Vah. Ахмет Мидхат. Читать онлайн. Newlib. NEWLIB.NET

Автор: Ахмет Мидхат
Издательство: Elips Kitap
Серия:
Жанр произведения:
Год издания: 0
isbn: 978-625-6486-27-0
Скачать книгу
bu kelimenin farklı zamanlarda ve farklı tarzlarda ifadesi, yerine göre nasıl değiştiğini göstermek için başka örnekler de verilebilir.

      Yine vah hecesinin garipliklerinden olmak üzere sair birçok lafızların tekrarı suretiyle söylenmesi, mana ve hükmünü pekiştirirken; bazen de bu lafzın tekraren söylenmesi bilakis asıl hükmünü azaltır. “Vah! Vah vah! Vah!” denildiği zaman asıl hüküm ve şiddeti ilk vahta olur. Diğerlerinde ise kuvvet gittikçe azalarak nihayet lafız da hüküm de söner gider. Şu dört vahı ifade için sarf olunacak nefes, defaten, yalnız bir vahı ifade için sarf edilecek olsaydı, yalnız o bir tek hecenin hüküm ve kuvveti diğer dördünün dahi hüküm ve kuvvetinden ziyade olurdu.

      Bir heceden ibaret olan şu lafzın hükmünü tayinde sözü bu kadar uzatmış olmamız garipsenmesin. Bu lafzı öyle bir hikâyeye isim olarak koyuyoruz ki neticesi en parlak bir vaha dönüşecek ve şu bir tek hecedeki asıl hüküm, asıl kuvvet dahi o zaman görülecektir. Yüzlerce sahifelik olaya, hem isim ve hem de netice olacak bir hece için şöyle ön söz vadisinde birkaç satır yazmayı çok görmek insaf mıdır?

      İKİNCİ BÖLÜM

      TEB’İYYETİ MÜŞKÜL BİR MESLEK-İ HİKMET 1

      Şirket-i Hayriye’nin, Büyük Dere’den kalkarak Anadolu kenarı ile köprüye gelen vapurları, bazı kere Üsküdar’a dahi uğrarlar.

      Bin iki yüz doksan şu kadar senesinin yaz mevsiminde bir pazar günü idi ki Anadolu vapuru yine Üsküdar’a uğruyordu.

      Vapurlara binen yolcular her zaman maksatları olan menzillerine bir an evvel varmak arzusunda bulunduklarından Anadolu yakası vapurları ne vakit Üsküdar’a dahi uğrayacak olurlarsa kaybolacak bir dakikalık zamandan dolayı yolcular genellikle rahatsız olurlar.

      Kıç tarafta, yani birinci mevki olmak üzere tayin olunan yerde iki arkadaş bulunuyordu. Bunlardan birisi vapurun Üsküdar’a uğramasından dolayı fevkalade üzüntülü görünürken diğeri bilakis mutlu görünmekteydi.

      Birbiriyle ettikleri sohbete göre bunlardan birisinin ismi Necati ve diğerinin ismi Behçet olduğu anlaşılmaktaydı. Vapurun Üsküdar’a uğramasından dolayı üzüntülü görüneni Behçet ve neşeli görüneni dahi Necati idi.

      Şirket vapurlarının şu kıç taraftaki mevkilerine oturan adamların orayı tercihine ekseriyet üzere sebep olan şey, kadınların kıç tarafında kendilerine mahsus olan yere varmak için erkek efendilerin önlerinden geçmeye mecbur olmalarındandır.

      Hatta bazı süslü efendiler kadınlarla erkeklerin arasını engelleyen perdenin ta yanına oturarak öte tarafta bulunan kadın ile vücudunu temas ettirmekten dahi lezzet alırlardı. Eğer bahtına bu kadın yetmiş beş yaşında bir koca karı veyahut dolma satmak için Köprü üzerine giden ihtiyar bir Arap cariye olmayıp da genç, güzel ve hâl ve tavrından zekâsı anlaşılır, söz anlar bir şey olursa o zaman zampara efendi de:

      “Hulle-i cennet olursa çekeyim çâk edeyim

      Dem-i vaslında bana hâil olur pîrehenim” 2

      beytini okuyarak daha önce münasebeti olsun olmasın şu perdenin engelinden dolayı edeceği şikâyetleri dinlemeli.

      İşte kıç taraftaki mevkinin bu gibi özelliklerinden dolayı pek çok efendiler orasını tercih ederler. Hatta bazı kere iskeleler geldiği zaman dışarıya çıkmak için acele olarak erkekler önüne dizilen hanımların, vapur iskeleye çarpmakla meydana gelen hareketlerden dolayı erkeklerin kucaklarına düştükleri dahi vaki olur.

      Necati Efendi ile Behçet Bey dahi kıç tarafındaki mevkide oturuyorlar idiyse de burasını tercihlerine sebep şöyle kadınları temaşa gibi bir maksatları olup olmadığı ta Boğaz’ın üst taraflarından beri devam eden yolculukları müddetince hiçbir hâl ve tavırlarından anlaşılmamıştır.

      Vapur, Üsküdar iskelesine yanaşıp da iskele memuru kaz gibi müşteri kapamağa mahsus olan parmaklık kapısını açtığında kadınlar tarafından çıkan yaşlı, genç elli altmış kadar kadın arasında bir tanesi derhâl dikkat çekti.

      Bu kadının ilk dikkat çekişi bu idi ki buna “serv-i revân”3 diyecek olan şair her ne kadar şu mübalağasından dolayı methe yakın bir tenkitle kadıncağızı hicvetmiş ise de bu hanım mevcut olan kadınların en uzunundan şüphesiz beş parmak daha uzundu. Bu hâlde kısa boylu kadınların değil; orta boylu kadınların bile başları ancak kendisinin çene altına varabiliyordu ve dolayısıyla kendisinin güzel başı, hepsinin biraz daha üstünde görüldüğünden dikkatli nazarları çekiyordu.

      Güzel baş mı? Amma yaptınız ha! Güzel olduğu öyle hemen çarçabuk anlaşılır mı?

      Osmanlı hanımları için şu ince yaşmak kadar yakışan bir başlık daha tasavvur edebilenlerin alınlarına çelenk takarız. Gerçi pek kalınları tümüyle güzelliğini kapatır ve pek inceleri dahi yüzde olan azalarını ifşa ederse de bazı orta hâlli yaşmaklar vardır ki kadınların yüzüne yakışmakla letafetini arttırmak hususunda onların gördükleri hizmeti hiçbir şeyin görebilmesi mümkün değildir. Avrupalı kadınların dahi yüzlerine birer tül örtmeleri Müslüman kadınları taklitten ibaret ise de bu hususta asla muvaffak olamadıklarını kendileri dahi itiraf ederler.

      Dolayısıyla yaşmaklı bir kadın biraz da uzaktan görülürse genellikle insana güzel görünür. Hele kendisi de haddizatında biraz güzelce ve gözleri parlak ve burnu ufak olursa daha ziyade güzel görünür ya!

      Hâlbuki uzun boylu hanımın başı ve yüzü hakikaten nazarlara hayret verecek derecede güzeldi.

      Burada şu güzelliği tasvir için gözleri şöyle, kaşları böyle diye uzun uzadıya şairce bir ayrıntıya girmeye lüzum var mıdır?

      Zannımıza kalırsa okuyucularımız bu yoldaki şairce olan ayrıntılardan zaten bıkıp usanmışlardır!

      Ne hacet? Böyle vapurlarda veyahut Köprü üzerinde veya sokakta falanda bir güzel kadın gördüğünüz zamanlar gözlerinizin iradenizin dışında o kadının üzerine çevrilmesi, sadece kadının güzelliğini şairce tasvir etmek için midir?

      Estağfurullah! Bu temayül ve teveccüh bir saniyelik, bir anlık bir şeydir ki o saniyede, o anda şairlerin şöyle kaş, böyle göz, şu biçim dudak, bu şekil burun diye ettikleri benzetmeler hatıra ve hayale bile gelmez. Yine o anda bu güzelliklerin neden ibaret olduğu henüz tayin edilememiş olduğundan, daha çok bu ilk dikkatlerin ona yönelmesi kadının güzelliğindendir.

      Buna göre artık uzun boylu hanımın başını “güzel” diye vasıflandırmamızı şüphesiz garipsemezsiniz. Dolayısıyla eğer bu söz sizin nazarınızda kabul görmez ise bile, vapur içinde elli altmış kadar adamlar nezdinde kabul görmüştür. Zira tüm nazarlar bu kadına çevrilmişti. Hatta henüz iskele üzerinde bulundukları hâlde vapura girmeye çalışan yolcuların da âdeta tümü bu kadını görmek için başlarını geriye çevirmekten önlerini göremiyorlardı. Dolayısıyla hemen kapanıp düşmek derecelerinde tehlikelerden kendilerini kurtaramıyorlardı.

      Ya kadın ne kadar serbest tavırlı bir şeydi? Bütün nazarlar kendisine çevrildiği hâlde kendisi olanları asla takmıyordu. Gözünü istediği tarafa çeviriyor ve kâh tebessüm ve kâh dikkatle etrafa bakıyordu ve âdeta dünya umurunda değilmiş gibi bir vurdumduymazlık tavrı gösteriyordu.

      Gerçekten hızlıca olan bir yürüyüşle vapura geldi. İki tarafı demirli olan malum iskeleden geçip vapura girdi. Büyük bir azametle erkeklerin dahi arasından geçip kadınlar mahalline vardı.

      Herkes


<p>1</p>

Anlaşılması zor olan, hikmetli ve felsefi bir meslek ya da yol.

<p>2</p>

Vuslat anında bana engel ve perde olan gömleğimi cennet elbisesi dahi olsa çekip yırtayım.

<p>3</p>

Yürüyen servi boylu güzel.