“Anne, geri dön!” diye haykırdı Diana kendini toparlar toparlamaz. “Islak tarlada elbiseni mahvedeceksin. Beni duymuyor bile! Neyse, o ineği tek başına çıkaramaz. Gidip ona yardım etmeliyim.”
Anne, hücum edercesine tarlanın arasından geçerken delirmiş gibiydi. Çabucak arabadan atlayan Diana, atı bir direğe bağladı. Pötikare desenli güzelim elbisesinin eteğini omzunun üzerine kaldırıp çitten atladı ve telaştan deliye dönmüş arkadaşının peşinden gitti. Sırılsıklam eteği üzerine yapışan Anne’den daha hızlı koşabiliyordu. Arkalarında görmesi hâlinde Bay Harrison’ın canını sıkacak bir iz bırakmışlardı.
“Anne, Tanrı aşkına dur!” dedi zavallı Diana nefes nefese. “Nefesim kesildi ve iliklerime kadar ıslandım.”
“O… İneği… Bay Harrison… Görmeden… Çıkarmam lazım.” dedi Anne soluk soluğa. “Boğulsam da… Umurumda değil… Bunu yapmamız lazım…”
Ancak Jersey ineği, keyifli otlanma alanından itilip kakılmasını gerektiren bir sebep göremiyor gibiydi. Nefes nefese kalmış iki kız yanına yaklaştığında derhâl döndü ve tarlanın karşı köşesine doğru fırladı.
“Yolunu kes!” diye bağırdı Anne. “Koş Diana koş!”
Diana koştu, Anne de koşmaya çalıştı. Ancak o hayırsız Jersey, âdeta içine cin kaçmışçasına tarlada dolanmaya başladı. Diana, gizliden gizliye hayvana bir şeylerin musallat olduğunu düşünüyordu. Önünü kesip Cuthbert yolunun köşe boşluğuna doğru sıkıştırmaları tam on dakikalarını aldı.
O an için Anne’in öfkeli olduğu tartışılmaz bir durumdu. İçinde Carmodyli Bay Shearer ile oğlunun yüzlerinde koca bir gülümseme ile oturduğu at arabasının yolun az ötesinde durduğunu görmek de hâliyle onu sakinleştirmedi.
“Herhâlde o ineği geçen hafta satın almak istediğimde satmadığına pişman olmuşsundur Anne.” diye kıkırdadı Bay Shearer.
“Eğer isterseniz onu size şimdi satabilirim.” dedi ineğin kızarmış ve üstü başı dağılmış sahibi. “Onu şu dakika alabilirsiniz.”
“Olur. Daha önce de teklif ettiğim gibi bir yirmilik veririm ona. Jim de Carmody’e götürür. Bu akşam diğer sevkiyatla beraber kente gider. Brightonlı Bay Reed bir Jersey ineği istiyordu.”
Beş dakika sonra Jim Shearer ve Jersey ineği yoldan yukarı doğru ilerliyorlardı. Fevri davranan Anne ise elindeki yirmi dolarla Green Gables yoluna doğru sürüyordu at arabasını.
“Marilla bu işe ne diyecek?” diye sordu Diana.
“Umurunda bile olmaz ki. Dolly bana aitti. Zaten müzayedede yirmi dolardan fazla getirmez. Ama eğer Bay Harrison tarlanın hâlini görürse, bunun bir daha olmasına müsaade etmeyeceğime dair şeref sözü verdiğim hâlde Dolly’nin orada olduğunu anlar. Neyse, bu bana ineklerle ilgili şeref sözü vermeme hususunda bir ders olsun. Süt ağılını atlayarak ya da kırarak geçebilen bir ineğe güven olmazdı zaten.”
Bayan Lynde’e uğrayan Marilla, Dolly’nin satış ve transferi hakkında bilgi sahibiydi. Çünkü Bayan Lynde, bütün alım satım işlemlerini pencereden görmüş, geri kalanını da tahmin etmişti.
“Galiba gitmesi iyi oldu. Gerçi her işte burnunun dikine gidiyorsun ya. Ağıldan nasıl çıktığını anlayamadım doğrusu. Tahtaları kırmış olmalı.”
“Bakmayı akıl edemedim.” dedi Anne. “Ama şimdi gidip bakacağım. Martin hâlâ gelmedi. Belki birkaç teyzesi daha ölmüştür. Galiba bu Peter Sloane ve ‘kelli felli’ gibi bir şey. Geçen akşam Bayan Sloane gazete okuyordu ve Bay Sloane’a şöyle dedi: ‘Burada kelli felli bir kişinin daha öldüğünü görüyorum. Kelli felli ne demek Peter? Bay Sloane da bilmediğini söyledi ama muhtemelen çok hasta canlılardır. Ölünceye kadar onlarla ilgili bir şey duymak mümkün değil. Martin’in teyzelerinde de böyle bir durum söz konusu.”
“Martin de tıpkı o Fransızlar gibi işte.” dedi Marilla tiksinerek. “Onlara bir gün bile güvenilmez.” Çiftlik bahçesinden tiz bir çığlık geldiği sırada Marilla, Anne’in Carmody’den aldıklarına bakıyordu. Bir dakika sonra Anne ellerini kavuşturmuş vaziyette mutfağa fırladı.
“Anne Shirley ne oldu şimdi?”
“Şimdi ben ne yapacağım Marilla? Korkunç bir şey… Hepsi de benim hatam. Pervasızca hareket etmeden önce durup düşünmeyi öğrenemeyecek miyim ben? Bayan Lynde bana her zaman bir gün korkunç bir şey yapacağımı söylerdi ve şimdi o şeyi yapmış bulunuyorum.”
“Anne, sen insanı çileden çıkarırsın! Şimdi ne yaptın?”
“Bay Harrison’ın Jersey ineğini sattım… Bay Bell’den aldığım ineği… Bay Shearar’a sattım. Dolly şu anda süt sağma ağılında.”
“Anne, hayal mi görüyorsun yoksa?”
“Keşke görseydim. Bunda hayal edilecek bir şey yok. Zaten kâbus gibi bir şey. Bay Harrison’ın ineği şu anda Charlottetown’da. Tam da başımı belaya sokma işini bıraktığımı düşünüyordum ki hayatımdaki en büyük belayı yaşıyorum. Ne yapacağım şimdi?”
“Ne mi yapacaksın? Konuyla ilgili Bay Harrison ile görüşmek dışında yapılacak bir şey yok yavrum. Eğer parayı kabul etmezse ona kendi Jersey ineğimizi teklif ederiz. Bizim inek de onunki kadar iyi.”
“Buna çok feci kızacağına ve huysuzluk edeceğine eminim.” diye inledi Anne.
“Öyle olacak galiba. Asabi birine benziyor. Eğer istersen ben gideyim açıklayayım.”
“Yok. Ben o kadar kötü bir insan değilim!” diye haykırdı Anne. “Bu tamamen benim hatam ve benim cezamı çekmene müsaade etmem. Ben kendim, derhâl gideceğim yanına. Ne kadar çabuk olursa o kadar iyi olur. Çünkü bu, utanç verici bir tecrübe olacaktır.”
Zavallı Anne şapkasını ve yirmi dolarını alıp giderken gözü, kapısı açık kiler dolabına takıldı. Masanın üzerinde o sabah yaptığı bir cevizli kek duruyordu. Özel bir lezzete sahip bu kekin üzeri pembe krema ile kaplıydı ve cevizlerle süslenmişti. Anne bu keki, Avonlea gençlerinin Geliştirme Topluluğu’nu düzenlemek üzere Green Gables’ta bir araya geleceği cuma akşamı için saklıyordu. Fakat öfkesinde haklı olan Bay Harrison ile kıyaslandığında onların pek bir önemi yoktu o an için. Anne kekin herhangi bir adamın kalbini yumuşatacağını düşünüyordu. Özellikle de kendi yemeğini yapmak zorunda olan bir adamın… Böylece keki bir kutuya yerleştirdi. Barışma hediyesi olarak Bay Harrison’a götürecekti.
“Tabii bana konuşma fırsatı verirse…” diye düşündü üzgün bir şekilde, yolu ayıran çitlerden atlayıp tarlalardan geçerek yolu kısalttığı o rüya gibi ağustos akşamının altın ışıklarında. “İdama götürülen insanların nasıl hissettiklerini şu anda çok iyi anlayabiliyorum.”
BÖLÜM 3
BAY HARRISON’IN EVİNDE
Bay Harrison’ın evi, sık bir ladin korusunun karşısında, alçak saçaklı, kireç badanalı eski usul bir yapıydı.
Bay Harrison, sarmaşıkların gölgelediği verandasında oturmuş, üzerinde gömleği akşam piposunun keyfini çıkarıyordu. Yoldan kimin geldiğini anladığı anda derhâl ayağa kalkıp evine fırladı ve kapıyı kapattı. Bunun sebebi rahatsız edici bir şaşkınlık hissiydi. Bir önceki günün öfke patlamasının getirdiği mahcubiyetin de hatırı sayılır bir katkısı vardı bu hareketinde. Fakat bu durum Anne’in kalbindeki geri kalan cesaret kırıntısını da süpürmüştü.
“Şu