Semâya doğru o dağlar da açtı ellerini.30
O anda koptu yüreklerden öyle bir feryâd,
Ki rûhum eyleyecek tâ ebed o dehşeti yâd.31
Kesildi bir aralık inleyen hazîn âvâz…
Ne oldu arşa kadar yükselen o sûz ü güdâz?
O çûş içindeki iman?
Evet, hurûş ederek işte rahmet-i Sübbûh,
Bütün yüreklere serpildi kubbeden bir rûh:
Rûh-i itmînân.32
Hasta
«Vak'a, Halkalı Ziraat Mektebi'nde geçmişti»
– Bence, doktor, onu siz bir soyarak dinleyiniz;
Hastalık çünkü değil öyle ehemmiyetsiz.
Sâde bir nezle-i sadriyye mi illet? Nerde!33
Çocuğun hâli fenalaştı şu son günlerde.
Ameliyyâta çıkarken sınıf on gün evvel,
Bu da gelmez mi, dedim: «Kim dedi, oğlum, sana, gel?
Nöbet üstünde adam kaçmalı yorgunluktan;
Hadi yavrum, hadi söz dinle de bir parça uzan.»
O zamandan beridir za'fı terakki ediyor;
Görünen: Bir daha kalkınması artık pek zor.
Uyku yokmuş; gece hep öksürüyormuş; ateşin
Olmuyormuş azıcık dindiği…
– Ben zâten işin,
Bir ay evvel biliyordum ne vahîm olduğunu…
Bana ihtâra ne hâcet, a beyim, şimdi bunu?
Ma'amâfih yeniden bir bakalım dikkatle:
Hükmü kat'î verelim, etmeye gelmez acele.
– Çağırın hastayı gelsin.
Kapının perdesini
Açarak girdi o esnada düzeltip fesini,
Bir uzun boylu çocuk… Lâkin o bir levha idi!
Öyle bir levha-i rikkat ki unutmam ebedî:
Rengi uçmuş yüzünün, gözleri çökmüş içeri;
Elmacıklar iki baştan çıkıvermiş ileri.
O şakaklar göçerek cepheyi yandan sıkmış;
Fırlamış alnı, damarlar da beraber çıkmış!
Bet beniz kül gibi olmuş uçarak nûr-i şebâb;
O yanaklar iki solgun güle dönmüş, bîtâb!
O dudaklar morarıp kavlamış artık derisi;
Uzamış saç gibi kirpiklerinin her birisi!
Kafa bir yük kesilip boynuna, çökmüş bağrı;
İki değnek gibi yükselmiş omuzlar yukarı.
– Otur oğlum, seni dikkatlice bir dinliyelim…
Soyun evvelce fakat…
– Siz soyunuz, yok hâlim!
Soydu bîçareyi üç beş kişi birden, o zaman
Aldı bir heykel-i üryan-ı sefalet meydan!34
Bu kemik külçesinin dinlenecek bir ciheti
Yoktu. Zannımca tabibin coşarak merhameti,
«Bakmasak hastayı nevmid ederiz belki» diye;
Çocuğun göğsüne yaklaştı biraz dinlemeye:
– Öksür oğlum… Nefes al… Alma nefes… Oldu, giyin;
Bakayım nabzına… A'lâ… Sana yavrum, kodein
Yazayım, öksürüyorsun, o keser, pek iyidir…
Arsenik hapları al, söylerim eczacı verir.
Hadi git kendine iyi bak…
– Nasıl ettin doktor?
– Edecek yok, çocuk artık yola girmiş, gidiyor!
Sol taraftan rienin zirvesi35 tekmil çürümüş;
Hastalık seyr-i tabîîsini almış yürümüş.
Devr-i sâlisteki âsârı o mel'un marazın36
Var tamamiyle, değil hiçbiri eksik arazın.
Bütün a'râz, şehîkıyle, zefîriyle…37
– Yeter!
Hastanın çehresi meydanda ya! İnsanda meğer
Olmasın his denilen şey… O değil, lâkin biz
Bunu «tebdîl-i hava» der de nasıl göndeririz?
Şurda üç beş günü var… Gönderelim, yolda ölür…
«Git!» demek, hem, düşünürsek ne büyük bir züldür!
Hadi göndermeyelim… Var mı fakat imkânı?
Kime derd anlatırız? Bulsana derd anlayanı!
– Sözünüz doğru Müdür Bey; ne yapıp yapmalı; tek
Bu çocuk gitmelidir. Çünkü, eminim, pek pek,
Daha bir hafta yaşar, sonra sirâyet de olur;
Böyle bir hastayı gönderse de mektep ma'zur.
– Bir mubassır çağırın.
– Buyrun efendim.
–