Robinson Crusoe. Даниэль Дефо. Читать онлайн. Newlib. NEWLIB.NET

Автор: Даниэль Дефо
Издательство: Elips Kitap
Серия:
Жанр произведения:
Год издания: 0
isbn: 978-605-121-967-7
Скачать книгу
ilk gelen fikir, hemen yakınımda bulunan köknar gibi kalın gövdeli, gür dalları olan ağaca çıkmak oldu ancak ağaç çok dikenliydi, bütün gece orada oturmaya karar verdim, böylece hangi ölümle öleceğimi ertesi gün düşünürüm diyordum kendi kendime, çünkü artık yaşama dair hiçbir umudum kalmamıştı. Kıyı boyunca bir süre yürüyerek içebileceğim tatlı su bulabilir miyim diye etrafı inceledim. Suyu bulunca neşem biraz olsun yerine geldi, açlığımı bir nebze olsun bastırsın diye ağzıma biraz tütün atarak çiğnedim, tekrar ağaca geri döndüm ve yukarı tırmanarak gece uykumda düşmeyeyim diye gövdemi güzelce dalların arasına yerleştirdim. Olası bir tehlikeye karşı kendimi koruyabilmek adına bir sopa kestim ve yanıma koydum; o kadar yorulmuştum ki hemen uykuya daldım ve rahatça uyudum. Sanırım böyle bir durum karşısında bu kadar rahat uyuyabilecek tek kişi benim diyebilirim, sabah uyandığımda kendimi gayet zinde ve yenilenmiş hissediyordum.

      IV. BÖLÜM

      ADADA İLK HAFTA

      Uyandığımda gün nerdeyse öğleye dönmüştü, hava açıktı ve fırtına dinmişti, denizin öfkeli dalgaları yerini sakin salınımlara bırakmıştı. Ama beni en çok şaşırtan şey, gemimin bir gecede gelgit yüzünden batmış olduğu kum tepesinden kendini kurtararak, neredeyse daha önce bahsettiğim, bayılmama neden olan kayalıklara kadar sürüklenmiş olmasıydı. Gemi bulunduğum kıyıdan nerdeyse bir mil kadar uzağımda ve görünüşe göre gayet sağlam durumda görünüyordu, içinden en azından işime yarayabilecek bazı şeyleri kurtarabilirim diye düşünüyordum.

      Ağaçtaki küçük evimden aşağıya inerek tekrar etrafı inceledim ve yaklaşık olarak iki mil sağımda karşıma ilk çıkan şey, rüzgâr ve fırtınanın etkisiyle karaya vurmuş olan küçük sandal oldu. Kıyı boyunca ilerleyebildiğim kadar yürüdüm, ancak karşıma sandala ulaşmamı engelleyecek yarım mil genişliğinde bir körfez çıktı; bu mesafeyi aşmayı göze alamadığımdan şimdilik sandalı bulunduğu yerde bırakarak işime daha çok yarayacak eşyalar bulmayı umut ettiğim gemi enkazına girmek için geri döndüm.

      Öğleden sonra deniz çok daha sakinleşmiş ve gelgit nedeniyle sular gemiye daha rahat binmeme olanak verecek şekilde neredeyse çeyrek mil kadar geri çekilmişti. Ve gemiye doğru yaklaştığımda bir kez daha büyük bir acıyla sarsıldım, geminin gayet sağlam durumda olduğu açıkça görülüyordu, şayet o fırtına esnasında gemide kalmış olsaydık hem hepimiz kurtulacak, hem de ben böylesine bir başıma çaresiz kalmayacaktım. Bu düşüncelerle gözlerim doldu; ancak artık yapacak hiçbir şey yoktu, mümkün olduğunca çabuk gemiye çıkmaya karar verdim, hava aşırı derecede sıcaktı ve bu yüzden kıyafetlerimi çıkararak, doğrudan suya daldım. Gemiye vardığım zaman başka bir engelle karşılaştım, nasıl bineceğimi kestiremiyordum; gemi suyun sığ tarafında karaya oturmuştu ve küpeşteleri ulaşamayacağım kadar yüksekte kalmıştı, etrafında tutunarak yukarı çıkmamı sağlayacak bir şey de yoktu. Geminin çevresini iki kez dolaştım, ikinci kez dolaştığım sırada zincirlerden sarkan, ilk geçtiğimde görmediğim küçük bir halat olduğunu fark ettim; her ne kadar aşağıya kadar inmiş olsa da onu yine de güçlükle yakalayabildim ve sonunda güç bela gemiye tırmanabildim. Nihayet yukarı çıktığımda geminin ön tarafının parçalanmış olduğunu ve ambarın da oldukça fazla su almış olduğunu gördüm; ancak sert kum zemine oturmuş olduğundan burun kısmı neredeyse denize gömülmüş olsa da arka kısmı sudan gayet yukarı yükselmiş durumdaydı. Bu sayede geminin arka kısmında kalan bütün malzemeler sağlam ve kupkuru kalmıştı; çünkü tahmin edeceğiniz üzere ilk işim nelerin bozulmuş ve nelerin sağlam olduğunu incelemek oldu. İlk olarak yiyecek malzemelerin tamamen kuru kaldığını tespit ettim, yiyeceklerin bulunduğu kısma girerek ceplerimi ekmek ve bisküvi ile doldurdum, bir taraftan karnımı doyurmaya çalışıyor, bir taraftan da alabileceğim kadar yiyeceği yanıma alıyordum, çünkü kaybedecek hiç vaktim yoktu. Ayrıca büyük kamaraya da girdim, içerde biraz rom buldum, kendimi cesaretlendirmek ve halletmem gereken işler için güç toplamak adına birkaç yudum içtim. Tam bu sırada, aslında tek ihtiyacım olan şey, toplayabildiğim bütün eşyaları karaya taşımamı sağlayacak bir sandaldı.

      Şimdi hareketsiz oturup sahip olmadıklarımı dilemek boşunaydı; yapılması gereken çok iş vardı ve hepsini tek başıma halletmek zorundaydım. Gemide birkaç yedek gemi direği, iki ya da üç büyük direk ve bolca tahta vardı; direkleri ve tahtalardan taşıyabileceğim ağırlıkta olanları dağılmasın diye bir halatla bağlayarak, gemiden aşağıya atmaya karar verdim. Bu işi hallettikten sonra geminin yan tarafından aşağı inerek, önce direkleri kendime doğru çekip, bir sal biçimini alacak şekilde yan getirip sıkıca bağladım ve üzerine çapraz şekilde üç dört tahta parçasını güzelce yerleştirdim, böylece üzerinde kolayca yürüyebileceğimi fark ettim, ancak parçalar çok hafif olduğundan ağır bir yükü taşıyabilecek durumda değildi. Tekrar çalışmaya devam ederek, bu sefer direklerden birini testereyle üç parçaya ayırdım, büyük çaba sarf ederek sonunda onları da salıma yüklemeyi başardım. Ancak içimden sürekli olarak kabaran ihtiyacım olabilecek bütün eşyaları yanıma alma dürtüsü beni rahat bırakmıyor, her zamankinden daha çok iş yapmaya itiyordu.

      Salım artık belli ölçüde ağırlığa dayanabilecek kadar güçlü duruma gelmişti. Artık düşünmem gereken başka bir durum vardı, ona neler yükleyecektim ve üzerine yüklediğim şeyleri ve salımı kıyıya varana kadar dalgalardan ve denizden nasıl koruyacaktım ancak bu konuyu düşünmek için de çok uzun zaman harcamadım. İlk olarak alabileceğim tüm tahtaları ve keresteleri salıma yerleştirdim ve etrafı gözden geçirip en çok işime yarayacak ne var diye kontrol ettikten sonra, denizcilerin sandıklarından üçünü açarak içlerini boşalttım ve onları da sala indirdim. Bu sandıklardan birinin içine ekmek, pirinç, üç Hollanda peyniri, gemide çok fazla tükettiğimiz beş parça kurutulmuş keçi eti ve denize açılırken yanımızda getirdiğimiz, sonradan kesilen tavukları ve kalan bazı Avrupa buğday ve mısırını doldurdum. Yola çıkarken yanımıza biraz arpa ve buğday da almıştık ancak onların fareler tarafından yenmiş ve bozulmuş olduklarını görünce büyük hayal kırıklığı yaşadım. İçkilere gelince, içeride kaptanımıza ait birkaç şişe kasası buldum, bu kasaların bazılarında rom vardı, toplamda beş altı galon içki kamarasında depolanmıştı. Bunları kasalara koyarak doldurmak istemediğim ve fazla da yerim olmadığı için, ilk etapta onları yanıma almaya gerek görmedim. Ben bütün bu işlerle uğraştığım sırada, deniz hâlâ sakinliğini korumasına rağmen, gelgit yüzünden sular yine yükselmeye başlamıştı; kıyıda bıraktığım ceketim, gömleğim ve pantolonumun suyun üzerinde yüzdüğünü görünce büyük bir üzüntüye kapıldım. Üzerimde sadece dizden sıkmalı keten pantolonum ve çoraplarım vardı, bunun dışında kuru başka bir kıyafetim de yoktu. Böylece, tekrar gemiden içeri girerek bulabildiğim kadar kıyafeti bir araya getirdim, ancak gözüm hâlâ işime yarayacak alet ve edevatı arayarak bulup bir araya getirmekteydi. Uzunca bir süre bu aletleri blmak için zaman harcamak zorunda kaldım; ancak nihayetinde düşmüş olduğum durum açısından benim için büyük nimet olarak görebileceğim ve şu anda bu gemiden bile çok değerli olan alet sandığını bulabildim. Genel olarak ne içerdiğini tam olarak bilmiyordum, çünkü içine bakmak için kaybedecek zamanım yoktu, bu yüzden sandığı kaptığım gibi hızlıca sala indirdim.

      İkinci olarak en çok işime yarayacak olan şey, silah ve mühimmattı. Büyük kamarada çok iyi konumda iki av tüfeği ve iki tabanca olduğunu biliyordum. İlk olarak o silahları, küçük bir barut torbasını, mermi çantasını, iki eski ve paslı kılıcı güvenli bir yere bıraktım. Gemide üç varil dolusu barut olduğunu biliyordum, ancak topçularımız onları nereye depolamıştı bundan bihaberdim; bir süre onları aradıktan sonra, sonunda iki fıçıyı gayet kuru, birini ise su almış hâlde buldum. Silahlarla