Safahat. Mehmet Akif Ersoy. Читать онлайн. Newlib. NEWLIB.NET

Автор: Mehmet Akif Ersoy
Издательство: Elips Kitap
Серия:
Жанр произведения:
Год издания: 0
isbn: 978-605-121-909-7
Скачать книгу
Temas, değme.

292

Nevâ-sâz: Ses veren.

293

Cezbe-fezâ: Cezbe verici.

294

Şekl-i mûhiş: Korkutan, dehşet veren şekil.

295

Refik-i ömrü: Hayat arkadaşı, kocası.

296

Âşiyan-i lâl: Sessiz yuva.

297

Seyl-i dümu': Gözyaşı seli.

298

Subh: Sabah.

299

Hürriyetin ilânını bildiren top sesleri.

300

Zade-i hûr: Huri yavrusu.

301

Seher-pâre: Seher parçası. Perran: Uçan.

302

Dûş-i nâz: Nazlı sırt. Sehâbe-i nûr: Nur bulutu.

303

Hâk-dân: Yeryüzü.

304

Dûra-dûr: Uzun uzadıya.

305

Hâle-dâr : Hâle içine alınmış.

306

Etfal: Çocuklar.

307

Mevkib-i şâdi: Sevinç alayı.

308

Ahrâr: «Hür» ün çoğulu, serbest adamlar.

309

Lücce-i etfal: Çocuk dalgası.

310

Dür-dâne-i ismet: İsmet incisi.

311

Ukde: Düğüm

312

Sıyânet-i Hak: Hakkın sıyaneti, Allah’ın koruması.

313

Necm-i sâhir: Uyumayan yıldız.

314

Beşûş: Gülümser yüzlü.

315

An-karib: Yakında.

316

Râyet-i ikbali ser-nigûn olsun: İkbal bayrağı yerlerde sürünsün.

317

Raiyyetiz : Tebaayız. Vedîa-tullah: Allah’ın emaneti.

318

Tehevvür: Son derece hiddet, deliren öfke.

319

Savaik: Saikanın çoğulu, yıldırımlar.

320

Ra'd-i kaza: Kazanın gök gürlemesi, ilâhî hikmetin gök gürültüsü gibi tahakkuk etmesi.

321

Münhani: İğri

322

Şerik-i haybet: Ziyan ortağı.

323

Girye-i hüsran: Hüsran gözyaşları.

324

Zalûm ü cehul: Fazla zalim ve fazla cahil.

325

Görür büruc-i semanın bütün sitâreleri: Gökyüzündeki burçların bütün yıldızları görür.

326

Zalâm: Karanlık.

327

Zefir-i hâr: Sıcak soluk.

328

Lihye-i beyzâ-yı târumâr: Dağılmış beyaz sakal.

329

Tûde tûde: Yığın yığın.

330

Hıyat-ı nur: Nur iplikleri.

331

Emaret: Emîrlik, Devlet Reisi Dairesi.

332

Güneşin doğuş vaktindeki farklılıklar sebebiyle dünya üzerinde ezansız zaman yoktur.

333

Yüz binlerce kalbin mestane bir vecd içinde yerden semalara yükselip Allah’ın lâmekân vahdetini ararken bir sayhanın vicdanları dehşet içinde bırakmadığı bir zaman yoktur. O sayha, «Allahu ekber» diyen lâhûtî bir sadadır ki canları sarsar ve kâinatı inletir. Çünkü Cenabı Hakkın bir gül-bankidir.

334

O lâhûtî sada coşup da yerden yükselince esrar-ı kudret, azamet ve kibriyasıyla göklerden iner. Bütün mahlûkat, Hakkı ezber olarak yâd ederken artık o nurların nurundan apaşikâr feyiz alır. Çünkü seherden ve karanlık geceden görünen, cânanın tecellisidir.

335

Seher vaktinde bütün kâinat tatlı bir uyku içinde iken bu ruhanî nağme, ufukları dalgalandırır da etrafın sâkit kalbinde hazin bir enin peyda eder. Her taraf karanlıktır, fakat o karanlık, aydınlık bir zulmettir. Çünkü gökyüzü uyanıktır… Her yıldız da Allah’ın cemaline bir penceredir.

336

Ruhu yıpratan geçinme kaydına mahkûm olan biçareler, gündüzleri bu merhametli hâtırayı duyunca, âhirette didar-ı ilâhî temaşasına nail olmuş kadar mest olur. O neşvenin verdiği bir haz ile hayat yükünü taşımaktan, yorulmak şöyle dursun, yılgınlık eseri bile göstermeden en ağır yükleri sürükler ve taşır.

337

Güneş, batıya çekilmiş, gökyüzü esmerleşmiş, ufuk gül rengine boyanmış, zaman durgunluk içinde, zemin bir iğbirara gömülmüş, dünya susmuş, can manevî bir hüzne tutulmuş, her yerde bir gariplik görünüyor, sessizlik de gittikçe artıyor. Cihan bu hâle müstağrak iken feza birdenbire ilâhî bir gülbank ile dolar, yani akşam ezanı okunur. O sevdâvî tenhalık Allah’ın tekbir ve tehliliyle dolar.

338

Vakta ki zemine gecenin istilâsı iner. O istilânın eli, dünyaya yokluk şeklinde karanlık bir gölge serer. Gözler medhûş ve müstağrak bir hâlde yere ve göğe bakarken (Allahu ekber) nidası Mevlâ canibine yükselir de o karanlık gölge altındaki hilkat sahası, Sina'daki tecelli makamına döner.

339

Yâ Rabbi; uzaklıklar, senin hâtıranla akis vermeden bir an hâli kalmıyor: Bu ne müthiş bir saltanat, fakat ne kadar rahat bir istibdattır ki, ezanlar, teşbihler ve evrad, hepsi o istibdâda birer hürmettir. Hayır… istibdat değil, sen merhametin ruhusun, bu seslerin hepsi de senden adâlet ve inayet dilemektedir. Eğer evvelce adâlet göstermeseydin feryada kabiliyeti verir miydin?

340

Tabiatın ruhu, karanlığın kalbi içinde uyuyor. Yıldızlar bile feza içinde gözünü yumup yavaş yavaş uyumak istiyor. Seher, göklerin altında henüz yüzünü açmıyor. Hayat iniltisi, gecenin yatağında dinmiş, bütün safhalar ve sahalar sükûn ve sükût ridasına bürünmüş.

341

Muhitimin sakin bir vecde dalmış olduğunu görünce ben de o hâli temaşaya dalmıştım. Bu mahmûr levha, nazarımı mest ediyorken ufukta ve uzaktan uzağa bir ses yükseldi. O anda yeryüzünün her yerine yayıldı, sır vermeyen gecenin bütün sırları arasına sokuldu. Uyuyan âlemi uyandırdı ve kararını aldı, karanlıklar içinde birçok âlem meydana çıkardı. Uzaklıklar, o sesi tekrarladılar da gecenin göğsünden uzun bir feryat duyuldu.

342

O feryat, ümmetin ahı olup yerden semaya çıktı, yine o feryat rahmet ruhu olup semadan yere indi. Heybetli minareler, deminden ve alaca karanlık içinde birer heyûlayı andırıyordu. Fakat şimdi hayalimde gece semâ'hanesinin birer nâyı olmuştu. O taş yüreklerden bu kadar müessir nağmeler çıkması hakîkaten garip idi. Biraz sonra o neylerin hepsi hemdem oldular da sükûnetin ruhunda büyük bir kıyamet koptu. Şu camit âlemde tehlil sadası coşunca minareler bana İsrafil'in sûru gibi geldi. Gecenin eli muhitime ölüm örtüsü çekmişken, karşımdaki evlerde hayat ziyaları uyandı. Sonra âlemler ve sabahın ruhu uyandı, daha sonra da yokluk uykusundan bedenler bidar oldu. Bende de karanlıkları yakan bir gece çerağı uyandı ki Allah’ın feyziyle ebede kadar kalbimi parlatacaktır. Allah’ın nuru sönmedikçe o meşale için ben zeval tasavvur edemem.

343

Eyvah! Güzel sevgilimin yurdu ıssız kalmış, h