“Eğer Bayan Marilla Cuthbert’tan söz ediyorsanız kendisi benim teyzem değil ve East Grafton’a çok hasta bir uzak akrabasını görmeye gitti.” dedi Anne, sarf ettiği her bir söz ile beraber ağırbaşlılığı artıyordu. “İneğim otlağınıza zorla girdiği için üzgünüm. Kendisi benim ineğim, Bayan Cuthbert’ın değil. Matthew onu bana üç yıl önce bir yavruyken vermişti ve onu Bay Bell’den satın almıştı.”
“Üzgünsünüz öyle mi bayan? Üzgün olmak işleri düzeltmeyecek. Gidip hayvanınızın ahırımda yarattığı hasara bakın. Samanlarımı ortasından kenarına kadar tepelemiş bayan.”
“Çok üzgünüm!” diye tekrar etti Anne sertçe. “Ama belki de çitlerinizi daha sağlam durumda tutsaydınız Dolly içeri zorla dalmayabilirdi. Sizin yulaf tarlanızı bizim çayırdan ayıran çitler sizin tarafınızda ve geçen gün iyi durumda olmadıklarını gördüm.”
“Çitlerim yeterince iyi!” diye parladı Bay Harrison. Bu savaşı düşman arazisine taşıyor olmak onu daha çok öfkelendirmişti. “Böylesi bir iblis ineği hapishane parmaklıkları bile zapt edemez ve sana diyorum ki kırmızı kafalı süprüntü, eğer inek dediğin gibi seninse onun başka insanların yulaf tarlalarına dalmasını engelleyecek şekilde gözlemlemek oturup sarı kapaklı romanları okumaktan daha iyidir.” Anne’in ayaklarının dibindeki taba rengi masum Virgil’e sert bir bakış atmıştı.
O sırada kızıl olan tek şey Anne’in saçları değildi ki bu her zaman genç kızın hassas noktası olmuştur.
“Kulaklarımın dibinde bir perçem saç dışında kel olmaktansa kızıl saçlı olmayı tercih ederim!” diye patladı Anne.
Barut patladı. Bay Harrison kel kafası hakkında çok ama çok hassastı. Öfkesi bir kez daha onu boğar gibi oldu. Anne konuşmadan öylece bakıyordu. Genç kız öfkesini yenmiş ve öne geçmişti.
“Sizi anlayabilirim Bay Harrison çünkü benim bir hayal gücüm var. Tarlanızda bir inek bulmanın ne kadar zor olduğunu kolayca düşünebilirim ve söylediklerinizden dolayı size karşı herhangi bir olumsuz duygu beslemeyeceğim. Dolly’nin bir daha tarlanıza dalmayacağına dair söz veriyorum. Bu hususta size şeref sözü veriyorum.”
“Neyse, dikkat et de dalmasın.” diye söylendi Bay Harrison bir miktar bastırılmış bir tonda. Ancak oradan âdeta tepinerek uzaklaştığında o kadar sinirliydi ki Anne, duyma mesafesinden uzaklaşıncaya kadar kendi kendine homurdandığını işitti.
Kafası bozulan Anne bahçeden geçti ve yaramaz Jersey’i süt sağma ağılına kapattı.
“Çiti yıkmadığı müddetçe oradan geçemez.” diye düşündü. “Şu anda oldukça sakin görünüyor. O yulaflar midesini bulandırdı galiba. Bay Shearer geçen hafta onu satın almak istediğinde keşke satsaydım. Ancak hayvanların hepsini satacağımız müzayedeyi bekleyip hepsini birlikte yollamanın iyi olacağını düşündüm. Bay Harrison’ın ‘kaçık’ olduğu doğru galiba. Onda kafa dengi olacak hiçbir özellik olmadığı kesin.”
Anne’in kafa denkleri konusunda gözü açıktı.
Anne evden dönerken Marilla Cuthbert bahçeye doğru sürüyordu atı, daha sonra genç kız çay yapmak için içeri fırladı. Konuyu çay içerken konuştular.
“Müzayede bitince rahatlayacağım.” dedi Marilla. “Kaypak Martin dışında sürüye bakacak kimse yokken bu kadar çok hayvanın olması çok büyük sorumluluk. Baksana hâlâ geri dönmedi. Hâlbuki teyzesinin cenazesine gitmesi için bir gün izin verirsem geri döneceğine söz vermişti. Kaç tane teyzesi olduğundan emin değilim. Geçen sene onu tuttuğumuzdan beri ölen dördüncü teyze bu. Hasat zamanı gelip de Bay Barry çiftliği devraldığında çok minnettar olacağım. Martin gelinceye kadar Dolly’i ağılda kapalı tutmak zorundayız. Hayvanı arka çayırda tutmak ve çitleri de onarmak lazım. Rachel’ın da dediği gibi bir dünya çile. Zavallı Mary Keith ölüyor ve o iki çocuğuna ne olacağını bilemiyorum. British Columbia’daki erkek kardeşine çocuklarla ilgili mektup yazmış ama henüz cevap gelmemiş.”
“Çocukların durumu ne? Kaç yaşındalar?”
“Altı gibi… İkizler.”
“Ah, Bayan Hammond’ın çok sayıda ikizi olduğundan ikizlere özel bir ilgim var.” dedi Anne hevesle. “Güzeller mi?”
“Aman Tanrı’m, anlayamıyorsun ki… Çok kirlilerdi. Davy dışarıda çamur pastası yapıyordu ve Dora onu çağırmaya çıktı. Davy kızın kafasını en büyük çamur pastasına soktu sonra kardeşi ağlayınca kendi kafasını da soktu, çamurda debelendi ve ağlayacak bir şey olmadığını göstermiş oldu. Mary, Dora’nın çok uslu bir çocuk olduğunu söylüyor ama o Davy çok yaramazmış. Hiçbir şekilde terbiye edilmediği söylenebilir. Babası bebekken ölmüş ve Mary o zamandan beri hastaymış.”
“Terbiye edilmeyen çocuklar için hep üzülmüşümdür.” dedi Anne ciddiyetle. “Sen elimden tutuncaya kadar ben de hiç terbiye görmemiştim biliyorsun. Umarım amcaları onlara bakar. Bayan Keith ile akrabalığın nedir?”
“Mary ile mi? Bu dünyada yok. Kocası akrabamızdı. Üçüncü dereceden kuzenimizdi. Bayan Lynde geliyor. Sanırım Mary’den haber almak istiyor.”
“Ona Bay Harrison ve inekten bahsetme.” diye rica etti Anne.
Marilla söz verse de buna gerek yoktu. Çünkü Bayan Lynde oturur oturmaz şöyle dedi:
“Bugün Carmody’den dönerken Bay Harrison’ı sizin Jersey’i yulaf tarlasından kovalarken gördüm. Oldukça öfkeli gibiydi. Fazla hırgür çıkardı mı?”
Anne ve Marilla, gizlice birbirlerine gülümsediler. Bayan Lynde’den hiçbir şey kaçmazdı Avonlea’de. Anne daha o sabah şöyle demişti:
“Eğer gece ortasında odana girer, kapını kilitler, perdeyi çeker ve hapşırırsan Bayan Lynde ertesi günü soğuk algınlığının ne âlemde olduğunu sorar.”
“Galiba çıkardı.” dedi Marilla. “Ben yoktum. Anne’e haddini bildirmiş.”
“Çok nahoş bir adam olduğunu düşünüyorum.” dedi Anne kızıl saçlarını içerlemiş hâlde savururken.”
“Çok doğru dedin.” dedi Bayan Rachel ciddi bir şekilde. “Bay Robert Bell hanesini New Brunswickli bir adama sattığında bela çıkacağını biliyordum, o kadar. Avonlea’nin ne hâle düştüğünü bilemiyorum. Çok sayıda tuhaf insan geliyor. Yakında yataklarımızda uyumak bile güvenli olmayacak.”
“Ne oldu? Başka hangi yabancılar geliyorlar?” diye sordu Marilla.
“Duymadın mı? Donnell ailesi var mesela. Peter Sloane’ın eski evini kiralamışlar. Peter adamı değirmeni için tutmuş. Güneyden geliyorlar ve kimse onlar hakkında bir şey bilmiyor. Sonra o sünepe Timothy Cotton ailesi var, White Sands’ten buraya taşınacak ve herkese yük olacaklar. Çalmadığı zamanlarda tüketmekle meşgul. Sonra o mıymıntı karısı bir işin ucundan tutmaz. Bulaşıklarını bile oturarak yıkar. Bayan George Pye, eşinin yetim yeğeni Anthony Pye’ı aldı. Senin okuluna gelecek Anne, yani başına bela gelebilir, o kadar. Bir tane daha tuhaf öğrencin olacak hem. Paul Irving, Birleşik Devletler’den buraya büyükannesi ile yaşamaya geliyor. Babasını hatırlarsın Marilla… Stephen Irving, hani Grafton’da Lavendar Lewis’i terk eden var ya.”
“Terk