklamak teşebbüsünde bile bulunmayacaktır.
Bu düşünceler üzerine gözüme yeşil camlı bir gözlük uydurdum ve bir sabah bir tesadüf eseri imiş gibi nazırın konağına gittim. D…’yi evinde buldum. Esniyor, avare avare dolaşıyor ve son derece canı sıkıldığını iddia ediyordu. D… belki bugünün hakikaten en kudretli adamlarından biridir. Lakin bu kudret kendisini kimsenin görmediğine emin bulunduğu zamana mahsustur.
Ondan geri kalmamak için gözlerimin zaafından ve gözlük takmak mecburiyetinde bulunduğumdan şikâyet ettim. Lakin gözlük camlarının arkasından bütün apartmanı dikkatle ve inceden inceye teftiş ediyor, aynı zamanda ev sahibi ile konuşmaya dalmış gibi görünüyordum. Bilhassa onun önünde oturduğu geniş bir yazı masasına dikkat ediyordum. Bu, masanın üstünde birtakım mektuplar, kâğıtlar karmakarışık duruyor ve bir de bir iki musiki aleti ve birkaç kitap bulunuyordu. Uzun bir tetkikten sonra burada şüphelerimi uyandıracak hususi hiçbir şey görmedim.
Nihayet odayı gözden geçirirken gözüm dantele ile süslenmiş pek adi bir kart cüzdanına ilişti. Bu, kart cüzdanı kirli bir mavi kurdele ile ocak siperinin üstünde küçük bir düğmeye asılmıştı. Üç dört gözü olan bu kart cüzdanının gözlerinde beş altı kartvizit ve tek bir mektup vardı. Bu mektup pek ziyade buruşmuş, kirlenmiş ve sanki kıymetsiz bir şey imiş de önce yırtılıp atılmak istenmiş lakin sonra vazgeçilmiş gibi ortasından ikiye ayrılacak derecede yırtılmıştı. Mektubun üzerinde gayet aşikâr görünen ‘D…’ markasıyla geniş bir siyah mühür vardı. Adres nazıra hitaben yazılmıştı. Yazı gayet ince bir kadın yazısı idi. Sanki ehemmiyetsiz bir şeymiş gibi gelişigüzel kart cüzdanının üst gözüne atılıvermişti.
Gözüme ilişir ilişmez aradığım mektubun bu olduğuna hükmettim. Görünüşte tabii polis müdürünün bize o kadar inceden inceye tarifini okuduğu şekilden büsbütün başka idi. Burada mühür geniş ve siyah ve aynı zamanda ‘D…’ markasını taşıyordu. Öteki tarifte ise mühür küçük, kırmızı ve dukalığın aile markası olan ‘S…’ harfini taşıyor olması lazımdı. Burada adres gayet ince bir kadın yazısıyla nazıra yazılmıştı. Tarifte ise cüretli, azimkâr bir el ile bir haşmetpenaha yazılmış bulunacaktı. İki mektup yalnız ebat itibarıyla birbirine benziyordu. Lakin neticede esas olan bu mübalağalı fark, yani kâğıdın kirliliği ve hazin hâli, buruşukluğu ve yırtıklığı D…’nin o kadar intizamperver olan hâliyle bir tezat teşkil ediyordu ve gösteriyordu ki bundan maksat bunu tamamıyla kıymetsiz bir vesika şeklinde göstererek bir meraklıyı aldatmaktı. Ziyaretçilerin gözü önünde bırakılmış olmasını, benim evvelce ettiğim muhakemeden aldığım neticelerle karşılaştırınca diyordum ki bütün bunlar, şüphe üzerine eve gelen bir kimseyi aldatmak için yapılmış olduklarını teyit eder.
Ziyaretimi, mümkün olduğu kadar uzattım ve nazırın daima şiddetle alakadar olduğunu bildiğim bir nokta hakkında onunla gayet hararetli bir mübahaseye7 giriştim. Mütemadiyen gözümü mektuptan ayırmıyordum. Bir taraftan bu tetkikatı yaparken bir taraftan da mektubun haricî manzarasını ve kart cüzdanındaki vaziyetini düşünüyordum. İşin sonunda öyle bir keşif yaptım ki zihnimdeki en ufak bir şüphe bile zail oldu. Kâğıdın kenarlarını tetkik ederken bunların gayritabii bir surette tarazlanmış olduklarını gördüm. Kırılan bir mukavvanın kenarlarına benziyordu. Sanki mukavva bir ‘kâğıt kesecek’le bükülmüş, sonra aynı hat üzerinde tekrar kıvrılmıştı. Bu keşif benim için kâfiydi. Mektubun bir eldiven gibi tersine çevrildiği, tekrar bükülüp tekrar mühürlendiği meydanda idi. Birdenbire nazırı selamladım ve altın bir sigara tabakasını masasının üzerinde kasten unutarak ayrıldım.
Ertesi sabah sigara tabakasını aramak için tekrar geldim. Bir gün evvelki konuşmaya tekrar hararetle başladık. Lakin konuşma başladığı sırada konağının penceresinin altında gayet kuvvetli bir silah sesi duyuldu. Silah sesinden sonra halkın çığlığı ve küfürleri aksetti. D… pencereye koştu. Açtı ve sokağa baktı. Ben o anda kart cüzdanına doğru gittim. Mektubu aldım. Cebime koydum ve onun yerine haricî manzarası tamamıyla mektubun aynı olan diğer bir mektup koydum. Ben bu mektubu evimde büyük bir özenle hazırlamış ve ona ekmek içinden yaptığım ‘D…’ markasını basmıştım.
Sokaktaki gürültü, silahlı bir kaçığın aklına eserek bir kadın ve çocuk kalabalığı içinde silahını boşaltmasından ileri gelmiş lakin silahta kurşun olmadığı için ona bir kaçık, bir meczup ve bir sarhoş nazarıyla bakılarak yoluna devam etmesine müsaade edilmişti. Adam gidince D… pencereden çekildi. Ve kıymetli mektubun cebimde olduğunu bir daha kontrol ettikten sonra hemen ben de onu takip ettim. Biraz sonra da ondan ayrıldım. Deli zannolunan adam tarafımdan para ile tutulmuştu.”
Dostuma sordum:
“Maksadınız ne idi ki aldığınız mektubun yerine bir sahtesini koydunuz? İlk ziyaretinizde mektubu alıp, hiçbir tedbire müracaat etmeden çıkıp gitmeniz daha sade olmaz mıydı?”
Dupin cevap verdi:
“D…, her şeyi yapabilen bir adamdır. Sonra da sağlam bir adamdır. Zaten konağında kendine sadık hizmetçileri var. Eğer sizin söylediğiniz garip hareketi yapmış olsaydım evinden sağ çıkmazdım. Paris ahalisi artık benden bahsolunduğunu işitmezlerdi. Lakin bu mülahazaları bir tarafa bırakalım, benim hususi bir maksadım vardı. Siz, benim siyasi temayüllerimi bilirsiniz. Bu işte ben mevzubahis kadının taraftarı sıfatıyla hareket ettim. İşte on sekiz aydır ki nazır onu avucu içinde tutuyor. Şimdi de o kadın, nazırı hükmü altına almıştır. Çünkü nazır mektubun artık kendi evinde olmadığını bilmiyor. Mutadı olan şantajına yine başlamak isteyecek ve behemehâl bu teşebbüs siyaseten yıkılmasına sebep olacak. Düşüşü de pek çabuk ve pek maskaraca vukuya gelecektir. Açıkça inmenin çıkmaktan daha kolay olduğu söyleniyor. Lakin tırmanmak hususunda Catalani’nin terennüm hakkındaki