Bu karar verememenin sebebi ise uzun boylu hanımın henüz vapurdan çıkarak hangi tarafa yöneleceğinin henüz anlaşılamamasındandı. Hanım Köprü üzerine çıkıp da Galata tarafına yöneldiği zaman ise Behçet Bey işinin Beyoğlu’nda olduğunu tayin etti ki bu hâlde Necati tarafından: “Benim de Beyoğlu’nda işim var. Kabul edersen sana refakat edeyim.” diye bir teklif vukuundan pek korktuğu hâlde öyle bir teklif vuku bulmamasından memnun kalmıştı.
O gün Necati, İstanbul tarafında kendisi gibi filozof geçinen bir adamı ziyarete gidecekmiş.
İki arkadaş birbirinden ayrılıncaya kadar uzun boylu hanım köprünün Galata cihetine doğru epeyce yol almıştı.
Fakat ne kadar yol alırsa alsın o boy, o endam, o edalı yürüyüş kendisinde iken kendisini takip eden Behçet Bey gibi bir adamın dikkatli nazarlarından kaybolması mümkün olur mu?
Behçet Bey birkaç adımı hem açık hem de sık atarak uzun boylu hanıma yaklaştı. Ondan sonra hem aheste aheste yürüyor, hem de kadını temaşa ederek kendi kendisine diyordu ki:
“Ne boy! Ne letafet! Bazı uzun boylu kadınlar vardır ki sırık gibi bir şeydirler. Bunda ise boyuna nispetle omuzlar dahi yolunda! Bu omuzların arasındaki sinesi dahi elbette şairlerin ‘sîne-i simin’4 diye tavsif ettikleri sineleri mahcup bırakacak kadar güzeldir.
Zaten gümüşten yapılmış bir sinede ne letafet olabilir? Hele şu enseye bak enseye! Bir romanda gördüğüm tarif ve teşbihe tamamıyla muvafık! Romanda âşık sevgiliye diyordu ki: ‘A sevdiğim! Senin ensen başka güzellere yüz olabilecek kadar güzeldir, latiftir. Senin ayakların pek çok sevgililere el olmaya layıktır.’ İşte bu ense hakikaten en güzel bir kadına yüz olmaya layıktır. Ya ayaklar! Ah! Potinlerinin üstüne galoş dahi giymiş olduğu hâlde bile yine ayaklar ne kadar küçük! Şu kadınlar da neden ayaklarına galoş giyerler? Ayaklarını uzatıp büyültmek için mi? Beyoğlu’nda gördüğüm o minimini potinlerden birisi şimdi şu hanımın ayaklarında olsaydı, kim bilir ne kadar küçük, ne kadar latif bir ayak meydana çıkardı!”
Bu hayaller ile Galata’ya kadar geldiler. Behçet Bey bir aralık zannetti ki uzun boylu hanım köprünün başında araba tutacaktır. Dolayısıyla kendi kendisine “O bir araba tutarsa ben de bir araba tutarım ve yine takibimde devam ederim.” diye gözleriyle arabaları muayeneye başladı.
Fakat hanımefendi araba tutmak için hiç yolundan durmayarak Karaköy’e doğru yürüdü. Behçet dahi arkası sıra yürüyüp yine kendi kendisine dedi ki:
“Acayip! Hanımın yanında ne yaşlı, ne genç herhangi bir kadın var. Uşak filan da yok. Bu kadar genç, bu kadar güzel, bu kadar süslü bir hanımın böyle yalnız başına Galatalardan geçerek gitmesine ne mana verilir? Acaba nereye gidiyor ki? Hem baksana! Gelenlerin geçenlerin yüzlerine dikkatli dikkatli bakıyor da. Sarraf dükkânlarına da gözlerini dikkatle çeviriyor. Nah işte! Konsolide Hanı’nın kapısında bayağı durarak hanın içini de seyretti. Bu kadında mutlaka bilmediğim bir hâl var ki ben de onu öğrenmeksizin arkasını bırakmayacağım.”
Kadın Karaköy’e vardı. Nöbet beklemekte bulunan tramvayın içine girerek kadınlara mahsus olan yerde oturdu.
Behçet dahi tramvaya bindi. Hem de özellikle kadınlar tarafından girerek hanımı, velev ki yaşmak altından olsun, şöyle yakından da bir temaşa etti.
Of aman ne hüsün! Ne cemal! Ne güzel! Ne bakış!
Kadınlar ile erkekler arasını ayıran kapı perdesini kaldırıp erkekler tarafına girdi. İsterdi ki perdenin bir ucu kapıya ilişsin ve biraz aralık kalsın da uzun boylu güzel hanımı biraz daha temaşa etsin. Lakin tesadüf, biçarenin bu arzusunu yerine getiremedi.
Ondan sonra aralıkta bir, kadınlar tarafından erkekler tarafına erkek yolcular gelip perdeyi açtıkça Behçet Bey, uzun boylu hanımı görüyor idiyse de bu görüş, şimşek çaktıkça ışığın bir anda görünüp kaybolması gibi bir şeydi.
Azapkapı’dan gelecek olan tramvay geldi. Tophane tarafından gelişini bekleyen vagonlar dahi gelerek nihayet Behçet Bey’in bindiği tramvay dahi borusunu öttürerek yola revan oldu.
Biletçi kadınlar tarafına geldiği zaman hanımın nereye bilet alacağını görmek için Behçet Efendi çok gayret etti ise de görmeye muvaffak olamadı. Kendi kendisine dedi ki:
“Tramvay Ortaköy’den ileriye gitmiyor ya! Ben biletimi Ortaköy’e alırım. Kadın nereye çıkarsa arkası sıra ben de çıkarım.”
Tophane’ye geldiler. Uzun boylu hanım çıkmadı. Yaz olması hasebiyle Salıpazarı’ndaki deniz hamamları önünde dahi araba durduğu hâlde hanım oraya da çıkmadı. Fındıklı’ya geldiler.
Behçet Bey, Fındıklı’da dahi hanımın çıktığını göremedi. Ancak araba hemen yola düzüldüğü zaman şöyle yirmi adım kadar uzakta hanımın Fındıklı’dan Kazancılara giden yokuşa doğru yöneldiğini görmesin mi?
Hemen arabadan aşağıya can atarcasına indi ve yavaş yavaş hanımı takibe başladı.
Hanım zaten aheste adımlarla yürüdüğü için yokuşa geldiği zaman bir kat daha ağır yürümeye başladı. Behçet Bey’in de o suretle hareket edeceği malumdur.
İnsan bir şeyi merak ettiği ve merakını halledemediği zaman ne kadar üzülür?
Behçet Bey bu kadının şöyle yalnız başına Üsküdar gibi yerden sokaklara düşmesine bir türlü mana veremediğinden dolayı merakından çatlayarak “Bari şunun nereye gireceğini görsem.” diye kadının gireceği yeri düşünüyordu.
Uzun boylu hanım yokuşu bir hayli çıktıktan sonra sağ tarafta bulunan bir sokağa büküldü. Behçet dahi arkasından!
Ancak sokağın bayağı tenha bir hâlde bulunması dikkatli nazarlarını açarak kendi kendisine dedi ki:
“Böyle bir tenha sokakta beni bu kadar genç ve süslü bir hanımı takip ediyor görenler ne derler? Ne kadar şüphelere düşmezler? Biraz daha geriden gitmek lazım.”
Gide gide bir bakkal dükkânının önüne vardılar. Uzun boylu hanım bakkal dükkânını yirmi adım kadar geçtikten sonra bir hanenin kapısını çaldı. Bu hâlde Behçet Bey dahi bakkal dükkânından otuz adım kadar geride idi. Hanım kapıyı çalarken Behçet’in aklına ilk gelen tedbir kendisini bakkala göstermemek oldu. Zira hanımın girdiği hane hakkındaki malumatı ancak bakkaldan alabileceğini düşünmüştü.
Hanımın girdiği ev, açık yeşil boyalı bir hane olup yeni tamir gördüğü görünüşünden anlaşılıyordu. Hanım kapıdan girip de kapı kapandıktan sonra Behçet Bey yürüyüşüne biraz daha sürat vererek bakkal dükkânı önünde durmaksızın yürüdü ve yeşil boyalı haneden biraz daha ileriye geçti.
Yolun biraz daha ilerisinde yol üçe ayrılıyordu. Sol tarafa bükülmüş sokağın ağzında bir kahvehane vardı ki oradan yeşil boyalı hanenin kapısı görülebilirdi.
Behçet bir aralık bu kahveye girerek kahveciden tahkikata girişmeyi düşündüyse de sonra aklına daha münasip bir yol geldi. Kendi kendisine dedi ki:
“Hazır henüz kahvaltı da etmedim. Karnımı doyurmak için bakkal dükkânına girerim. Hem kahvaltı eder hem de bakkaldan bazı şeyler sorarım. Sonra kahve içmek için buraya gelip hazır kahve dahi tenha olmakla kahveciden de bilgilerimi tamamlarım.”
Mahalle bakkalı yaşlı bir Karamanlı idi ki bir şeyler almak için dükkânına gelen bazı çocuklara “Anana selam söyle!” yahut