Safahat. Mehmet Akif Ersoy. Читать онлайн. Newlib. NEWLIB.NET

Автор: Mehmet Akif Ersoy
Издательство: Elips Kitap
Серия:
Жанр произведения:
Год издания: 0
isbn: 978-605-121-909-7
Скачать книгу
hava var mı benim istediğim?

      Bırakın hâlime artık beni, rahat öleyim!

      Üç buçuk yıl bana katlandı bu mektep, üç gün

      Daha katlansa kıyamet mi kopar? Hem ne için

      Beni yıllarca barındırmış olan bir yerden,

      «Öleceksin!» diye koğmak? Bu koğulmaktır. Ben,

      Kimsesiz bir çocuğum, nerde gider yer bulurum?

      Etmeyin, sonra sokaklarda perîşân olurum!

      Anam ölmüş, babamın bilmiyorum hiç yüzünü;

      Kardeşim var, o da lâkin bana dikmiş gözünü:

      Sanki âtîdeki mevhûm refâhım giderek,

      Onu çalkandığı hüsranlar içinden çekecek!

      Kardeşim! Kurduğun âmâli devirmekte ölüm;

      Beni göm hufre-i nisyâna,38 ben artık öldüm!

      Hangi bir derdim için ağlayayım, bilmiyorum.

      Döktüğüm yaşları çok görmeyiniz: Mağdûrum!

      O kadar sa'y-i belîğin39 bu sefâlet mi sonu?

      Biri evvelce eğer söylemiş olsaydı bunu,

      Çalışıp ömrümü çılgınca hebâ etmezdim,

      Ben bu müstakbele mâzîmi fedâ etmezdim!

      Merhamet bilmeyen insanlara bak, yâ Rabbi,

      Koğuyorlar beni bir sâil-i âvâre40 gibi!

      – Seni bir kerre koğan yok, bu sözün pek haksız.

      «İstemem, yollamayın» dersen eğer, kal, yalnız…

      Hastasın…

                    – Hem veremim! Söyle, ne var saklayacak?

      – Yok canım, öyle değil…

                                                                          – Öyle ya herkes ahmak!

      Bırakırlar mı eğer gitmemiş olsam acaba!

      Doğrudur, gitmeliyim… Koşturunuz bir araba.

      Son sınıftan iki vicdanlı refîkin koluna

      Dayanıp çıktı o bîçâre sefâlet yoluna,

      Atarak arkaya bir lemha-i lebrîz-i elem,41

      Onu teb'îd edecek paytona yaklaştı «verem!»

      Tuttu bindirdi çocuklar sararak her yerini,

      Öptüler girye-i mâtem42 dökerek gözlerini:

      – Çekiver doğruca istasyona…

                                                                                                     – Yok, yok, beni tâ,

      Götür İstanbul'a bir yerde bırak ki: Gurebâ,43

      – Kimsenin onlara aldırmadığı bir sırada—

      Uzanıp ölmeye bir şilte bulurlar orada!

      Tevhid yahud Feryad

      Ey nûr-i ulûhiyyetinin zılli avâlim,

      Zıllin bile esrâr-ı zuhûrun gibi muzlim!44

      Kürsî-i celâlin -ki semâlarla zeminler

      Bir nokta kadar sahn-i muhîtinde tutar yer-

      İdrâkin eder gâye-i ümmîdini haybet…

      Yâ Rab, o ne dehşettir, İlâhi, o ne heybet!45

      Pervâzına yetmez gibi pehnâ-yı avâlim,

      Gâhî seni bulsam diye, âvâre hayâlim

      Bir şevk ile lâhûta kadar yükseleyim der.

      Lâkin nasıl olsun ki bu mi'râca muzaffer?

      Nâsût muhîtinde henüz çalkalanırken,

      Bir dest-i tecebbür dayanıp göğsüne birden;

      Hüsranla iner öyle sefil, öyle muhakkar:

      Hâlâ o sukûtun küreden tozları kalkar!46

      Yalnız o mu? Bin fikr-i semâvî bu zeminde,

      Bîtâb-ı taharrî kalarak âh ü eninde!47

      Eşbâha mı kurbün olacaktır cevelângâh?

      Ervâh bütün mündehiş-i «sümme radednâh!»48

      Sun'undaki esrâra teâlî bize memnû'

      Olmaz mı, ridâ-pûş dururken daha masnû'?49

      Hurşîd-i ezelden nasıl ister ki haberdâr

      Olsun daha bir zerreyi derk etmeyen efkâr?50

      Ey nâmütenâhî sana nisbet ile mahdûd,

      Mahsûr-i muhît-i kaderindir ne ki mevcûd.51

      Dîbâce-i evsâfını almaz bütün eb'âd,

      A'dâd edemez silsile-i feyzini ta'dâd.52

      Ummân-ı şüûnun ki birer mevcidir a'sâr,

      Her mevcesi bir lücce-i bî-sâhil-i âsâr!53

      Fermânına mahkûm ezeliyyet, ebediyyet;

      Ey pâdişeh-i arş-ı güzîn-i samediyyet.54

      İbdâ'-ı bedîin -ki cihanlarla bedâyi'

      Meydâna getirmiş- bize ey Hâlik-ı Mübdi',

      Mübhem nasıl olmaz ki? Ademden değil isbât,

      Bir zerre-i mevcûdu yok etmek bile heyhât,

      Kâbil olamaz çıksa da bin dest-i muharrib.

      Yâ Rab, bu nasıl âlem-i lebrîz-i garâib!55

      Serhadd-i ezel bed'-i hudûd-i melekûtun,

      Pehnâ-yı ebed gâye-i sahn-ı ceberûtun.56

      Hükmün ki tahakküm edemez seyrine bir şey;

      Bir anda bu pâyansız olan cevvi eder tayy.57

      Bir an, diyerek eylemişim bilmeyerek, bak!

      Takyîd zamanla seni ey Fâtır-ı Mutlak!58

      Bâkîyi beşer her ne kadar etse de tenzîh,

      Fâniyyeti îcâbı, eder kendine teşbîh!59

      Itlâka


<p>38</p>

Hufre-i nisyan : Unutma çukuru.

<p>39</p>

Sa'y-i beliğ: Canlı ve kuvvetli çalışma.

<p>40</p>

Sâil-i âvâre : Âvare dilenci.

<p>41</p>

Lemha-i lebriz-i elem: Elem taşan bir bakış.

<p>42</p>

Girye-i matem: Mâtem gözyaşları.

<p>43</p>

Gureba: Garip olanlar, kimsesiz olanlar.

<p>44</p>

Ey ilâhiyet nurunun gölgesi âlemler olan, Allah; o gölge bile zuhurunun esrarı kadar karanlık ve meçhul!

<p>45</p>

Çevresi alanında göklerle yerlerin nokta kadar kaldığı celâl ve azametin kürsisi, idrâk ve şuurun ümidini muvaffakiyetsizlikle neticelendirir, yâni âciz bırakır. İlâhî; bu ne dehşet ve ne heybettir!

<p>46</p>

Serseri hayalimin dönüp dolaşmasına âlemlerin genişliği yetişmiyormuş gibi, bazan şevke gelir ve seni bulmak için lâhut âlemine kadar yükseleyim der. Lâkin böyle bir mi'raca nasıl zafer bulabilir ki daha nâsut âlemlerinde çalkalanıp dururken cebbar ve muktedir bir el göğsüne dayanır da dehşet ve hakaret içinde şu süfli toprağa serilir. Bu düşmenin tozları hâlâ yerden kalkmaktadır.

<p>47</p>

Böyle olan yalnız benim hayalim mi? Semalar kadar yüksek binlerce fikir, seni arayıp bulmak hususunda kuvvetten düşmüş, ah etmekte ve inlemektedir!

<p>48</p>

İlâhî: ruhlar (Sümme radednâhü esfele sâfilîn) yani «Biz insanı en güzel bir suretle yarattık, sonra onu esfel-i sâfilîne attık» cilvesinin dehşeti içinde iken cesetler senin yakınlarında nasıl dolanabilsin?

<p>49</p>

Akıllara hayret veren kudret ve sanatındaki esrara yükselmek bize yasak edilmiş. Nasıl edilmez? Sanatının eserleri, daha meçhuliyet perdesiyle örtülü bulunuyor.

<p>50</p>

Bir zerreyi anlıyamıyan fikirler, ezeliyet güneşinden nasıl haberdar olabilir?

<p>51</p>

Ey sonsuzluk, zatına nisbetle mahdut ve mütenahi olan Rabbim; varlık namına her ne varsa hepsi de kaza ve kaderinin muhit-i dairesiyle çevrilmiştir.

<p>52</p>

Vasıfların daha mukaddemesi bütün uzaklıklara sığmaz, zincirleme devam eden feyizlerini adetler sayıp tüketemez.

<p>53</p>

Şüûn ve harekâtın, ucu bucağı olmayan bir ummandır ki asırlar onun bir dalgasıdır. O dalgaların her biri de kıyısı bulunmayan bir eserler denizi.

<p>54</p>

Ey samediyyet arşı üzerinde hüküm süren mâlik-ül-mülk… Ezeliyet de, ebediyet de fermanına mahkûmdur.

<p>55</p>

Ey bütün mevcudatı yoktan ve örneksiz olarak yaratan; o acip ve hayret verici yaratışın bize nasıl müphem kalmaz ki bir şeyi yoktan var etmek şöyle dursun, var olan bir zerreyi bile – binlerce tahrip edici el çıksa da – yok etmek kabil değil. İlâhî, bu nasıl bir âlem ki garibelerle dolu!

<p>56</p>

Melekût âleminin hududu ezelle başlıyor, ceberût âleminin sonu da ebed genişliklerinde kayboluyor.

<p>57</p>

Seyir ve cevelânına hiçbir şeyin tahakküm edemediği hükmün, şu sonu gelmeyen boşluğu bir an içinde dolaşır.

<p>58</p>

Ey Fâtır-i Mutlak, bir an diyerek ve bilmeyerek seni zaman ile kayıt altına almaya kalkmışım.

<p>59</p>

İnsan, bakî olan Cenab-ı Hakkı ne kadar tenzih eylemiş olsa fâniliği icabı olarak yine kendisine benzetiyor.