“Sen o papağana aldırma.” dedi Bay Harrison, Zencefil’e öfke dolu bir bakış atarken. “Hep saçma sapan şeyler söyler. Onu denizci olan kardeşimden almıştım. Denizciler de pek münasip dille konuşmazlar. Papağanlar da çok taklitçi kuşlardır.”
“Öyledir herhâlde.” dedi zavallı Anne. Neden oraya gittiğini hatırlamış, gücenikliğini bastırmıştı. Eğer bir adamın Jersey ineğini bilgisi ve rızası olmadan düşüncesizce satıvermişseniz papağanının tatsız şeyler söylemesine aldırmamanız gerekir. Neyse, “kızıl kafalı süprüntü” normal zamanlarda olduğundan daha uysaldı.
“Size bir şey itiraf etmeye geldim Bay Harrison.” dedi kararlılıkla. “Şey… Jersey ineği ile ilgili.”
“Aman aman!” diye haykırdı Bay Harrison gergince. “Gene mi daldı tarlama? Neyse boşver, önemli değil. Fark etmez zaten, hiç sorun değil. Dün fazla aceleci davrandım. Tarlaya girdiyse de sorun değil.”
“Ah, keşke öyle olsaydı!” diye iç çekti Anne. “Ama on kat daha kötüsü oldu. Ben…”
“Aman aman, buğday tarlama mı girdi yani?”
“Hayır, hayır… Buğdaya değil. Ama…”
“O zaman lahana tarlama girdi demek ki! Benim panayır için yetiştirdiğim lahana tarlama daldı.”
“Lahanalar da değil Bay Harrison. Size her şeyi anlatacağım. Bunun için geldim zaten. Ama lütfen sözümü kesmeyin. Siz sözümü kesince geriliyorum. Müsaade edin ne olduğunu anlatayım ve bitirinceye kadar bir şey söylemeyin… Sonra çok şey söyleyeceğinizden şüphem yok.” diyerek sözlerini tamamladı. Son cümleyi sadece aklından geçirmişti.
“Tek kelime daha etmeyeceğim.” diyen Bay Harrison dediğini yaptı. Ancak Zencefil’i bağlayan herhangi bir sözleşme hükmü yoktu ve pat pat konuşmaya devam etti. Aralıklı olarak “kızıl kafalı süprüntü” demeye devam etti. Ta ki Anne delirir gibi oluncaya dek.
“Dün Jersey ineğimi ağılımıza kapatmıştım. Bu sabah Carmody’e gittim. Döndüğümdeyse yulaf tarlanızda bir Jersey ineği gördüm. Diana ile birlikte onu oradan kovalayarak çıkardık. Ne kadar zorlandığımızı tahmin bile edemezsiniz. Sırılsıklam olmuştum, yorgun ve sinirliydim. Tam o sırada Bay Shearer geldi ve ineği almayı teklif etti. Orada öylece yirmi dolara sattım ineği. Yanlış yaptım. Tabii ki beklemeli ve Marilla’ya danışmalıydım. Ancak düşünmeden iş yapmak gibi kötü bir huyum var. Beni tanıyan herkes bunu söyleyecektir size. Bay Shearer derhâl ineği aldı ve akşamüstü treniyle yolladı.”
“Kızıl kafalı süprüntü!” dedi Zencefil, derin bir küçümseme içeren bir tonda.
O sırada Bay Harrison, papağan dışında herhangi bir kuşu dehşete düşürecek bir yüz ifadesiyle ayağa kalktı ve Zencefil’in kafesini yan odaya koyup kapıyı kapattı. Zencefil, çığlık atıp küfretti ve namının hakkını verdi. Ancak yalnız bırakıldığını anladığı anda somurtkan bir sükûnete gömüldü.
“Kusuruma bakma ve devam et.” dedi tekrar oturan Bay Harrison. “Denizci kardeşim bu kuşa hiç terbiye vermemiş.”
“Eve gittim ve çaydan sonra süt ağılına uğradım. Bay Harrison…” Anne öne doğru eğildi, bilindik çocukça hareketiyle ellerini birleştirip Bay Harrison’ın mahcup yüzüne gri gözleriyle yalvarırcasına baktı. “İneğimin hâlâ ağılda kapalı olduğunu gördüm. Bay Shearer’a sattığım sizin ineğinizdi.”
“Aman aman!” diye haykırdı Bay Harrison. Bu beklenmedik netice karşısında müthiş şaşırmıştı. “Ne kadar da sıra dışı bir şey!”
“Kendimin ve başkalarının başını belaya sokmam kesinlikle sıra dışı bir şey değil.” dedi Anne üzülerek. “Bununla tanınırım. Bu yaşımda bunu aşmış olmam gerekirdi. Gelecek mart on yedi olacağım. Ama galiba değişmemişim. Beni affedeceğinizi ümit etmek büyük bir temenni olur muydu Bay Harrison? İneğinizi geri almak için artık çok geç maalesef. Ama parası burada. Ya da isterseniz benim ineğimi alabilirsiniz. Kendisi iyi bir inektir. Olanlardan dolayı ne kadar üzüldüğümü anlatamam.”
“Hay aksi!” dedi Bay Harrison çabucak. “Tek kelime daha etmeyin bayan. Eğer bir anlamı olmayacaksa. Bir anlamı ya da sonucu olmayacaksa. Bazen kazalar olur. Ben kendim de bazen çok aceleci oluyorum bayan, çok aceleci hem de. Ama düşündüğümü söylemeden edemiyorum ve insanlar beni böyle kabul etmeliler. Eğer o inek lahanalarımın arasına girmiş olsaydı… Neyse boş ver, girmedi ve sorun yok. Sanırım bunun karşılığında sizin ineğinizi almak isterim. Madem ondan kurtulmak istiyorsunuz.”
“Çok teşekkür ederim Bay Harrison. Kızmadığınıza sevindim. Bundan korkuyordum çünkü.”
“Dün çıkardığım yaygaradan sonra buraya gelip bana bunu söylemekten ölümüne korkuyordun zannedersem. Ama bana aldırmamalısın. Ben korkunç derecede dobra yaşlı bir adamım hepsi bu. Birazcık çirkin de olsa hep doğruyu konuşmaya meyilli oluyorum.”
“Aynı Bayan Lynde gibi.” dedi Anne kendine hâkim olamayarak.
“Kim? Bayan Lynde mi? O dedikoducu kocakarı gibi olduğumu sakın söyleme!” dedi Bay Harrison öfkeyle. “Onunla hiç alakam yok hem de hiç. O kutuda ne var bakalım?”
“Kek var.” dedi Anne imalı bir şekilde. Bay Harrison’ın beklenmedik cana yakınlığı karşısında tüy kadar hafiflemişti. “Sizin için getirdim. Çok sık kek yemediğinizi düşündüm.”
“Yemiyorum gerçekten de. Üstelik çok da severim keki. Sana çok teşekkür ederim. Dışarıdan güzel görünüyor. Umarım tadı da güzeldir.”
“Güzel…” dedi Anne neşeli bir öz güvenle. “Bayan Allan’ın da söyleyeceği üzere daha önce güzel kekler yapmadığım da oldu. Ama bu iyi. Bu keki Geliştirme Topluluğu için yapmıştım ama onlar için başka bir tane daha yapabilirim.”
“Neyse sana diyeceğim şu ki bayan, yememe yardım etmen lazım. Ben çaydanlığı ocağa koyayım da birer fincan çay içelim. Nasıl olur sence?”
“Çayı benim yapmama müsaade eder misiniz?” dedi Anne tereddüt ederek.
Bay Harrison kıkırdadı.
“Çay yapabilme becerime pek güvenmiyorsun galiba ama yanılıyorsun. Hayatında içip içebileceğin en güzel çayı demlerim hem de. Ama sen buyur. Şansıma geçen pazar yağmur yağmıştı da bol miktarda temiz kap kacağım var.”
Anne, derhâl işe koyuldu. Çayı demlemeden önce demliği birkaç kez yıkadı. Sonra ocağı süpürüp masayı hazırladı ve dolaptan tabakları çıkardı. Dolabın vaziyeti Anne’i dehşete düşürse de akıllıca davranıp tek kelime etmedi. Bay Harrison ona ekmeğin, tereyağının ve bir kavanoz şeftalinin yerini söylemişti. Anne bahçeden topladığı bir demet çiçekle sofrayı süsledi ve masa örtüsündeki lekeleri görmezden geldi. Kısa süre sonra çay hazırdı ve genç kız kendini Bay Harrison’ın tam karşısında buldu. Ona çay koyuyor okulundan, arkadaşlarından ve planlarından bahsediyordu. İçinde bulunduğu duruma inanamaz gibiydi.
Bay Harrison, zavallı kuşun yalnız kaldığını iddia ederek Zencefil’i geri getirdi. Herkesi ve her şeyi affedebileceğini hisseden Anne, ona bir ceviz ikram etti. Fakat duyguları derinden incinen Zencefil, bütün arkadaşlık tekliflerini reddetti. Tüneğinde somurtkan bir şekilde oturup tüylerini kabarttı. Bu hâliyle yeşil ve altın rengi bir topa benziyordu.
“Ona neden Zencefil diyorsunuz?” dedi uygun isimleri seven Anne. Böylesine görkemli tüylere sahip bir kuşa Zencefil isminin uymadığını düşünüyordu.
“Denizci