Yaşlı öğretmen de bu hatırlı, bu yumuşak yüzlü, bu sevimli dostların nasihatlerine uyarak Bihruz haylazının bütün münasebetsizliklerini hoş görürdü…
Bu defa da yine aynı iyiliksever dostların ihtarı üzerine kendini tuttu. Yalnız Bihruz Bey’in ulu orta açmak istediği zamparalık bahsini, kendisinin hoşlanmayacağı bir mecraya dökerek hiç değilse manevi bir intikam almak arzusunu da yenemediği için söze şöylece başladı:
“La Brüyer103 mi yoksa La Roşfuko104 mu bilmem hangisidir, der ki:
‘Fazla düşkünlüğün ve aşırılığın her çeşidi sahibine türlü maskaralıklar ettirir; bilhassa aşk ve sevda, insanı hepsinden ziyade maskara eder…’ Manasını iyi anladınız ya?..”
“Hayır, fikrinizi anlayamadım.”
“Pardon! Bu, benim fikrim değil! Kendi fikrimi söylesem… O hiç hoşunuza gitmeyecek… Bazı filozoflara göre, aşk ve alaka, sahibini gülünç eder… Bence ise gülünç değil, âdeta… şey eder… Çünkü aşk ve alaka zevzeklikten başka bir şey değildir. Bir Türk yazarı da der ki: ‘İnsan, eşek olduğu için mi âşık olur, yoksa âşık olduktan sonra mı eşekleşir… Bunu bir türlü anlayamadım…’ ”
Bihruz Bey gittikçe küstahlaşan bir eda ile cevap verdi:
“Siz ihtiyarsınız, aşka tabii düşman olursunuz…”
“Kadın aşkına, öyle mi?”
“Şüphesiz…”
“Ha! Ahlak bakımından çok defa gayet çirkin olan o güzel cinsin, o zekâ ve zarafetleri akla uygun şeylerden ziyade delilikleri kamçılayan kadınların aşkına… Öyle mi?.. Benim sevgili öğrencim, korkarım ki bir kadına alaka peyda etmiş olmalı…”
“Hayır, pek de öylesi değil…”
“Kendini gözet evladım! Kendini gözet! Yine sizin büyük bir şairiniz:105 ‘Deniz kadın gibidir, hiç inanmak olmaz ha!..’ demiyor mu? Kadınlar çok muzırdırlar. Bir peygamberi bile aldatıp günaha sokan ve cennetten çıkarılmasına sebep olan yine bir kadın değil midir?.. Biz erkekleri cennet kapısından cehenneme sürükleyen yine o güzel yaratıklardır… Bir köre demişler ki: ‘Karınız bir güldür.’ O da ‘Evet, dikenlerinden ben de öyle anlıyorum.’ cevabını vermiş ve muhatapları karısını daha da övmeye başlayınca hemen ilave etmiş: ‘Gülü tarife ne hacet, ne çiçektir, biliriz…’ ”
“Pardon! Mösyö Piyer…”
“Dinleyiniz, dinleyiniz! Söyleyeceklerim daha bitmedi. Sokrat106 ne diyor, bilir misiniz? Diyor ki: ‘Kadın her türlü fenalığın kaynağıdır.’ Aristofan107 da ‘Dünyada kadınlar kadar idaresi zor yaratık yoktur. Zırdelileri ve canavarları idare etmek, onları idare etmekten çok daha kolaydır… Kadın şerrinden ancak Tanrı’ya sığınmalı…’ demiş. Ben de ilave edeyim: Bilhassa kaynana olduktan sonra…”
“Me mon şer profesör!..”108
İhtiyar, hazır sırası gelmişken kim bilir hangi kuyruk acısıyla, coştukça coşuyordu… Delikanlının son cümlesini duymadı bile…
“Dinleyin, dinleyin! Lütfen dinle, genç bey!”
“Mon profesör!..109 Bu akşam her zamanki Mösyö Piyer değilsiniz… Pek nervö110 olmuşsunuz… Bilmem niçin?”
“Belki, çocuğum… Lakin ne yazık ki siz hâlâ aynı Bihruz Bey’siniz… Hâlâ bıraktığım yerde…”
3
Bihruz Bey’in son sözü pek doğruydu. Daha üç dört ay önce “Pol ve Virjini”yi111 birlikte okudukları zaman bu iki tabiat çocuğunun hemen kendileriyle birlikte doğup kendileriyle birlikte gelişen ruhi alakalarını, iki saf kalbi birbirine bağlayan o masum muhabbeti Mösyö Piyer nasıl tatlı tatlı anlatmış; birbirlerine çıldırasıya âşık bu iki gencin, ıssız bir adanın tenha yerlerinde, akarsuların kenarlarında, karanlık ormanların kıymıklarında, kumsal sahillerde, muz ağaçlarının tepelerinde, yavru kuşların yuvaları yanında, aydınlık denizlere, renkli guruplara, parlak güneşlere ve latif mehtaplara karşı masumane sevişmelerini ne kadar canlı bir ifade ile tasvir etmişti…
Daha üç dört hafta evvel “La Dam o Kamelya”yı112 köşke getirip de “Vuala ön şedövr dö roman!”113 diyerek kitabı hemen o gece başından sonuna kadar Bihruz Bey’e dinletip anlatırken Marguerite’in, aslında pek de temiz olmayan o talihsiz kadıncağızın, sevgilisi Armand’a karşı beslediği su katılmamış aşkından, bu halis aşkın yarattığı saf, ince, temiz duygularından ve en sonunda zavallı kadıncağızın, yakalandığı akciğer tüberkülozundan kurtulamayarak büyük Türk şairi Yunus Emre’nin:
“Bir garip ölmüş diyeler
Üç günden sonra duyalar
Soğuk su ile yuyalar
Şöyle garip bencileyin”
dediği gibi, pek kimsesiz, pek garip bir şekilde ölümünden Mösyö Piyer ne kadar müteessir olmuş, öğrencisini de ne kadar müteessir etmişti… Bilhassa daha üç dört gün önce Bihruz Bey, Alphonse Karr’ın114 “Ihlamurların Altında” adlı romanını okuyup da olayın kahramanı olan Stéphane’ın aşk tesiriyle o derece çılgınlıklarını zihnine sığdıramadığını söyleyince Mösyö Piyer kendisine bu hususta geniş bilgi vermiş ve gayet ciddi bir tavırla uzun uzun anlatmıştı: “Cinsî ilginin o derecesine ‘pasyon’115 denir ki sahibini, kadın olsun, erkek olsun, âdeta çılgına döndürür. Bu çılgınlığa yakalananlar cinsî münasebetle tatmin olmazlar. Mahiyeti kendilerince de bilinmeyen hayat kırıcı bir duygunun etkisi altında işi çok defa intihara kadar götürürler. Bir nevi ruh hastalığı diyebileceğimiz bu çeşit ihtirası büyük Alman şairi Göte, ‘Verter’116 isimli meşhur romanında gayet tabii, gayet canlı bir şekilde tasvir etmiştir. Bu eserin Fransızca tercümesini mutlaka okuyunuz!..” diye sıkı sıkı tembih de etmişti…
Peki, bu Mösyö Piyer’e bu akşam ne olmuştu da daima büyük bir saygı ile bahsettiği aşk ve muhabbeti böyle tahkire kalkışmıştı?..
Zavallı Bihruz Bey bu muammayı bir türlü çözemiyordu. Biraz önce öğretmenine: “Parlon damur sil vu ple!”117 dediği vakit neler, neler düşünmüştü… Gündüzki gönül macerasını kısaca fakat bütün teferruatıyla Mösyö Piyer’e anlatacak; sonra o kısaltarak anlattıklarını öğretmeninin güzel, tatlı Fransızcasıyla giydirilmiş, kuşatılmış, allanıp pullanıp süslenmiş, kıvraklaşmış olarak tekrar dinleyecekti… Evet, bugün gördüğü muhteşem arabanın