Oyuğun hemen önünde geniş bir çimenlik alan vardı, çadırımı buraya kurmaya karar verdim. Bu çimenlik alan yaklaşık yüz metre genişliğinde ve yine yaklaşık olarak iki katı uzunlukta geniş bir arazi olarak tepenin yamacında dümdüz uzanıyordu, bu alanın bittiği yerde ise her taraftan denize doğru dimdik inen uçurumlar bulunuyordu. Seçmiş olduğum konum tepenin kuzeybatısına düşüyordu; böylece aşırı sıcak havalarda güneş güneybatı yönüne dönene kadar kızgın sıcaktan korunmuş olacaktım, zaten bu bölgede güneş güneybatı yönüne döndüğü zaman, kısa süre sonra da batıyordu.
Çadırımı kurmadan önce, oyuk kısmın önüne yarıçapı yaklaşık olarak kayadan on metre ileriye giden ve başlangıç noktası ile bitişi arasında uzaklığı da yirmi metre olan yarım bir daire çizdim.
Bu yarım dairenin çevresine iki sıra oldukça güçlü direkler diktim, bu direkler yerlerinden kıpırdamasın diye hepsini oldukça derine gömülebilecek şekilde zemine iyice çaktım, böylece evimin çevresini yüksekliği yaklaşık olarak beş metreyi bulan bir çitle çevirmiş olacaktım, demirlerin uç kısımlarını da güzelce sivrilttim. İki sıra arasındaki boşluk da altı parmak genişliği geçmiyordu.
Sonra, gemiden kesmiş olduğum halat parçalarını aldım ve sırayla bu iki sıralı çitlerin arasından geçirerek, onları üst üste dizdim. İç kısımdan da direklerin devrilmemesi için iki buçuk metre yüksekliğinde kazıklar dayadım; böylece evimin etrafına hazırlamış olduğum korunaklı çitimi artık ne bir hayvan ne de bir insan aşamazdı. Bütün bu işleri yapmak, özellikle de ormandan malzemeleri taşımak, direkleri kesmek, onları bir düzen içinde çakmak için hem çok zaman hem de büyük çaba sarf etmiştim.
Bu yerin girişine bir de kapı yaptım, tepeden inip çıkarken içeri girmek için bir merdiven yapmıştım, böylece içeride olduğum zamanlarda merdiveni içeri alarak kendimi güvene alıyordum. Artık korunaklı evimin etrafını sağlam çitlerle de emniyete almış olduğumdan geceleri güvenli ve huzurlu bir şekilde uyuyabiliyordum; bununla birlikte daha sonraları tehlikeli düşmanlardan korunmak için bu kadar dikkatli davranmamın boşuna çabadan başka bir şey olmadığını anladım.
Etrafı çitlerle çevrili evimin içine, çok büyük çaba sarf ederek tüm eşyalarımı, malzemelerimi, silahlarımı ve mühimmatlarımı taşıdım; beni yılın belli bir bölümünde çok şiddetli yağmurlardan koruyacak şekilde büyük bir çadır kurdum, sonrasında bu çadırın içine biraz daha küçük ölçülerde bir çadır daha kurarak kendime çift katlı koruma sağlamış oldum ve hepsinin üzerini de geminin yelkenlerinden kalan büyük branda ile kapladım. Bir süredir artık gemiden getirdiğim yatağı kullanmıyordum, geminin ikinci kaptanına ait olan hamağı çadırıma kurmuş, rahat bir şekilde bu hamağı kullanıyordum.
Bu çadırın içine bütün yiyecek malzememi, ıslanarak bozulabilecek tüm eşyaları getirdim; evim olacak çadırımın içine bütün bu eşyaları güzelce yerleştirdim ve sonrasında bütün bu süre boyunca açık duran giriş kapımı düzgünce kapatarak dediğim gibi içeri merdivenle girip çıkmaya başladım.
Bunu yaptıktan sonra, kayanın içine doğru bir oyuk açmaya başladım ve çadırımın içine çıkardığım tüm taşı ve toprağı direklerle çevirmiş olduğum çitin arkasına doğru yığarak toprağı bir buçuk metre yükselttim ve bir teras oluşturmuş oldum; artık çadırımın arkasında benim için kiler görevi görecek küçük bir mağaram olmuştu.
Tüm bu işleri mükemmel hâle getirene kadar çok çalışmam ve çok emek harcamam gerekmişti, bu çalışmalar günlerce sürdü ve şimdi işlerim hafiflemeye başladığında yeniden eski düşüncelerim aklımı kurcalamaya başladı. Çadırımı, terasımı ve mağaramı yapmakla ilgili planlarımı tasarladığım sıralarda, bir gün kopkoyu bulutlar gökyüzünü kaplamış ve korkunç bir sağanak yağmur başlamıştı, birden şimşekler çaktı ve hemen arkasından da doğal olarak büyük bir gök gürültüsü koptu. Aslında şimşekten korkan biri değildim ancak bu şimşek sanki bir anda beynimde çakmıştı, “Eyvah barutum!” diye haykırdığımı hatırlıyorum. Sadece kendimi korumam için değil, karnımı doyurmak adına avlanabilmek için de her zaman ihtiyacım olacak barutumun bir anda alev alarak patlaması düşüncesi, bir anda kalbimin buz kesmesine neden oldu. Kendim için bir endişem yoktu, ancak barut bir kıvılcım dahi alacak olsa benden geriye ne kalırdı hayal bile edemiyordum.
Bütün bu düşünceler beni öylesine korkutmuştu ki fırtına sona erdikten sonra tüm işlerimi bir kenara bırakarak barut fıçısından tozu küçük çuvallara bölerek ayrı ayrı yerlere koydum; böylece hepsi aynı yerde olmadığından çuvallardan biri alev almış olsa bile diğerlerine hiçbir şey olmayacağını umut ediyordum. Bu işi yaklaşık olarak iki haftada bitirdim; sanırım yaklaşık iki yüz kırk kilo ağırlığındaki barut tozunu, neredeyse yüz ayrı çuval içine doldurdum. Islak olan barut fıçısına gelince, onun açısından bir tehlike görmediğimden onu yeni mağaramın içine bir kenara bıraktım. Geri kalanını ise kayaların arasına delikler açarak içlerine sakladım, böylece üzerlerine hiçbir ıslaklık gelmeyecekti, sakladığım her noktayı da çok dikkatlice işaretledim.
Bu süre zarfında, günde en az bir kez silahımla birlikte dışarı çıkarak, hem yemeye uygun bir şey avlayabilir miyim diye etrafta dolaşıyor, hem de elimden geldiğince adanın bitki örtüsünü ve üzerinde neler yetiştiğini öğrenmeye çalışıyordum. Dışarı ilk çıktığım zaman, adada keçiler olduğunu keşfetmiştim, bu beni çok ama çok mutlu etmişti; ama keçilerin fazlasıyla yabani, ürkek ve aşırı çevik olmasından dolayı yanlarına yaklaşmamın çok zor olduğunu anlayınca sevincim kursağımda kalmıştı. Bununla birlikte, cesaretimin kırılmasına izin vermeye hiç niyetim yoktu; hiç şüphem yoktu ki aralarından birkaçını rahatlıkla vurarak avlayabilirdim. Onların uğradıkları ve toplu olarak dolaştıkları yerleri iyice öğrendikten sonra bir süre bekleyerek hareketlerini gözlemledim. Kayaların üzerinde olmalarına rağmen su kenarında beni gördükleri anda korkudan kaçıştıklarını görüyordum ama ben kayaların üzerindeyken, su kenarına indiklerinde beni görseler bile hiç umursamıyorlardı; bu gözlemlerim sonucunda bu hayvanların doğaları gereği her zaman aşağıdaki nesneleri görebildiklerini ve uzak mesafede yukarıda bulunan nesneleri göremediklerini anladım. Böylece, şu yöntemi kullandım: İlk olarak onlardan önce kayalıklara tırmanarak onların üzerinde kalabileceğim bir yere kendimi konumlandırıyor, sonrasında da onları gözlemliyordum.
Bunların içinden ilk vurduğum, memesinden karnını doyurmaya çalışan yavrusu olan, dişi bir keçi oldu; onu öldürmüş olmanın acısı yüreğimi sızlatmıştı, çünkü yere yığılıp öldüğü anda ben gidip hayvanı alana kadar yavrusu yanından hiç ayrılmamıştı. Sadece bu kadarla da kalmamıştı, ölen keçiyi sırtlanarak evime götürmek için yürümeye başladığımda, küçük keçi yol boyunca peşimden gelmişti. Bunun üzerine avımı çitlerin dışına bırakıp, yavru keçiyi kucağıma aldım ve belki alıştırabilirim umuduyla çitlerin üzerinden onu içeriye bıraktım; ancak zavallı yavru hiçbir şey yemediğinden sonunda onu da öldürerek yemek zorunda kaldım. Bu iki keçinin eti, bana uzun süre yetecek kadar yiyecek sağlamıştı, çünkü azar azar yemeğe dikkat ediyordum, özellikle ekmeğim konusunda çok daha hassas davranıyordum.
Kalabileceğim yuvamı güzelce yerleştirip bir düzene soktuktan sonra, ateş yakabilmek için bir ocak yapmamın ve gerekli yakacak malzemeyi toplamamın zorunlu olduğunu fark ettim; bütün bunlar için neler yaptığımı ve ayrıca mağaramı nasıl genişlettiğimi, ne gibi kolaylıklar sağladığımı da yeri geldikçe hepinize ayrıntılarıyla anlatacağım. Ama şimdi size öncelikle kendimden